YUSUF
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[2*] Kur’an-ı Kerim, muhkem /hüküm bildiren ve müteşabih /muhkemlerin benzeri olup onları ayrıntılı olarak açıklayan ayetlerden oluşur. Allah, koyduğu bu metodla Kur’an’ı, ayrıntılı olarak açıklamış ve o açıklamalara ulaşmanın yollarını göstermiştir. (Âl-i İmran 3/7, En’am 6/114, Hud 11/1, Zümer 39/23, Fussilet 41/3).
[3*] Şuara 26/2, Kasas 28/1-2.
[*] Kur'ân, toplama ve birleştirme anlamındaki kur (القُرْء) veya kar (القَرْء)’dan türetilmiştir, Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir. Benzer ayetler için bkz: Tâhâ 20/113-114, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şûrâ 42/7, Zuhruf 43/1-3, Ahkaf 46/12.
[1*] Ayette geçen “kevkeb (كوكب)” kelimesi “gezegen” anlamına gelir. Birçok mealde bu kelimeye “yıldız” anlamı verilse de Kur’an’da “yıldız” için “kevkeb” değil; “necm (نجم)” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet /mezardan kalkış öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8, Tekvir 81/2), gezegenlerin ise dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu net bir şekilde ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin kendi ışıklarının olmadığını da gösterir.
[2*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103). Evren; gökler, yer ve bunların arasındaki varlıklar olmak üzere üçe ayrılır (Hicr 15/85). Gökler yedi kattır. Gezegenler, göğün bize en yakın olan katında yer alır (Saffât 37/6). Bu ayet, 11 gezegenin olduğunu bildirmektedir. Tevrat’da bu konu şöyle geçer: “Yusuf bir düş daha görüp kardeşlerine anlattı. ‘Dinleyin, bir düş daha gördüm’ dedi. Güneş, ay ve on bir yıldız önümde eğildiler.” (Yaratılış 37/9)
[*] Zuhruf 43/62.
[1*] Tevil ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Âl-i İmran 3/7 ve dipnotu.
[2*] Yusuf 12/101.
[*] Yusuf 12/111.
[1*] Yusuf ve küçük kardeşi Bünyamin’in annesi, diğerlerinin annelerinden farklıdır. Bu yüzden Bünyamin’e “kardeşimiz” değil, “Yusuf’un kardeşi” diyerek onu ve Yusuf’u kendilerinden ayrı tutmaktadırlar. Nitekim Yusuf 12/59’da Bünyamin için “baba bir erkek kardeşiniz” ifadesi kullanılarak bu fark ortaya konmuştur.
[2*] Bu ve bundan sonraki âyetler, kıskançlığın insanları ne hale getirdiğinin örneğidir (Felak 113/1-5).
[*] Yusuf 12/5.
[1*] Tevrat/Yaratılış 37:22 pasajına göre bu kardeş, en büyük çocuk olan Ruben (Reuven)’dir ve bunu söylerken amacı, kardeşleri gittikten sonra kuyunun başına geri dönüp Yusuf’u kurtarmaktır.
[2*] Arapçada kuyuya “bi’r (البئر)” denir (Hac 22/45). Ayette geçen “cübb (الجب )” kelimesinin, bol suyu olan derin kuyu için kullanıldığı ifade edilmiştir (Lisan’ul-arab).
[3*] Gayâbet (غَيَابَةِ), “gözükmeyen yer” anlamındadır. İçinde su olan kuyunun dışarıdan bakınca gözükmeyen yeri, su seviyesinin üstünde, bir insanın rahatlıkla içinde durabileceği bir oyuktur.
[1*] Ayette geçen "vahiy" kelimesi “ilham” anlamındadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf 12/24 ve dipnotu.
[2*] Yusuf 12/89-90.
[*] Yusuf aleyhisselamın rüyası sebebiyle Yakub aleyhisselam onun Allah tarafından nebi yapılacağını bildiği için söylenenlere inanmamıştı (Yusuf 12/4-6).
[1*] “Erkek çocuk” anlamı verilen kelime, bıyıkları çıkmaya başlamış erkek çocuk anlamına gelen ğulam (غُلاَم) dır (Müfrdat). Ama kelime, küçük erkek çocuk anlamında da kullanılır (Âl-i İmrân 3/40, Kehf 18/82, Meryem 19/20) Yusuf 12/22. âyete göre Yusuf aleyhisselam, erginlik çağına, yanında bulunduğu ailede ulaştığı için burada uygun olan henüz ergen olmamış “erkek çocuk” anlamıdır.
[2*] Yusuf’u kuyudan çıkaranların yapması gereken, ailesini bulup onu onlara teslim etmekti. Ama onlar, kimse görmesin diye onu sakladılar ki köle olarak satabilsinler.
[*] Tevrat’ta bu husus şöyle ifade edilir: “Midyanlı tacirler (oldukları anlaşılan) adamlar geçerken Yusuf’u kuyudan çektiler. Yirmi parça gümüş karşılığında Yuusf’u Yişmaeliler’e sattılar.” (Yaratılış, 37:28)
[1*] Firavun’un sarayında büyütülen Musa Aleyhisselam için de benzer şeyler söylenmiştir (Kasas 28/9).
[2*] Yusuf 12/6.
[*] Benzer ifadeler Musa Aleyhisselam için de kullanılmıştır (Kasas 28/14).
[*] Burada geçen ‘bilirkişi’ kelimesi, âyetteki ‘şahit (شاهد); ‘görüş bildirdi’ ifadesi de ‘şahitlik etti (شهد)’ ifadesinin karşılığıdır. Çünkü şahit olmak, görerek veya basiretle mümkündür (Müfredat). Şahitlik etmek ise, bu iki yoldan biriyle ulaşılan bilgiyi beyan etmektir. Basiret de ilim ve tecrübe yoluyla ulaşılan kesin kanaattir (Bakara 2/23, Âl-i İmran 3/18, Maide 5/83-84). Ayette sözü edilen şahıs, gözüyle görmediği bir olaya bilgisi ve tecrübesiyle yani basiretiyle şahitlik ettiği için bilirkişi konumundadır.
[*] Vezir diye tercüme edilen kelime “azîz (الْعَزِيزِ)”dir. Tevrat’ın Yaratılış 39:1 pasajında, bu adamın Firavunun görevlisi ve muhafız birliği komutanı Mısırlı Potifar olduğu söylenmektedir. Daha sonra hazinenin başına getirilen Yusuf aleyhisselama da “azîz” diye hitap edilmesi (Yusuf 12/78, 87), bu kelimenin o dönemde kralın yüksek rütbeli görevlileri için kullanılan genel bir ünvan olduğunu göstermektedir.
[*] Kadının Yusuf için ‘kendini korudu’ demesi, kendisinin de yaptığı şeyin sakınılması gereken bir eylem olduğunu bildiğini gösterir.
[*] Ayette geçen ( جَهَالَةٍ ) ‘cehâlet’in Türkçesi “cahillik” veya “cahillik etmek”tir. Cahillik, bilmemek; cahillik etmek de kendini tutamayıp yanlış iş yapmaktır. Züleyha ve diğer kadınların onu elde etmeye çalışmaları karşısında Yusuf aleyhisselamın söylediği sözler, cahillik etmekten korktuğunu göstermektedir. Çünkü o, kendine hakim olamamaktan korkmaktadır (Nisa 4/17).
[*] Hapishanedeki gençlerin rüyaları Tevrat’ta da anlatılmaktadır (Yaratılış, 40:1-23).
[1*] Yusuf 12/6.
[2*] Yusuf aleyhisselam rüyalarının yorumunu bekleyen bu iki kişinin dikkatlerini kendi üzerine çektikten sonra, bu ayetten 40. âyete kadar anlatılan bilgilerle güzel bir tebliğde bulunuyor. Bu da tebliğin uygun bir ortamda yapılması açısından iyi bir örnektir.
[1*] Bu ayet Yusuf aleyhisselamın babasından ayrılmadan önce doğru bir dînî eğitim almış olduğunu gösterir (Bakara 2/132).
[2*] Zümer 39/65.
[*] Neml 27/59, Zümer 39/29.
[1*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). Yusuf aleyhisselamın sözünü ettiği kişiler kendileri için bir takım tanrılar tanımlamış, özelliklerini kendileri uydurmuşlardır. Hud Aleyhisselam’ın kavmi olan Âd (A’raf 7/71) ve Mekkeli müşrikler de benzer tanrılar oluşturmuş (Necm 53/19-23) ve onlara tapmışlardır.
[2*] Rum 30/30, Beyyine 98/5.
[*] “Efendi” olarak tercüme edilen kelime “rab”tir. Rab kelimesinin Türkçe karşılığı “sahip”tir. Evin sahibine rabb’ud-dâr = evin rabbi (Müfredât), sermaye sahibine de rabb’ül-mal = sermayenin rabbi denir. Bu ve sonraki ayette “efendi” anlamında kullanıldığı gibi, Yusuf 12/50. ayette de rab kelimesi önce kral için “efendi” anlamında, daha sonra da “Allah” için “sahip” anlamında kullanılmıştır.
[*] Firavun kelimesi, “büyük saray” anlamına gelir ve bu kelimenin Mısır’da krallara ünvan olarak verilmesi 18. Hanedanlığın ortasında başlar (DİA, Firavun). Yusuf aleyhisselamın Eski Mısır’da yaklaşık 12. Hanedanlık döneminde, yani M.Ö. 2000-1600 yılları arasında yaşadığı öngörülmektedir. Demek ki Yusuf (a.s.) zamanındaki Mısır kralı “firavun” ünvanına sahip değildi.
[1*] Burada kralın Yusuf aleyhisselama gönderdiği kişi için kullanılan kelime, elçi anlamındaki (الرَّسُول) er-resûl’dür (Müfredat). Bu resulün görevi, ekleme veya eksiltme yapmadan, kralın rüyasını Yusuf aleyhisselama anlatmak, Yusuf aleyhisselamın yaptığı yorumu da krala ulaştırmaktır. (الرَّسُول) Er-resûl kelimesi, bu ayet dışında 52 ayette de “Allah’ın elçisi” anlamında kullanılır. Onların görevi de Allah’ın ayetlerini Allah’ın kullarına tebliğden yani ulaştırmaktan ibarettir (Maide 5/92).
[2*] Yusuf 12/31.
[*] Yusuf 12/23-24.
[*] Ayette yer alan (ما رحم ربي) cümlesindeki mâ ( ما ), fiile mastar ve zaman anlamı veren “mâ-i mastariyye-i tevkîtiyye” olduğu için ayete “Rabbimin ikram ettiği / uyarıda bulunduğu zaman” şeklinde anlam verilmiştir. Çünkü Allah, herkesi, yaptığı şeyin iyi veya kötü olduğu konusunda uyarır (Şems 91/7-10).
[1*] Önceki ayette (Yusuf 12/55) Yusuf aleyhisselam kraldan kendisini hazinelerin başına geçirmesini istemişti. Bu ayetten anlaşıldığına göre kral onu, her konuda yetkili yapmıştır. Bu surenin 78 ve 88. ayetlerinde ona “aziz” denmesinin sebebi budur. Bu ayetler Tevrat’taki şu pasajları tasdik eder: “Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan başka senden üstünlüğüm olmayacak. Seni bütün Mısır’a yönetici atıyorum.” “Firavun Yusuf’a, “Firavun benim” dedi, “Ama Mısır’da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak.” (Yaratılış 41: 40, 41, 44)
[3*] Hud 11/115.
[*] Kehf 18/30-31
[*] Burada sözü edilen kardeş, Yusuf’un ana baba bir kardeşi Bünyamin’dir. Diğerleri onun baba bir kardeşleri idi (Yusuf 12/8).
[*] Yusuf 12/12-13.
[*] Bu ayete göre Yakup aleyhisselamın şeriatında hırsızlık yapanın cezası, malını çaldığı kişinin esiri olmasıdır. Yusuf (a.s.) da kardeşi Bünyamin’i bu yolla alıkoymuştu.
[1*] Keyd (كيد) kelimesi, bir şeyi sağlam bir şekilde çözmeyi ifade eder (Mekâyis). Ayrıca bkz. Hac 22/15.
[2*] Rivayetlere göre o dönem yürürlükte olan Mısır ceza kanununa göre hırsızlığın cezası, hırsıza sopa vurmak ve çaldığı malı iki misliyle ödettirmekti.
[3*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Allah, Yusuf aleyhisselama gösterdiği bu çözüm sayesinde (Yusuf 12/76), Yusuf’un kardeşlerine, yaptıklarının dengi bir ceza veriyordu (Nahl 16/126). Nitekim babalarının tüm ilgi ve sevgisini kazanmak için Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri, bu oyunun sonunda babalarının ilgisini tamamen kaybetmiş oldular. Bu olay Tevrat’ın Yaratılış 44: 16-17 pasajlarında da anlatılmaktadır.
[1*] Yusuf 12/66.
[2*] Yusuf 12/15-18.
[1*] “Görmediğimiz şey” anlamı verdiğimiz kelime ğayb (غيب)’dır. Ğayb var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere denir (Müfredat)
[2*] Onlar babalarına, Bünyamin’i ne pahasına olursa olsun koruyacaklarına söz vermişlerdi (Yusuf 12/63).
[*] Şehirdeki her aileden Mısır’a yiyecek almak için gidenler olduğundan orada bunu duymayan kalmaz.
[*] Yusuf 12/18.
[*] Yusuf aleyhisselamın kardeşleri onu ve Bünyamin’i kıskandıklarından babalarına bir oyun kurarak Yusuf kuyuya attılar (Yusuf Suresi 8-19. ayetler). Uzun yıllar sonra Mısır'da önemli bir konuma gelen Yusuf’un huzuruna çıkan kardeşlerini Yusuf tanıdı ama onlar onu tanımadılar. Kardeşi Bünyamin'i bağrına bastı ve ona gizlice “Ben gerçekten senin kardeşinim. Artık onların yaptıklarından dolayı canını sıkma!” dedi (Yusuf 12/69) Daha sonra kralın sürahisini onun yükünün içine koyarak Bünyamin’i, kralın hukukuna göre alıkoydu ve kardeşlerini cezalandırdı. Bu, aynı zamanda babası Yakub aleyhisselam için de bir ceza idi. Çünkü kardeşleri: “Yusuf'u kurt yedi” dedikleri zaman, gerçeği ortaya çıkarmak için onları sorguya çekmeli veya gidip olay yerinde araştırma yapmalıydı. Bunları yapmadığı için Yusuf aleyhisselam, yıllarca ailesinden uzak kaldı. Onun bu eylemi, suç - ceza dengesi açısından önemli bir örnektir (Nahl 16/126).
[*] Yusuf 12/4-6. ayetlerde Yusuf aleyhisselamın gördüğü rüya ve Yakub aleyhisselamın yorumu anlatılır. Yusuf’la tekrar buluşacağını bu rüyadan dolayı biliyordu.
[*] Hicr 15/56, Ankebut 29/23, Zümer 39/53.
[*] Yusuf 12/15, 77.
[*] Yusuf 12/56-57.
[*] Şûrâ 42/43. Yusuf aleyhisselamın kardeşleriyle karşılaşması, Tevrat’ın Yaratılış 45:4-8 pasajlarında da benzer şekilde anlatılmaktadır.
[*] Yusuf 12/84.
[*] Yusuf 12/8.
[1*] Yusuf 12/4-6. ayetlerde Yusuf aleyhisselamın gördüğü rüya ve Yakub aleyhisselamın yorumu anlatılmaktadır. O, Yusuf’la tekrar buluşacaklarını bu rüyadan dolayı bilmekteydi.
[2*] Yusuf 12/86.
[*] Yusuf 12/91.
[1*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücut, ayaklar, eller ve dizler üzerinde, yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamdaki secdedir (Nisa 4/102-103).
[2*] Yusuf 12/4-5.
[3*] Tevrat’ın Yaratılış 37:1, 45:17, 25 pasajlarında Yakup (a.s.) ve çocuklarının yaşadığı yerin Kenan ülkesi olduğu bilgisi yer alır.
[1*] Yusuf 12/54-56.
[2*] Ayetteki “fâtır (فاطر)”, bir şeyi bölen anlamındadır (Lisan’ul-Arab). Allah, bütün varlıkları bölünme kanununa göre yaratmıştır (İsra 17/51, Rum 30/30, Şura 42/11).
[1*] Yusuf 12/3.
[2*] Yusuf 12/15.
[1*] En’am 6/90, Mü’minun 23/72, Furkan 25/57, Sad 38/86, Şûrâ 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.
[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209). Kur’ân’daki bütün bilgiler doğru olduğu için Allah ona zikir adını vermiştir. (Bkz. Hicr 15/9.)
[3*] Enbiya 21/50, Yasin 36/69, Sad 38/87, Zuhruf 43/44, Kalem 68/52, Tekvir 81/27.
[1*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır (Casiye 45/3-6). İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır.
[*] Müşrikler, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden; ama onunla kendi aralarına bir başkasını koyup onun aracılığı ile Allah’a yaklaşmaya çalışan, buna rağmen kendilerini mümin sayan kişilerdir (Zümer 39/3). İnsanın en yakını olan Allah (Kaf 50/16) ile araya konan her şey, Allah ile ilişkileri koparır ve kişiyi müşrik yapar. Mekkeli müşriklerin Allah’a olan inançlarını anlatan ayetler için bkz: Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Ankebut 29/61, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9, 87.
[*] A’raf 7/97-99, 187, Nahl 16/45-47, 77, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18, Kamer 54/50.
[1*] Nahl 16/125.
[1*] En’am 6/9, Nahl 16/43, Enbiya 21/7, Kasas 28/59.
[2*] Hac 22/46, Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü'min 40/21, 82, Muhammed 47/10.
[3*] En’am 6/32, Kasas 28/83.
[1*] Bakara 2/214, En’am 6/34, Yunus 10/103, Enbiya 21/9, Rum 30/47, Mü’min 40/51.
[2*] En’am 6/147.
[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.
[3*] Kur’ân, bütün nebilere verilmiş kitapları hem tasdik eder hem de içeriklerini korur. Onlara yapılan ekleme ve çıkarmalar, ancak Kur’an ile tespit edilebilir (Mâide 5/15-16, 48). Kur’an’ın önceki kitapları tasdik edici özelliğine dair ayetler için bkz: Bakara 2/41, 89, 91, 97, Âl-i İmran 3/3, 81, Nisa 4/47, En’am 6/92, Yunus 10/37, Fatır 35/31, Ahkaf 46/12, 30.
[5*] Lokman 31/3.