NÛR
[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için bu kelimeyi “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabileceği için ona "ikramı bol" anlamını verdik. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. ayette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.
[*] Ayette geçen “sûre” kelimesinin kök anlamı “çevreleme ve yükselme”dir. “Şehrin etrafını çeviren duvar” için aynı kökten “sûr” kelimesi kullanılır (Hadid 57/13). İki ucu birleşik ve sınır ifade eden bir yapıda olduğu için bileziğe “sivâr” denir (İnsan 76/21). “Sûre” kelimesi de bir şeyi diğerlerinden ayırmak için çizilen sınırı ifade eder. Sınırlar, yerine göre değişebilir. Nitekim Kur’ân’ın 114 bölümünden her birini diğerinden ayıran çeşitli ölçütler vardır. Mesela Fâtiha sûresi, Allah’ın dininin temel ilkelerini en öz biçimde bildirir. Yusuf sûresi bir kıssayı tüm ayrıntılarıyla baştan sona anlatır. Ancak sûre kelimesi Kur’ân’da daha kapsamlı bir kullanıma sahiptir. “Herhangi bir konudaki ayetlerden oluşan anlam kümesi” olarak tanımlayabileceğimiz “kur’ân” kavramı ile sûre kavramı arasında bir irtibat vardır. Ayetlerdeki kullanımlara bakılırsa sûrenin, “herhangi bir konudaki ardışık ayetler topluluğu” olduğu söylenebilir. Bu yönüyle her sûre bir kur’ândır ancak her kur’ân sûre değildir. Çünkü kur’ânın oluşması için ardışık ayetler şart değildir. Herhangi bir konuda farklı yerlerden seçilen ayetler kur’ânı oluşturur ancak mushaftaki yerleri açısından ardışık ayetler olmadığı için bunlara sûre denmez. Ardışık ayetlerden oluşan bir sûrenin herhangi bir ayeti, bir başka anlam kümesinin ayeti de olabilir.
[1*] “Kırbaç vurun” şeklinde tercüme edilen “feclidû (فَاجْلِدُوا )” emri, hem deriye vurma hem de deri ile vurma anlamındadır (Müfredat). Kırbaç da tek parça deriden yapılmış kamçı anlamındadır. Zinâ yaptığı sabit olan kişilere verilecek ceza budur. Kur’an’da zinâ suçu için recm yani taşlayarak öldürme cezası yoktur. Muhammed aleyhisselam Mekke’de iken önceki kitaplara uyma emri almıştı (En’âm 6/90). Medine’de ceza uygulayabileceği konuma gelince zinâ suçu işleyenlere Tevrat ve İncil’de bulunan recm cezasını (Tevrat, Levililer 20/10-21, Tesniye 22/22-26, İncil, Yuhanna 8/3-11, Matta 5/17-19) uygulamıştı (Buhârî, Hudûd, 24 ve 30). Çünkü henüz konuyla ilgili bir ayet inmemişti. Recm ile ilgili mevcut tüm hadisler, bu uygulamayı aktarmaktadır. Allah, Kur’an’da, önceki kitaplarda olan recm cezasını, ilk aşamada kadın için ev hapsi ve sözle incitme, erkek için sadece sözle incitme cezasına çevirerek hafifletmiş (Nisa 4/15-16); daha sonra Nur sûresinin bu ayeti ile daha da hafifleterek 100 celde /kırbaç olarak belirlemiştir. Bu cezada kadın-erkek ve evli-bekar ayrımı yoktur (Nisa 4/25, Nur 24/6-9, Ahzab 33/30). Durum böyleyken nebimizin geçici uygulamasını esas alıp ilgili ayetleri görmezlikten gelmenin kabul edilebilir bir yanı yoktur.
[2*] Nisa 4/15-16, İsra 17/32, Furkan 25/68, Mümtahine 60/12.
[1*] Nur 24/26.
[2*] Zinadan uzak duran bir mümin erkek veya kadın, ancak kendi gibi zinadan uzak duran biriyle evlenebilir Nisa 4/24, 25, Maide 5/5 ve Nur 24/26, Necm 53/32 . Zina ettikten sonra tövbekar olup kendini tamamen düzelten de namuslu sayılır (Nur 24/5, Furkan 25/68-70). Ayetteki müşrik, namuslu ve zinadan uzak olan müşrik kadın ve erkektir. Namuslu bir müşrikle evlilik, zina etmeyen bir müminin seçeneklerinden sonuncusu iken (Bakara 2/222), zina eden bir müminin sahip olduğu iki seçenekten biridir.
[1*] Bu ayete göre aksi sabit oluncaya kadar kadın iffetli sayılır.
[2*] Dört şahit, sadece kadınlara atılan zina suçunu ispat etmenin olmazsa olmaz şartıdır (Nisa 4/15). Tecavüze uğradığını söyleyen kadından ise şahit istenmez. Onun bu iddiası, bilirkişi raporuyla ispatlanabilir (Yusuf 12/26).
[3*] Nur 24/23-25, Ahzab 33/58.
[*] İşlenen günah ne olursa olsun, terk edilerek tövbe edilir ve doğru yola girilirse Allah, o günahı bağışlar (Âl-i İmran 3/135-136; Nisa 4/17, 48, 116; Kasas 28/67), ayrıca kuluna ikramda bulunur (A’raf 7/153, Nahl 16/119, Furkan 25/68-71, Zümer 39/53). Zinâ eden ve namuslu bir kadına zinâ iftirası (kazf) suçu işleyen biri, hak ettiği cezaya çarptırılır. Ama daha sonra tövbe edip kendini düzeltirse artık fasık /yoldan çıkmış sayılmaz, şahitliği kabul edilir ve zinâ etmemiş mümin biriyle de evlenebilir.
[1*] Burada sözü edilen kadın evlidir. “O azabı” diye tercüme edilen el-azab (الْعَذَابَ), kelimesi elif-lamlı olduğu için Nur 24/2 ayetinde açıklanan azabı yani yüz celde cezasını gösterir. Bu sebeple zina cezasında, evli bekar ayrımı yapılamaz (Nisa 4/25, Ahzab 33/30).
[2*] Bu ayet, zinaya şahitlik konusunda kadın-erkek ayrımının olmadığını gösterse de Zahiriler ve Şia dışındaki mezhepler bu konuda kadınların şahitliğini kabul etmezler. Zahiriler, kadın şahitlerin sekiz tane olmasını şart koşarken Şiiler üç erkek şahidin yanında iki kadının, dördüncü şahit olarak kabul edilebileceğini söylerler. Bu görüşlerin dayandırılacağı bir ayet veya hadis olmadığı gibi Nur 24/6-9’a aykırılığı da açıktır. Bakara 2/282’yi Maide 5/106-108 ile birlikte, dikkatli bir şekilde okuyanlar, şahitlik konusunda kadın ve erkeğin eşit olduğunu açıkça görürler. Bu konuda geleneği destekleyen bir hadis de yoktur. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.suleymaniyevakfi.org/kadin/kadinlarin-sahitligi.html
[*] Nur 24/14, 20.
[*] Buradaki iftira, Muhammed (a.s)'ın eşi Aişe validemize yapılan zina iftirası olup İslam tarihinde 'İfk Hadisesi' olarak bilinir.
[*] Nur 24/16.
[*] Nur 24/4.
[*] Nur 24/10, 20.
[*] İsra 17/36.
[*] Nur 24/12.
[*] Nahl 16/90.
[*] Bakara 2/242.
[*] Nur 24/23.
[*] Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26). Bu sebeple doğru yola girenin gönlünü İslam’a açar, yoldan çıkanı da sıkıntılara sokar ve daima uyarır (En’âm 6/125, Nur 24/10, 14, Şems 91/8-10).
[1*] Bakara 2/168-169.
[2*] Şâe (شاء) fiilinin kökü, “bir şey yapma” anlamında olan şey (شيء) dir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[1*] Hicret sözlükte (Müfredat), kişinin bir şeyden bedeniyle, diliyle veya kalbiyle uzaklaşmasıdır (Nisa 4/97-100, Enfal 8/72-75, Meryem 19/46, Furkan 25/30, Mümtehine 60/10, Müzzemmil 73/10, Müddessir 74/5).
[2*] Nisa 4/149, Şûrâ 42/40.
[1*] Nur 24/4. Ayette mümin-kafir ayrımı olmaksızın namuslu bütün kadınlara yapılan iftiranın büyük günah olduğu ifade edilmiştir. Burada ise Aişe Validemiz gibi zinâyı aklından bile geçirmeyen iffetli mümin kadınlara yapılan iftiranın daha büyük bir günah olduğu vurgulanmaktadır.
[1*] Nisa 4/40, Enbiya 21/47, Mü'min 40/17.
[2*] Hac 22/6, 62, Lokman 31/30.
[*] Nur 24/3. ayetine göre zinâ eden kadın veya erkek, kendisi gibi zinâ etmiş biriyle veya bir müşrikle evlenir. Bunların, namuslu müminlerle evlenmeleri haramdır (Nisa 4/24-25, Maide 5/5).
[1*] Arap dilinde beyt, gece kalınabilecek yerdir (Müfredât). Bir evin içinde başkalarının kullanımındaki odalar, ofis, iş yeri vb. yerler de “beyt” kapsamında değerlendirilir.
[2*] Ahzab 33/53.
[1*] Mü’min 40/19.
[2*] İsra 17/32, Mü’minun 23/5-7; Mearic 70/29-31.
[1*] Mü’min 40/19.
[1*] Evlenmesi uygun olanlar, reşit olan (Nisa 4/6) ve zinâdan uzak duran (Nisa 4/24-25, Maide 5/5, Nûr 24/3) kimselerdir.
[2*] Bakara 2/221, Nisa 4/3, 25, Mü’minun 23/6, Ahzab 33/50, Mearic 70/30.
[1*] Burada, ister hür, isterse esir olsun evlenme imkanı bulamayanların namuslarını korumaları emredilmiştir. Bu durumda esir kadınlar ile evlilik dışı cinsel birliktelik zina olur.
[3*] Evlenen kadın, eşinden mehir alır, erkek ise eşine mehir verir. Nisa 4/25. âyette esir kadın ile evlenen erkeğin ona mehir vermesi emredilmiştir. Burada ise evlenecek esire, sahibinin maddi yardımda bulunulması emredildiği için onun erkek esir olması gerekir. Çünkü erkek, evleneceği kadına mehir vermek zorundadır. Ayetin başı ve sonu, evlenme ile ilgili olduğu halde bu ayetin “Hâkimiyetiniz altındaki esirlerden (evlenmek için) izin isteyenlere, haklarında hayırlı olacağını biliyorsanız izin verin” bölümü, bağlamından koparılmış ve mükatebe diye bir kavram üretilerek bu kısma şöyle anlam verilmiştir “Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız hemen mükâtebe yapın.” Bunlara göre mükâtebe, esirin kendisinden istenen fidyeyi kazanıp efendisine ödeyerek hürriyetine kavuşması talebidir. Bu iddia doğru olsa ayette, “Allah’ın size verdiği maldan onlara verin” hükmü bulunmazdı. Savaş esirleri, savaşa katılan askerlere dağıtılır, sonra ya karşılıksız olarak ya da fidye karşılığı serbest bırakılırlar (Muhammed 47/4). Fidye karşılığı serbest bırakılacak olanlar için zekattan pay ayrılmıştır (Tevbe 9/60). Özgürlüklerine kavuşturuluncaya kadar, yanlarında kaldıkları ailenin evladı gibi muamele görürler (Nur 24/58-59). Hiçbir ayette, onların öldürülmesine veya köleleştirilmesine dair bir işaret yoktur. Ama mezhepler esirlerin öldürülebileceği, köle ve cariye yapılabileceği, cariyelerle nikahsız cinsel ilişkiye girilebileceği konusunda ittifak etmişlerdir. Bunun için bazı ayetleri yok saymış (Bakara 2/221, Nisa 4/25), bazı ayetlerin de anlamı bozmuşlardır (Nisa 4/3, Tevbe 9/5, Mü’minun 23/5-6, Mearic 70/29-30). Bu iki âyet, (Nur 24/32-33) anlamı bozulan ayetlerin başında gelir.
[4*] Buradaki “genç kızlarınız” ifadesinin kapsamına hür kızlar girdiği gibi esir kızlar da girer. İster hür, ister esir olsun, gizli veya açık zinadan uzak durmuş olmak, evlenmenin olmazsa olmaz şartlardandır (Nisa 4/24, 25, Nur 24/3 ve 26). Tövbekâr olup kendini tamamen düzelten de namuslu sayılır (Furkan 25/68-70). Zinadan korunmuş olan Müslüman veya gayrimüslim kadına muhsana dendiği gibi kocasının koruması altında olan evli kadına da muhsana denir (Nisa 4/24, Maide 5/5). Dolayısı ile bu ayette, “evlenmek isterlerse” anlamı verilen (إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا) ifadesi, o kızların evlenerek kocalarının koruması altına girme isteğidir. Zaten ayetin başında, evlenecek birini buluncaya kadar namusunu koruma emri almış birinin başka bir talebi olamaz. Sonuç olarak geleneksel yapının, ayetin son bölümüne verdiği anlam, hem bu ayete hem de ilgili bütün ayetlere terstir.
[1*] Burada kelimenin asıl anlamı “kör pencere” dir. Orası küçük bir yer olduğundan, okuyucunun kolay anlaması için, oyuk kelimesi tercih edilmiştir. Oyuğa konan lamba, onun her tarafını aydınlatır.
[*] Bunlar, Allah’a toplu halde ibadet edilen mescitlerdir (Bakara 2/114, Tevbe 9/18, Hac 22/40, Cin 72/18).
[1*] Ticaret, mal ve hizmet alım satımıdır. Alışveriş ise malın malla değişimidir (Nisa 4/29).
[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24,En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28) Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[3*] İbrahim 14/42, Mü’min 40/18, İnsan 76/7-11, Naziat 79/6-9.
[1*] Nahl 16/96-97, Ankebut 29/7, Zümer 39/33-35, Ahkaf 46/16.
[2*] Şâe (شاء) fiili için bkz. Nur 24/21. ayetin dipnotu.
[*] Bu ayet, kafirlerin beklentilerine ulaşamayacaklarını, üstelik tam bir hüsran yaşayacaklarını anlatmaktadır (İbrahim 14/18, Kehf 18/36, Furkan 25/23, Muhammed 47/1).
[1*] İsra 17/44, Hac 22/18, Hadid 57/1, Haşr 59/1, Saf 61/1, Cuma 62/1, Teğabün 64/1.
[2*] Ayetin metninde geçen salât (صَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır (Lisanu’l-Arab). Buradaki salât, Allah'ın göklerde ve yerde olan varlıklara verdiği görevlerdir. Her müslümanın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salât denmiştir.
[*] Bakara 2/107, Âl-i İmran 3/189, Maide 5/40,120, Tevbe 9/116, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûra 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.
[*] Yoğun bulutların arasından çıkarken görülen tek şey şimşektir. Dolayısı ile bu ayetteki el-vedak = (الودق) şimşek anlamındadır (Rum 30/48). Ondan yansıyan ışığa da berk = (البرق) denir (Bakara 2/19-20, Ra’d 13/12-13, Rum 30/24).
[1*] Gece ile gündüz, tıpkı güneş ve ay gibi kendi yörüngesinde dolaşan iki ayrı varlıktır (Yasin 36/40). Bunlar, dünyanın çevresini bir küre gibi sarar ve biri diğerinin üstüne çıkarak geceyi ve gündüzü oluştururlar (Zümer 39/5). Gündüz üste çıkınca gündüz, gece üste çıkınca da gece olur. Dünyanın uzaydan çekilen fotoğraflarını dikkatle inceleyen bunu görebilir.
[1*] Enbiya 21/30.
[*] Nur 24/34.
[*] Bakara 2/170, 213, Âl-i İmran 3/ 23-24, Nisa 4/60-65, Maide 5/104, Lokman 31/21.
[*] Hucurat 49/15.
[1*] Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmek için gönderilen elçi” anlamına da gelir. (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen Allah’ın resulü (رسول اللّه) ifadelerinde asıl vurgu ayetleredir. Muhammed aleyhisselam öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır (Âl-i İmrân 3/144).Resul kelimesi yerine ”resul /kitap” ifadesi bunun için yazılmıştır (Maide 5/67, Nahl 16/35).
[*] Muhammed 47/20-21.
[1*] Âl-i İmran 3/32, Nisa 4/59, 80, Maide 5/92, Enfal 8/1, 20, 46, Muhammed 47/33, Teğabün 64/12.
[1*] A‘raf 7/129.
[2*] İbrahim 14/14, Enbiya 21/105, Hac 22/41, Rum 30/47, Saf 61/10-13.
[1*] Bakara 2/43, 110, İbrahim 14/31, Hac 22/78.
[2*] Nur 24/54.
[*] Âl-i İmran 3/196-197, Enfal 8/59, Ankebut 29/22, Fatır 35/44, Mü'min 40/4, Şura 42/31, Ahkaf 46/32.
[*] Bu ayete göre yalnızca eşler birbirlerini çıplak olarak görebilirler (Mü’minun 23/5-6, Mearic 79/29-30).
[*] Bir kişinin çocukları büluğa ermeden sadece üç vakitte izin aldıkları halde (Nur 24/58), büluğa erdikten sonra her zaman izin almaları gerekir.
[1*] Zinet kelimesinin anlamı için Nur 24/31. âyetin dipnotuna bakınız.
[2*] A’raf 7/26-27, Nur 24/31, Ahzab 33/59.
[3*] Buradaki “hayr” kelimesi “daha iyi” anlamında ism-i tafdîl değil; “daima iyi” anlamında sıfat-ı müşebbehe’dir. İsm-i tafdil; ortak bir sıfatta, iki şeyi veya iki kişiyi karşılaştırmak ya da ortak bir özellikte birinin diğerlerinden daha üstün olduğunu göstermek için türetilmiş isimdir. Sıfat-ı müşebbehe ise özellik bildiren ve az ya da çok devamlılık bildiren isim cinsinden sıfattır.
[1*] Enfal 8/2-4, Hucurat 49/15.
[2*] Cihad, istişare vs. gibi onları bir araya getiren önemli işler.
[3*] Âl-i İmran 3/159.
[1*] Elçinin çağrısı, Allah’ın kitabına çağrıdır (Enfal 8/24).
[2*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.
[1*] Bakara 2/284, Yunus 10/55, Nahl 16/52, Hac 22/64.
[2*] Zümer 39/7, Mücadele 58/6-7.
Süleymaniye Vakfı Meali