NAHL
[1*] Şuara 26/204, Saffat 37/176, Mü’min 40/78.
[2*] En’am 6/57-58, Yunus 10/50-51, Hac 22/47, Neml 27/72, Ankebut 29/53-54, Sâd 38/16.
[1*] Bu ayetteki Ruh, Allah’ın emrinin içeriğidir. İndirdiği bütün ayetler, onun isteklerini içerir (İsra 17/85, Mü’min 40/15).
[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En’am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3, Teğabun 64/3).
[*] Yasin 36/77.
[1*] En’am 6/143-144, Zümer 39/6.
[2*] Nahl 16/66, 80, Müminun 23/21-22, Yasin 36/71-73, Mümin 40/79-81, Zuhruf 43/12-13.
[*] Âl-i İmran 3/14.
[1*] Nahl 16/5. Ayette en’âm cinsi hayvanların birçok faydasının yanı sıra etlerinin yenilebilir olmasının özellikle vurgulanması; fakat bu ayette at, katır ve eşeklerin binek ve süs amaçlı kullanımlarının ön plana çıkarılarak yenilebileceklerinden bahsedilmemesi etlerinin helal olmadığı gibi bir izlenim oluşturabilmektedir. Fakat ayette at, katır ve eşeklerin üzerinde yük taşımanın veya onları alıp-satmanın helal olduğundan da bahsedilmemiştir. Bu, onları bu işler için kullanmanın haram olduğunu göstermediği gibi etlerinin yenilmesinden bahsedilmemesi de haram olduklarını göstermez. Nitekim etleri haram kılınan hayvanların anlatıldığı hiçbir ayette at, katır ve eşeklere yer verilmemiştir (Bakara 2/173, Maide 5/3, En’am 6/145, Nahl 16/115). Ama en’am cinsi hayvanların anlatıldığı başka ayetlerde de onların etlerinin yenilebilir olmasının özellikle vurgulanması dikkat çekicidir (Mü’minun 23/21, Yasin 36/72, Mü’min 40/79). Bu, etlerinin tüketilmesi açısından en’am cinsi hayvanların at, katır ve eşeklere tercih edilmesi gerektiğine, çünkü en’âmın birçok faydasının yanı sıra insanlar tarafından özellikle yenilmek; at, katır ve eşeklerin ise yenilmekten ziyade başka işlerde kullanılmak üzere yaratıldıklarına; ama yenilmelerinin yasak da olmadığına işaret etmektedir.
[2*] Rahman 55/29.
[1*] İnsan 76/3, Leyl 92/12.
[2*] En’am 6/153.
[3*] En’am 6/149, Yunus 10/99, Kehf 18/29.
[*] Bakara 2/22, Hicr 15/22, Hac 22/63, Furkan 25/48, Rum 30/24, Lokman 31/10, Vakıa 56/68-70, Hadid 57/21, Abese 80/25-32.
[*] En’am 6/99, Taha 20/53, Neml 27/60, Fatır 35/27, Zümer 39/21, Kaf 50/9-11, Nebe 78/14-16.
[*] A’raf 7/54, Ra’d 13/2, İbrahim 14/32-33, Lokman 31/29, Fatır 35/13, Zümer 39/5.
[1*] Süs özelliği bulunan eşyalar, takılar: altın, gümüş, değerli taşlar, inci, mercan, sedef bu kelimenin kapsamına girer. Bunların hepsi kadına da erkeğe de helal kılınmıştır (A’raf 7/32, Fatır 35/12).
[2*] Arapçada büyük su kütlelerine; denize, akarsulara, tuzlu veya tuzsuz göllere “bahr (بحر)” denir (Lisan’ul-arab). Nitekim tatlı ve tuzlu su ayrımı olmaksızın Kur’an’da her ikisine de “bahr” denmiştir. Bahr kelimesi Türkçeye deniz diye çevrilir. Deniz deyince kimsenin aklına tatlı su kütlesi gelmeyeceği için kelimenin “büyük su kütlesi” şeklinde meallendirilmesi daha uygundur.
[3*] Bakara 2/164, İbrahim 14/32, İsra 17/66, Hac 22/65, Rum 30/46, Lokman 31/31, Casiye 45/12.
[1*] “Dağ” anlamına gelen “râsî” (راسي) kelimesinin çoğulu olan “revâsî” (رواسي), Kur’an’da 9 kez geçmektedir. Bu ayette olduğu gibi 2 ayette daha “meyd” (ميد) fiiliyle birlikte kullanılmıştır (Enbiyâ 21/31, Lokman 31/10). Meyd, “gidip gelme, sallanma, sarsılma” anlamlarına gelmektedir. Bu sebeple kelimenin geçtiği üç ayete, “sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi” şeklinde meal verilmekte, bu da dağların bulunduğu bölgelerde deprem olmadığı gibi bir yanlış anlamaya sebep olmaktadır. Oysa ayetteki “en temîde bikum” (أَن تَمِيدَ بِكُمْ) ifadesini “sizi sarsar diye” şeklinde çevirmek metne daha uygun olacaktır. Dolayısıyla ayetin meali “sizi sarsar diye yere sabit dağlar yerleştirdi” şeklinde olmalıdır. Ayette insanları sarsacak olan “yeryüzü”dür (الأرض). Dağların varlığı insanları bu sarsıntı esnasında korumak, daha güvenli bir yerleşim yeri oluşturmak içindir. Ayette dağların yeri sabitlemesinden bahsedilmemektedir. Nitekim toprak, kum ve alüvyonlu kıyı kesimlerin depremlerde en uzun süreli sarsıntı yaratan, sarsıntının şiddetinin en büyük, hızının en fazla olduğu bölgeler olduğu, dağlık ve kayalık alanlarda ise bu sarsıntıların çok daha kısa ve yavaş olduğu yerbilimleri tarafından da tespit edilmiş gerçeklerdir. Ayet bu gerçeği dile getirmekte, bu özelliğinden dolayı dağlar için demir atma, sabitleme kök anlamından türetilmiş (رواسي) revasi kelimesi kullanılmaktadır.
[*] "O yıldız" anlamında en-necm (النَّجْمِ) kelimesi bu ayetle beraber dört ayette daha geçer. (Necm 53/1, Rahman 55/6, Tarık 86/3). Kuzey Yarım Küre’de, konum ve yön belirlemede en önemli yıldız her gece, aynı noktada görülen Kutup Yıldızıdır. Ekvatora sıfır, kutup noktasına 90 derecelik açı yapar. Bu ikisi arasındaki her yere yaptığı açı, oranın enlemi kadardır. Güney Kutbunda Sigma Octantis adı verilen yıldızın da benzer özellikleri vardır.
[*] A’raf 7/191-195, Nahl 16/20, Hac 22/73, Furkan 25/3, Lokman 31/10-11, Fatır 35/40, Ahkaf 46/4.
[*] İbrahim 14/34.
[*] Âl-i İmran 3/29, En’am 6/3, Nahl 16/23, Hac 22/70, Mücadele 58/7, Teğabün 64/4, Mülk 67/13-14.
[*] Nahl 16/17.
[1*] Bakara 2/163, Nahl 16/51.
[2*] Saffat 37/35.
[*] Nahl 16/19.
[*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir En’am 6/25, Enfal 8/31, Müminun 23/83, Furkan 25/5, Neml 27/68, Ahkaf 46/17, Kalem 68/15, Mutaffifin 83/13.
[1*] Ra’d 13/42.
[2*] Nahl 16/45, Zümer 39/25.
[1*] En’am 6/22, Kasas 28/62, 74, Fussilet 41/47.
[*] Nisa 4/97, A’raf 7/37, Enfal 8/50, Muhammed 47/27.
[1*] Yunus 10/26, Ra’d 13/18, Zümer 39/10, Necm 53/31-32.
[2*] En’am 6/32, Yusuf 12/109, Ra’d 13/24, Kasas 28/83.
[1*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Kehf 18/107-108, Müminun 23/1-11).
[2*] Enbiya 21/102, Furkan 25/16, Yasin 36/57, Zümer 39/34, Fussilet 41/31, Şura 42/22, Kaf 50/35.
[*] Vakıa 56/88-89.
[1*] Bakara 2/210, En’am 6/158.
[2*] Yunus 10/44.
[*] Zümer 39/48-51, Mü’min 40/82-83, Casiye 45/33, Ahkaf 46/26.
[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. Nahl 16/2. ayetin dipnotu.
[2*] En’am 6/148-149, A’raf 7/28.
[1*] Tağut, haddini aşmakta ileri giden insan ve cin şeytanlarıdır. Bunlar, yoldan çıkmakla kalmaz ayetleri ya yok sayarak ya da anlamlarını bozarak başkalarının da haddini aşmasına ve yoldan çıkmasına sebep olurlar (Bakara 2/256, 257, Nisa 4/51,60,76; Maide 5/60, Zümer 39/17).
[3*] A’raf 7/30.
[4*] Âl-i İmran 3/137, En’am 6/11, Zuhruf 43/23-25.
[1*] A’raf 7/186, Ra’d 13/27.
[*] İsra 17/49-51, Enbiya 21/104, Hac 22/7, Mü’minun 23/15-16, Teğabün 64/7.
[*] En’am 6/164, Nahl 16/92, Taha 20/15, Hac 22/69, Zümer 39/3.
[*] Bakara 2/117, Yasin 36/82, Mü’min 40/68. Bu ayete, “ol der, hemen olur” şeklinde meâl verilir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığından (Kamer 54/49) o emirle, sadece oluşum başlar. Mesela Allah, bir çocuğun olmasını murad ettiğinde emri, döllenme öncesinde verir ve çocuk oluşmaya başlar (Al-i İmran 3/59, Meryem 19/35, İnsan 76/1-2).
[1*] Hicret sözlükte, kişinin bir şeyden bedeniyle, diliyle veya kalbiyle uzaklaşmasıdır (Müfredat). Bir Müslümanın, istenmediği bir yerden bedeniyle uzaklaşması (Nisa 4/97, Enfal 8/72-75, Tevbe 9/20, Nahl 16/110); babası, annesi, eşi veya kendine yakın gördüğü kişilerin kafir olmalarından dolayı kalbiyle uzak kalması da hicrettir (Âl-i İmran 3/28, Nisa 4/138-144, Tevbe 9/23-24, Müzzemmil 73/10)
[2*] Bakara 2/218, Âl-i İmran 3/195, Nisa 4/100, Hac 22/58-59.
[1*] Bu ve Yusuf 12/109, Enbiya 21/7 ayetler gayet açık olduğu halde, farklı yorumlar yaparak kadın nebiler de bulunduğunu iddia edenler mevcuttur. Bu iddia, Musa aleyhisselamın annesine “vahyedildiğini” (Kasas 28/7-9) ve Meryem Validemizi “Allah’ın seçtiğini” (Âl-i İmran 3/42) bildiren ayetler nedeniyle ortaya atılmıştır. Oysa Kur’an’da arıya da vahyedildiği bildirilir (Nahl 16/68). Nebilere bildirilen vahiy ile diğer insan ve varlıklara yapılan vahiy arasındaki fark, nebilere inen vahyin insanlara tebliğ edilmesi mecburiyetinin bulunmasıdır. Musa’nın (a.s.) annesine yapılan vahiy, onun bir karar vermesi için yalnızca kendisine yapılan ilhamdır. Allah herkesle ilham yoluyla konuşur (Şems 91/8-10). Meryem Validemizin “seçildiği” ibaresi ise, onun çağdaşı olan kadınlardan faziletli olduğunu bildiren ifadeyle devam eder. Kur’an’da “Allah seçti” ifadesi yalnızca nebiler için kullanılmamıştır. Bakara Suresi 247. ayette komutan yapılan Talut için de “Allah onu seçti” denmiş olması, Meryem Validemizin seçildiği ifadesinin nebiliğe işaret etme zorunluluğu olmadığını gösterir. Bu yüzden, ayetin metnine muhalif olan kadın nebilerin varlığı iddiası kabul edilemez.
[2*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Enbiya 21/7, 24). Ehl-i zikir de o kitapta uzmanlaşmış kişi demektir.
[1*] Zebûrlar diye meal verdiğimiz ez-Zübür (الزُّبر), ‘zebûr’un çoğuludur, hikmet dolu kitaplar anlamındadır (ez-Zeccâc, Meânî’l-Kur’ân). Âl-i İmran 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği açıklandığı için bu ayetteki ‘zübür’ün, hikmet dolu kitaplar dışında bir anlamı olamaz. Kelime, Şuara 26/196, Fatır 35/25 ve Kamer 54/43’te aynı anlamı ifade etmektedir. Bu zebûrlardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir. (Nisa 4/163, İsra 17/55) Zebûr, Davut aleyhisselama verilen kitabın özel ismi olmadığı için ez-Zebûr şeklinde geçmemektedir. Kelime, ez-Zebûr şeklinde elif lâmlı olarak sadece Enbiyâ 21/105’te geçer ve Davut aleyhisselam dahil bütün nebîlere verilen kitapları ifade eder.
[2*] Bu ayet, Nebîmize Kur’an’ı açıklama yetkisi verildiğine delil gösterilir. Oysa burada Nebimize verilen görev açıklama değil, kendine gelen zikri açıkça ortaya koymasıdır. Böylece kitaptan hiçbir şey gizli kalmayacaktır. Zaten Maide 5/15. ayet, tebyinin açıklama değil, “gizleneni ortaya çıkarma” anlamında olduğunu göstermektedir. Buna göre bu ayette de kitabın tebyin edilmesi, hiçbir şeyin gizlenmemesi, her şeyin açıkça ortaya konması anlamındadır. (Bakara 2/159-160, Âl-i İmran 3/187, Maide 5/19, Nahl 16/64).
[*] Yusuf 12/107.
[*] A‘raf 7/97-99.
[1*] Doğu tarafını solumuz alırsak Güneş doğunca gölgeler sağa doğru yatar ve arkasından sola yani doğuya doğru kaymaya başlar. Bu kayış, güneş batana kadar sürer. Bu sebeple sağ tekil, sol ise çoğul kullanılmıştır.
[2*] Ra’d 13/15, Furkan 25/45-46.
[*] A’raf 7/206, Nisa 4/172-173, Hac 22/18, Rahman 55/6.
[*] Enbiya 21/26-29.
[*] Bakara 2/163, Maide 5/73, Nahl 16/22, İsra 17/22, Şuara 26/213, Kasas 28/88, Zariyat 51/51.
[1*] Bakara 2/116, Yunus 10/68, İbrahim 14/2, Tâhâ 20/6, Hac 22/64, Şûrâ 42/4.
[2*] Yusuf 12/40, Zümer 39/3.
[*] En’am 6/64, Yunus 10/23, Ankebut 29/65, Rum 30/33, Zümer 39/8.
[1*] A’raf 7/194-195, Yunus 10/29, Nahl 16/21-22.
[2*] En’am 6/136-138.
[*] Melekleri Allah’ın kızı sayıp ilah ediniyorlar (En’am 6/100-101, İsra 17/40, Saffat 37/149-150, 153, Zuhruf 43/15-16, 19, Tûr 52/39, Necm 53/21-22, 27-28).
[*] Zuhruf 43/17-18.
[1*] A’raf 7/177.
[2*] Rum 30/27.
[1*] İbrahim 14/42, Kehf 18/58, Fatır 35/45.
[2*] Bkz. Enam Suresi 6/2. ayet ve dipnotu
[3*] Biz bir şeyi irade etsek bile onu, Allah, ayrı bir varlık olarak yaratmadan hiçbir şey yapamayız. Araf 7/54, Tevbe 9/51, Hadid 57/22 Tekvir 81/29
[4*] A’raf 7/34, Hicr 15/5, Müminun 23/43, Ankebut 29/53.
[1*] Kehf 18/36, Fussilet 41/50.
[1*] El-yevm (الْيَوْمَ) ’deki el (ال) takısı muzafun ileyhten ıvazdır (isim tamlamasındaki tamlayanın yerine geçmiştir); yevm’ud- dünya = dünya hayatı anlamındadır.
[2*] En’am 6/42-44.
[1*] En’am 6/143-144.
[2*] Fers; hazmedilen gıdaların bağırsaklardan süzülüp kana karışmış haline denir. Oradan karaciğere gelir, işlenir ve vücuda dağılır. Hücreler, bu fers ile beslenir. Fers, doğum yapmış bir memelinin memesine gelince meme onu kandan ayırır ve özel bir sıvı salgılayarak süt haline getirir. Kan ve fers aslında pistir. Bunlar yalın halde yenmez içilmez. Ama Allah Teâlâ bu iki pis maddeyi önce ayırır sonra bir sıvı ile fersin kimyasını değiştirir. Sonra mucize içecek olan süt meydana gelir.
[3*] Ulaşabildiğimiz tefsir ve meallerde ayetin “min beyni fersin ve demin” cümlesine “kan ile fışkı arasından” diye anlam verilmiştir. “Beyn” kelimesine “arasında” yani “vast” anlamı verilebilir ama onun asıl anlamı “ayırmak” yani “firak”tır. Bu ayet için uygun olan firak anlamıdır.
[1*] Her insanda iki nefis vardır; birincisi bedeni, ikincisi ruhudur. Ana rahminde döllenmiş yumurtadan yaratılan bedene ruhun üflenmesi, bütün organların tamamlanmasından sonra olur. Böylece insan, dinleyebilen, basiret ve gönül sahibi olan farklı bir canlı türü haline gelir (Müminûn 23/12-14, Secde 32/7-9). Canlılığın son bulması ölüm (mevt), ruhun bedenden alınması vefattır. Allah insanı iki şekilde vefat ettirir: biri uyuyunca, diğeri de ölünce olur. Ruh, bilgisayarın işletim sistemi gibi bütün bilgileri korur. Onun için Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu koruma altına alır. Uyuyan insanın ruhu, uyandığında; ölen kişinin ruhu ise vücut yeniden yaratıldığında geri döner (Müminûn 23/100, Zümer 39/42 Tekvîr 81/7).
[2*] Hac 22/5, Rum 30/54.
[1*] Hiç kimse yanındaki esiri kendisi ve ailesiyle eşit konumda tutmaz. Onların ihtiyaçlarını karşılama konusunda nebîmizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Elerinizin altındaki esirler ailenizin fertleri ve kardeşlerinizdir. Onları hâkimiyetinize veren Allah’tır. Allah kimin hâkimiyetine kardeşini vermişse yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ağır işler yüklemesin, yükleyecekse ona yardım etsin.” (Buhârî İman/22 babu’l-meâsı min emr’il-cahiliye) Nitekim Nur 24/58’de esirlerin aile içinde rahatça dolaşabilecekleri hükme bağlanmıştır. Benzer şekilde, Allah da kendi yarattığı kullarla hakimiyetini paylaşacak değildir. Öyleyse Allah’a ortak varlıklar uydurmayın.
[2*] Rum 30/28, Zuhruf 43/32.
[1*] Rum 30/21.
[2*] İltifat, bkz Nahl 16/16. ayetin dipnotu.
[*] Biz Allah’ı hayalimizde canlandıramayız. Bizim Allah ile ilgili bilgimiz O’nun bize Kur’an’da kendi hakkında bildirdiği kadardır. Bunun ötesinde yorumlar ve benzetmeler yapmak batıldır. Mesela hurafeciler Allah’ı devlet başkanına benzeterek kendilerinin de vali, kaymakam veya muhtar gibi onun bazı yetkilerine sahip kimseler olarak kabul edilmelerini sağlamak isterler. Bu, şirktir. Allah Teala, insanların yapacağı her tür benzetmeden uzaktır.
[1*] Bunlar bir olmazsa Allah ile uydurduğunuz ilahlar nasıl bir olur.
[2*] Hamd, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür” demek, en üstün övgüdür. Övgünün bir diğer çeşidi olan “şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için ‘güzel’ yerine ‘mükemmel’ kelimesini kullandık.
[3*] Rum 30/28, Zümer 39/29.
[1*] Maide 5/109, En’am 6/59, Hud 11/123, Neml 27/65, Cin 72/26-28.
[2*] Ölüm ile uyku, insan açısından aynıdır. (Zümer 39/42) Uyurken kapanan göz, uyanınca açılır. Ölürken kapanan göz de yeniden dirilince açılır. Her ikisi de gözü kapayıp açmadır. İnsan bu arada geçen sürenin farkında olmaz. (Bakara 2/259, Kehf 18/19, Yasin 36/51-52)
[*] Secde 32/7-9, Müminun 23/14.
[*] Mülk 67/19. Orada Allah’ın koyduğu kanuna göre uçmaktadır.
[*] En’âm, koyun, keçi, sığır ve deve anlamına gelir. (En’âm 6/144)
[*] Rum 30/57, Mü’min 40/52, Casiye 45/35, Tahrim 66/7, Mürselat 77/35-36.
[*] Meryem 19/82, Ahkaf 46/4-6.
[*] A’raf 7/44-51.
[2*] Yusuf 12/111.
[1*] Cinsel günahlar’ diye tercüme ettiğimiz kelime fahşa’dır. Fahşa ile fahişe kelimelerinin ikisi de mastardır ve aynı anlamdadır (Araf 7/28). Mastar olduğu için çoğul anlamı da verilebilir. Bu ayette kelimeye çoğul anlamı vermemiz, Necm 53/32’den dolayıdır.
[2*] Al-i İmran 3/134-136, Nisa 4/31, A’raf 7/80-81, İsra 17/32, Necm 53/32
[*] “... Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluk doğurur.” (İsra 17/34)
[1*] Bu çokluk sayı, zenginlik, itibar, güç ve diğer konularda olabilir.
[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.
[1*] Birinizi diğerinizden ayırmaz, hepinizi mümin yapardı. Maide 5/48.
[2*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili olarak bkz. Nahl 16/2. ayetin dipnotu.
[*] Bakara 2/224, Tahrim 66/1-2,
[*] Şeytan, doğru yoldan uzaklaşan ve o yolda olanlara düşmanlık eden insan ve cinleri ifade eder. (En'am 6/112-113, Nas 114/1-6) Kovulmuş şeytanlar, gözümüzle göremediğimiz cin şeytanlarıdır. (Saffât 37/6-10)
[*] İbrahim 14/22, Hicr 15/42
[*] Bir ayeti bir başka ayetle değiştirmek, hayırlısı ile nesih olabileceği gibi misliyle nesih de olabilir. “Sen sadece iftiracısın.” derken “Sen; Tevrat ve İncil’den alıp, bunlar bana indi, diyorsun.” demiş olabilecekleri gibi bir ayetin hükmü yeni bir ayetle neshedilğinde de “Yeni şeyler uyduruyorsun” demiş olabilirler (Bakara 2/106, Furkan 25/4-6)
[*] Arap olsun veya olmasın, açık ve düzgün konuşamayan kişiye Araplar “(الأعجم) el- a’cem” derler (Müfredat). Anlaşılması zor bir dil ile kastedilen iki şey olabilir. Birincisi Arapçanın ağızlarıdır. Her dilin bir fasih hali, bir de ağızları vardır. Mesela Türkçenin fasih hali İstanbul Türkçesidir. Yazı dili ve iletişim dili olarak İstanbul Türkçesi kullanılır. Bunun yanı sıra çeşitli bölgelerde konuşma dilleri yani ağızlar vardır: Karadeniz ağzı, Ege ağzı vb. Bu ağızlar fasih sayılmaz. A’cemi kelimesiyle kastedilen ikinci şey ise Arapçanın dışında kalan diğer dillerdir. (Şuara 26/198, Fussilet 41/44)
[*] Buradaki yalan, Nahl 16/103. ayette belirtilen, “Kur’an’ı Muhammed’e bir insan öğretiyor” yalanıdır.
[*] İbrahim, 14/2-3, Yunus 10/7-8.
[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.
[3*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.
[*] İbrahim 14/28.
[1*] Buradaki elçi, onlara Allah’ın ayetlerini anlatan kişidir (En’am 6/130, Kasas 28/59).
[2*] Mekke de bu ayetlerde anlatıldığı gibi güven ve tatmin ortamı içinde yaşanan bir kentti (Kasas 28/57-59, Ankebut 29/67, Kureyş 106/1-4). Diğer bütün kentlerin sakinlerinin de bu olaylardan ibret alarak Allah’a karşı görevlerini yerine getirmeleri gerekir.
[1*] Sadece akmış kan haramdır, damarlarda kalan kan haram değildir (En’âm 6/145).
[2*] Allah’tan başkası adına kesildiği net olarak bilinmedikçe, Besmelesiz kesilen veya Müslüman olmayanların kestiği hayvanın eti haram değildir. Aksini gösteren ne bir ayet ne de hadis vardır (Bakara 2/173, Maide 5/3, En’âm 6/121,145).
[*] A’raf 7/32, Yunus 10/59.
[*] Nisâ 4/160-161, En’âm 6/146, A’râf 7/163.
[*] Ayette geçen (جَهَالَةٍ) cehâlet’in Türkçe karşılığı cahillik veya cahillik etmektir. Cahillik, bilmemek, cahillik etmek de yanlış iş yapmaktır. Züleyha ve diğer kadınların onu elde etmeye çalışmaları karşısında Yusuf aleyhisselamın söylediği şu sözler, cahillik etme anlamına uygun düşmektedir: Yusuf dedi ki: “Rabbim! Hapis benim için bunların beni çağırdıkları şeyden daha iyidir. Kadınların oyununu benden savmazsan onlara kapılırım ve cahillik edenlerden# olurum.” Yusuf (as) kendine hakim olamamaktan korkuyordu. Allah Teâlâ kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemediği için (Bakara 2/286) bu âyette gecen cehalet kelimesine “bilmeden” anlamı verilemez.
[*] İbrahim 14/35-41.
[*] Hanif, yanlışlardan uzaklaşıp tavizsiz dosdoğru olma.
[*] Cumartesi yasağıyla ilgili Tevrat’taki hüküm şöyledir: “Tanrın Rabb’in buyruğu uyarınca Şabat (Cumartesi) Günü’nü tut ve kutsal say. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabb’e Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, öküzün, eşeğin ya da herhangi bir hayvanın, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Öyle ki, senin gibi erkek ve kadın kölelerin de dinlensinler.” (Tesniye 5:12-14).
[*] Kur’an’dan çıkarılmış doğru hükümlerle. Bkz. Al-i İmran 3/7 ve dipnotları.