MÜ'MİNÛN

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Mü'minûn 23/1)
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ
Müminler/inanıp güvenenler, kesinlikle umduklarına kavuşacaklardır.


(Mü'minûn 23/2)
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ
Onlar, namazlarında derin bir saygı içinde olanlardır[*].

[*] Bakara 2/45.


(Mü'minûn 23/3)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ
Onlar, boş şeylerden[*] kaçınanlardır.

[*] Bakara 2/225, Mâide 5/89, Furkan 25/72, Kasas 28/55.


(Mü'minûn 23/4)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ
Onlar, zekât için faaliyette bulunanlardır[*].

[*] Bazıları zekat vermek için çalışır, bazıları da zekatın yerine ulaşması için gayret gösterirler.


(Mü'minûn 23/5)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ
Onlar, edep yerlerini koruyanlar /açmayanlardır[*];

[*] Nur 24/30-31, Ahzab 33/35.


(Mü'minûn 23/6)
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ
sadece (hür) eşlerine veya[1*] hâkimiyetleri altında olanlara /esir eşlerine açabilirler[2*]. Onlar, bundan dolayı kınanmazlar.

[1*] Ayetteki “veya” ifadesi, bir Müslümanın edep yerlerini ya hür eşinin ya da hakimiyet altında yani esir konumunda olan eşinin yanında açabileceğini, bunun dışında açamayacağını gösterir. Çünkü edep yerlerini bir esirin yanında açabilmek için onunla evli olmak şarttır (Nur 24/32-33). Bir kadın sadece bir eş ile evlenebileceği için eşi hür ise hür eşinin yanında, esir ise esir eşinin yanında edep yerlerini açabilir. Benzer durum, erkek için de geçerlidir. Erkek de aynı anda biri esir, diğeri hür olan iki kadınla evli olamaz. Çünkü esir kadınla evlenmenin olmazsa olmaz şartı, hür kadınla evlenecek güce sahip olmamaktır. (Nisa 4/25). Bu sebeple erkek de tıpkı kadın gibi edep yerlerini ya hür ya da esir olan eşinin yanında açabilir. Ayette “veya” ifadesinin kullanılmış olmasının sebebi budur. Meale parantezleri, ayetin doğru anlaşılması için koyduk. Her şey gayet açık olduğu halde bütün mezhepler ve tefsir kitapları, ilgili ayetleri ya görmezden gelerek (Nur 24/32-33) veya anlamını tahrif ederek (Nisa 4/3) bir erkeğin, sayı sınır olmaksızın yanındaki cariyelerle nikahsız ilişkisini caiz gördükleri için hem bu ayetin hem de Meâric Suresi 70/30. âyetin anlamını bozmak zorunda kalmışlardır. Öncelikle “veya” anlamına gelen (أو) kelimesine “ve” anlamı vererek ayete, edep yerlerinin, nikahlı eşin yanında açılabildiği gibi esirlerin yanında da açılabileceği anlamını yüklemişlerdir. Ayetteki (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ) = “hakimiyetleri altında olanlar” ifadesinin kapsamına erkek esirler de girdiği için “hakimiyetleri altında olanlar” ifadesinin anlamını da “kadın esirler” yani cariyeler olarak değiştirmişlerdir. Aksi takdirde bu ayet, Müslüman kadınların da sahibi oldukları erkek esirlerle ilişkiye girebileceklerinin delili olurdu. Ama bunun da yeterli olmadığını, ayete böyle bir meal verilmesinin, müslüman kadınların, yanlarında bulunan cariyelerle kadın kadına sevişmenin caizliğine yani lezbiyen ilişkiye delil olabileceğini düşünememişlerdir. Halbuki Kur’an, lezbiyen ilişkiyi de büyük günahlardan saymıştır (En’âm 6/151, A’raf 7/33, Şûrâ 42/37, Necm 53/32).

[2*]  Hakimiyet altında olanlar sadece savaş esirleridir (Nisa 4/3, 24, 25, 36, Müminûn 23/6, Nur 24/31-33, Ahzab 33/52, 55).


(Mü'minûn 23/7)
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar sınırı aşanlardır[*].

[*] Mearic 70/29-31


(Mü'minûn 23/8)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ
Ayrıca müminler, aldıkları emanetlere riayet eden ve verdikleri sözü yerine getirenlerdir[*].

[*] Mearic 70/32.


(Mü'minûn 23/9)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ
Onlar, namazlarına özen gösterenlerdir[*].

[*] En’am 6/92, Meâric 70/23, 34.

 

(Mü'minûn 23/10)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ
İşte onlar sahip olacak olanlardır.


(Mü'minûn 23/11)
اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Onlar Firdevs cennetlerine sahip olacaklar, onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır[*].

[*] Firdevs kelimesi, her çeşit ürünü içinde bulunduran geniş bahçe anlamındadır (Kehf 18/107-108).


(Mü'minûn 23/12)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ
Şurası kesin ki insanı çamurdan süzülen bir özden yarattık[*].

[*] İnsanın bütün gıdası çamurdan, yani su ile toprağın birleşmesinden oluşur. Dolayısıyla yumurta ve spermin kaynağı da çamurdur. Tüm canlılar toprağın su ile birleşmesi neticesinde oluşan ürünlerle beslenirler (Enbiya 21/30, Secde 32/7-8).


(Mü'minûn 23/13)
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ
Sonra onu, karar-ı mekînde /yumurtaya ulaşma imkanı veren yerde döllenmiş yumurta haline getirdik[*].

[*] Erkeğin tohumu /menisi kadının üreme organına bırakıldıktan sonra  karar-ı mekîn’e  yani yumurtaya ulaşmasına imkan veren yere kendi gücüyle ulaşır (Tarık 86/6), orada yumurtayla birleşerek  nutfeyi /döllenmiş yumurtayı oluşturur (Abese 80/18-20). Çocuğun cinsiyeti ve diğer özellikleri bu sırada belli olur (Necm 53/45-46, Maide 5/32, Enbiya 21/35). Nutfe, karar-ı mekînden (yumurtalık ile rahim tüpü arası bölgeden), bir süre kalacağı müstekarra yani rahim tüpüne, oradan da doğuma kadar kalacağı müstevdaa yani rahime geçer (En’âm 6/98). Böylece oluşum, üç karanlık yerde tamamlanmış olur (Zümer 39/6).


(Mü'minûn 23/14)
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًاۗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ
Sonra döllenmiş yumurtayı, rahim duvarına asılı embriyo haline getirdik. O embriyoyu bir çiğnem et haline getirdik. O et parçasını kemikler haline getirdik ve kemiklere et giydirdik. Sonra da onu farklı bir yapıda oluşturup geliştirdik[1*]. Yaratanların en güzeli[2*] olan Allah, ne yüce bir bereket kaynağıdır[3*]!”

[1*] Farklı bir yapıda oluşup gelişmesi, yaratılışı tamamlanan cenine ruhun üflenmesi ile başlar. Ruhun üflenmesi, bilgisayara işletim sisteminin yüklenmesi gibidir. İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran şey, ruhun üflenmesi ile birlikte kazandığı özelliklerdir (Secde 32/7-9).

[2*] Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi yoktan var etmektir. Onu Allah’tan başkası yapamaz (En’âm 6/101). İkincisi, bir şeyden bir başka şey üretmektir. Bu tür yaratmayı insanlar da yapabilir. Nitekim İsa aleyhisselam, çamurdan bir kuş heykeli yaratmıştır (Âl-i İmrân 3/49).

[3*] Hac 22/5, Mü’min 40/67, Kıyamet 75/37-40.


(Mü'minûn 23/15)
ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَۜ
Siz daha sonra kesinlikle öleceksiniz[*].

[*] Zümer 39/30-31.


(Mü'minûn 23/16)
ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ
Sonra siz, kıyamet /mezardan kalkış[*] günü yeniden yaratılıp kaldırılacaksınız.

[*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.


(Mü'minûn 23/17)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ
Şurası kesin ki üstünüzde yedi yol yarattık[1*]. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz[2*].

[1*] Yedi yol, yedi kat gökten her birine giden yollardır, Bu yollar, mearic olarak tanımlanır. Bu tanım, onların birer asansör gibi çalıştığını ifade eder (Rahman 55/33, Mearic 70/3,

[2*] En’am 6/132, Neml 27/93.


(Mü'minûn 23/18)
وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ
Gökten belli ölçüde su indirip yerin içine depolarız[1*]. Biz onu yürütmenin ölçüsünü de elbette koymuşuzdur[2*].

[1*] Hicr 15/21, Zümer 39/21, Zuhruf 43/11.

[2*] Mülk 67/30.


(Mü'minûn 23/19)
فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍۢ لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
Onunla sizin için hurma ve üzüm bahçeleri oluşturup geliştiririz. Orada sizin için çok miktarda meyveler de olur. Onlardan yersiniz[*].

[*] En’am 6/141, Nahl 16/10-11, Yasin 36/33-36.


(Mü'minûn 23/20)
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ
Sina’daki Tur Dağı’ndan[1*] çıkan, yağ ve yiyenler için boya (yemeği ve vücudu güzelleştirici şey) üreten bir ağaç da yetiştiririz[2*].

[1*] Tûr, dağ anlamındadır (Mekâyis). Kur’an’da sadece Sina’da bulunan bir dağın adı olarak kullanıldığından, özel isim olarak da kabul edilir (Müfredat). Bu dağ, Sina’da olduğu için izafet /isim tamlaması “fî (في)” anlamında takdir edilerek anlam verilmiştir. Kur’an’da “Seynâ” ve “Sînîn” (Tîn 95/2) olarak geçen bu yere Türkçede “Sina” denir.

[2*] Nur 24/35

 

(Mü'minûn 23/21)
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
En’âmda /koyun, keçi, sığır ve devede[1*] sizin için kesinlikle alınacak dersler vardır. İçlerinde olandan (sütlerinden) size içiririz. Onlarda sizin için birçok yarar vardır. Bir de onlardan yersiniz[2*].

[1*] En’am 6/142-144.

 

(Mü'minûn 23/22)
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟
Hem onların üzerinde hem de gemilerde taşınırsınız.


(Mü'minûn 23/23)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Nuh’u halkına elçi gönderdik[*]. Onlara şöyle dedi: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur. Yanlışlardan sakınmayacak mısınız?”

[*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/59-72, Yunus 10/71-73, Hud 11/25-48, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.

    


(Mü'minûn 23/24)
فَقَالَ الْمَلَؤُ۬ا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يُر۪يدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَۚ
Halkının önde gelenlerinden kafirlik edenler dediler ki: “Bu sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstünlük kurmak istiyor. Allah gerek görseydi[1*] melekler indirirdi. Önceki atalarımız arasında da böyle bir şey olduğunu duymadık[2*].

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

 

 

 

(Mü'minûn 23/25)
اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِه۪ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ
O, cinlerin etkisine girmiş bir adamdan başkası değildir. Bu yüzden onu bir süre gözlemleyin[*].”

[*] Kamer 54/9.


(Mü'minûn 23/26)
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ
Nuh: “Rabbim! Onların beni yalanlamalarına karşı bana yardım et[*].” dedi.

[*] Enbiya 21/76-77, Şuara 26/117-118, Kamer 54/10, Nuh 71/26-27.


(Mü'minûn 23/27)
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Biz de ona şunu vahyettik: “Gözetimimiz altında ve vahyimize göre bir gemi inşa et. Emrimiz çıkıp tandır[1*] kaynadığında her canlı türünden bir çifti ve -hakkında önceden karar çıkan kişi hariç- aileni gemiye al[2*]. Yanlışlar içinde olanlar hakkında bana bir şey söyleme; çünkü onlar boğulacaklar[3*].”

[1*] (Tennur =التنور) tandır demektir. (Lisan’ul-Arab) Geminin tandırının kaynaması, onun buharlı gemi olduğunu ve harekete hazır hale geldiğini gösterir.

[2*] Bu, Nuh aleyhisselamın oğlu sandığı kişidir (Hud 11/45-46).


(Mü'minûn 23/28)
فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Yanındakilerle beraber sen de gemiye yerleştiğinde de ki: “Bizi, yanlışlar içindeki bu topluluktan kurtaran Allah’a hamdolsun.”

 

 

(Mü'minûn 23/29)
وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلًا مُبَارَكًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ
Bir de şöyle de: “Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; izzet ve ikramda bulunanların en iyisi sensin.”


(Mü'minûn 23/30)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ
Bu olayda, kesinlikle ayetler /dersler vardır[*]. Biz (kullarımızı) gerçekten yıpratıcı bir imtihandan geçiririz.

[*] Şuara 26/121-122, Kamer 54/15.


(Mü'minûn 23/31)
ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَۚ
Sonra onların arkasından başka bir nesil oluşturup geliştirdik.


(Mü'minûn 23/32)
فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ۟
Onlara da “Allah’a kulluk edin. Sizin ondan başka ilahınız yoktur; yanlışlardan sakınmayacak mısınız[*]?” desin diye kendi içlerinden bir elçi gönderdik.

[*] Nahl 16/36.


(Mü'minûn 23/33)
وَقَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ
Halkının içinden kafirlik eden, Ahirete varmayı yalan sayan, üstelik kendilerine dünya hayatında refah da verdiğimiz önde gelenler şöyle dediler: “Bu, yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bir beşerden başka nedir ki!


(Mü'minûn 23/34)
وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَرًا مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذًا لَخَاسِرُونَ
Sizin gibi bir beşere boyun eğecek olursanız, işte o zaman kesinlikle kaybedersiniz.


(Mü'minûn 23/35)
اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ
Ölüp de toprağa ve kemiklere dönüşmüşken sizin gerçekten diriltilip çıkarılacağınızı mı vaat ediyor?


(Mü'minûn 23/36)
هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ
Olmayacak şeyler vaat ediliyor size; hem de hiç olmayacak şeyler!


(Mü'minûn 23/37)
اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ
Hayat sadece dünyadaki hayatımızdır. Burada ölürüz, yeniden hayat buluruz[1*]. Yoksa biz (topraktan) tekrar diriltilecek değiliz[2*].

[1*] Bunlar, bir taraftan ölür, bir taraftan da doğarız demiş olabilecekleri gibi, tenasühe yani reenkarnasyona inandıklarını da söylemiş olabilirler. Her iki durumda da ahireti inkar etmiş olurlar.

[2*] En’am 6/29, Duhan 44/34-35, Casiye 45/24.

 

(Mü'minûn 23/38)
اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ
O, uydurduğu yalanı Allah’a mal eden adamın tekidir. Biz ona inanacak değiliz.”


(Mü'minûn 23/39)
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ
Elçi dedi ki: “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.”


(Mü'minûn 23/40)
قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ
Allah dedi ki: “Çok geçmeden kesinlikle pişman olacaklar.”


(Mü'minûn 23/41)
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَٓاءًۚ فَبُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Bunun üzerine hak ettikleri o yüksek ses onları yakaladı ve hepsini çer çöpe çevirdik. Yok olsun yanlışlar içindeki toplumlar!


(Mü'minûn 23/42)
ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُونًا اٰخَر۪ينَۜ
Sonra onların ardından başka nesiller oluşturup geliştirdik.


(Mü'minûn 23/43)
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ
Hiçbir toplum, ecelinin ilerisine geçemez, gerisinde de kalamaz[*].

[*] En’am 6/2, Araf 7/34, Hicr 15/5, Yunus 10/49, 98-99, Nahl 16/61.

 

(Mü'minûn 23/44)
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْدًا لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
Sonra elçilerimizi art arda gönderdik. Bir topluma ne zaman bir elçi geldiyse onu yalanladılar. Biz de her birini diğerinin ardından helak ettik ve birer hikâyeye dönüştürdük[*]. Yok olsun inanmayan toplum!

[*] Al-i İmran 3/184, En'am 6/34, Yunus 10/74, Hac 22/42, Ankebut 29/18, Rum 30/47.


(Mü'minûn 23/45)
ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Sonra Musa’yı ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle /mucizelerimizle, apaçık ve güçlü bir delil ile elçi olarak gönderdik.

 

 

(Mü'minûn 23/46)
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَال۪ينَۚ
Firavun’a ve onun ileri gelenlerine gönderdik; fakat onlar kibirlendiler. Çünkü onlar kendilerini üstün gören bir topluluktu.


(Mü'minûn 23/47)
فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ
Şöyle dediler: “Tıpkı bizim gibi beşer olan şu iki kişiye mi inanacağız! Üstelik bunların kavmi bize kölelik ediyor.”


(Mü'minûn 23/48)
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ
Böylece ikisini de yalanladılar ve helak edilenlerden oldular[*].

[*] A’raf 7/103-170, Hud 11/96-97, Taha 20/9-52, Mü'min 40/23-24, Yunus 10/75-93, Kasas 28/4, Zariyat 51/38-40.


(Mü'minûn 23/49)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Oysa doğru yola girsinler diye Musa’ya kitap da vermiştik[*].

[*] Bakara 2/87, Hud 11/110, İsra 17/2, Enbiya 21/48, Furkan 25/35, Kasas 28/43, Secde 32/23, Fussilet 41/45.


(Mü'minûn 23/50)
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟
Meryem’in oğlunu /İsa’yı ve annesini, bir âyet /bir mucize yaptık[1*]. Onları, kalınabilecek yeri ve akar suyu olan bir tepeye yerleştirdik[2*].

[1*] Meryem 19/21, Enbiya 21/91.

[2*] Meryem 19/23-26.


(Mü'minûn 23/51)
يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ
(Elçilere şunu söyledik:) Ey elçiler! Temiz olan şeylerden yiyin[*] ve iyi işler yapın! Ben ne yaptığınızı bilirim.

[*] Bakara 2/168, 172, Maide 5/88, Nahl 16/114.


(Mü'minûn 23/52)
وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ
İşte bu (bağlı olduğunuz) ümmetinizdir; tek bir ümmet. Ben de sizin Rabbinizim /Sahibinizim, öyleyse bana yanlış yapmaktan sakının[*]!

[*] Enbiya 21/92.


(Mü'minûn 23/53)
فَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
Fakat onlar, dinleri konusunda[1*] kendi aralarında bölünüp fırka fırka oldular. Her hizip kendinde olanla mutludur[2*]..

[1*] En'am 6/159.

[2*] Enbiya 21/92-93, Rum 30/30-32.


(Mü'minûn 23/54)
فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ
Onları, bir süreye kadar daldıkları şey içinde bırak[*]!

[*] Hicr 15/3, Zuhruf 43/83, Tur 52/45, Mearic 70/42.


(Mü'minûn 23/55)
اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ
Onlar ne sanıyorlar: Kendilerine mal ve evlat vermekle,


(Mü'minûn 23/56)
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ
onların iyilikleri için mi koşturuyoruz! Hayır, aslında kavramıyorlar[*].

[*] Al-i İmran 3/196-197, Müzzemmil 73/11.

 


(Mü'minûn 23/57)
اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ
Ama Rablerinden çekindikleri için korkudan titreyenler[*],

[*] Enbiya 21/49, Mülk 67/12.


(Mü'minûn 23/58)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ
Rablerinin ayetlerine inananlar[*],

[*] Neml 27/81, Rum 30/53, Secde 32/15.


(Mü'minûn 23/59)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ
Rablerine ortak koşmayanlar[*],

[*] Allah’a herkes inanır ama insanların çoğu araya başkasını koyar, şirk koşar. Bu sebeple Allah’a ve ayetlerine inandım demek yetmez, araya hiçbir şey koymamak /şirk koşmamak gerekir (En’am 6/82, Yusuf 12/106).


(Mü'minûn 23/60)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَۙ
ve verdikleri her şeyi, Rablerinin huzuruna çıkacakları için kalpleri titreyerek verenler var ya[*]

[*] İnsan 76/8-11, Leyl 92/18-21.


(Mü'minûn 23/61)
اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ
işte hayırlı işlerde yarışan ve o işlerde önde olanlar onlardır[*].

[*] Fatır 35/32, Vakıa 56/10-12.


(Mü'minûn 23/62)
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Biz kimseyi gücünün yetmediğinden sorumlu tutmayız[1*]. Yanımızda gerçekleri anlatan bir defter vardır[2*]. Kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.

[1*] Bakara 2/286, En'am 6/152, A'raf 7/42.

[2*] Kehf 18/49, Casiye 45/28-29, Kamer 54/52-53, İnfitar 82/10-12.


(Mü'minûn 23/63)
بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ
Aslında bunların (bölünüp fırka fırka olanların) kalpleri, bunu/ amel defterini dikkate almayıp daldıkları şey içindedir[1*]. Onların bunlardan/yukarıda anlatılanlardan öncelikli işleri vardır, o işler için çalışırlar[2*].

[1*] Bunlar 53’ten 56. ayete kadar anlatılanlardır.

[2*] Yunus 10/7-8, Rum 30/7.


(Mü'minûn 23/64)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ
Nihayet onlardan şımartılmış olanları azap ile yakaladığımızda birden feryat ederler[*].

[*] Enbiya 21/11-16.


(Mü'minûn 23/65)
لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ
“Bugün feryat etmeyin; çünkü bizden yardım görmeyeceksiniz[*]!

[*] Enbiya 21/39-40.


(Mü'minûn 23/66)
قَدْ كَانَتْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَۙ
Size ayetlerim bağlantılarıyla okunuyordu ama siz geri geri çekiliyordunuz.


(Mü'minûn 23/67)
مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ سَامِرًا تَهْجُرُونَ
Kur’an karşısında kibirleniyor, geceleri bir araya gelip hezeyanlar savuruyordunuz[*]"

[*] Mu'minun 23/105, Lokman 31/7, Casiye 45/7-8, 31.


(Mü'minûn 23/68)
اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ
Bunlar Allah’ın sözünü /Kitabını[1*] etraflıca düşünmediler mi[2*]? Yoksa bunlara, önceki atalarına gelmemiş olan bir şey mi[3*] geldi?

[1*] Kasas 28/51.

[2*] Nisa 4/82, Kasas 28/51-52, Muhammed 47/24.

[3*] Mekkelilerin eski ataları olan İbrahim ve İsmail aleyhisselama, tıpkı Kur'an gibi bir kitap inmişti (Bakara 2/136-137, Al-i İmran 3/84-85, Ahkaf 46/9).

 

 


(Mü'minûn 23/69)
اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ
Ya da kendilerine gelen elçiyi tanımıyorlar da bu yüzden mi onu reddediyorlar[*]!

[*] Yunus 10/16.


(Mü'minûn 23/70)
اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
Yoksa cinlerin etkisinde olduğunu mu söylüyorlar[1*]? Hayır! O bunlara doğruları getirdi ama bunların çoğu doğrulardan hoşlanmıyor[2*].

[1*] A'raf 7/184, Hicr 15/6, Sebe 34/7-8, 46, Tur 52/29, Tekvir 81/22.

[2*] Zuhruf 43/78, Muhammed 47/8-9.


(Mü'minûn 23/71)
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ
Eğer doğru, bunların arzularına göre şekillense göklerin, yerin ve oralardaki her şeyin[1*] düzeni bozulurdu. Aslında bunlara, fıtratlarındaki doğru bilgiyi getirdik ama bunlar, o doğru bilgiden yüz çeviriyorlar[2*].

[1*] (Men = من) kelimesi akıllı varlıklar için kullanılır. Akıllı varlıklar ile akılsız varlıklar birlikte anlatılıyorsa onları da içerecek şekilde kullanılır. Bunun Türkçede en iyi karşılığı “şey”dir.


(Mü'minûn 23/72)
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Yoksa bunlardan bir ücret mi istiyorsun? Oysa Rabbinin vereceği karşılık en iyisidir! O, rızık verenlerin en hayırlısıdır[*].

[*] Furkan 25/57, Sebe 34/47, Tur 52/40, Kalem 68/46.


(Mü'minûn 23/73)
وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Sen onları, kesinlikle doğru bir yola çağırıyorsun[*].

[*] En’am 6/153, İbrahim 14/1, Şura 42/52-53.


(Mü'minûn 23/74)
وَاِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ
Şurası bir gerçek ki ahirete inanmayanlar o yoldan ayrılırlar[*].

[*] Nahl 16/60, Neml 27/4.


(Mü'minûn 23/75)
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Onlara ikramda bulunup sıkıntılarını gidersek bile kesinlikle taşkınlıklarına dalar, bocalayıp dururlar[*].

[*] Yunus 10/12, Nahl 16/53-54, İsra 17/67.


(Mü'minûn 23/76)
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ
Onları azap ile yakaladığımızda da ne Rablerine boyun eğer ne de yalvarıp yakarırlar[*].

[*] En’am 6/42-43, A’raf 7/94-95.


(Mü'minûn 23/77)
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟
Onlara çetin bir azabın kapısını açıncaya kadar böyle devam eder; o anda birden ümitsizliğe düşerler[*].

[*] En’am 6/44.


(Mü'minûn 23/78)
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ
O, sizin için dinleme yeteneği, basiret /ileri görüşlülük ve gönüller oluşturup geliştirendir. Görevlerinizi ne kadar az yerine getiriyorsunuz[*]!

[*] Nahl 16/78, Secde 32/9, Mülk 67/23.


(Mü'minûn 23/79)
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Siz onun huzurunda toplanacaksınız[*].

[*] Şura 42/11, Mülk 67/24.

 

(Mü'minûn 23/80)
وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Hayat veren de öldüren de odur[1*]. Gece ile gündüzü art arda getirmek de onun işidir[2*]. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?

[1*] Yunus 10/56, Duhan 44/8, Hadid 57/2.

[2*] Bakara 2/164, Al-i İmran 3/190, Casiye 45/5.


(Mü'minûn 23/81)
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ
Aslında bunlar da tıpkı öncekilerin dediklerini diyorlar:


(Mü'minûn 23/82)
قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
“Ölüp de toprak ve kemikler haline dönüştükten sonra biz gerçekten diriltileceğiz, öyle mi?” diyorlar[*].

[*] Mü’minun 23/35; Saffat 37/16, Kaf 50/3, Vakıa 56/47.


(Mü'minûn 23/83)
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
“Bize yapılan bu tehdit daha önce atalarımıza da yapılmıştı. Bu, öncekilerin yalan yanlış yazılarından[1*] başka bir şey değildir[2*].”

[1*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir (En’am 6/25, Enfal 8/31, Nahl 16/24, Furkan 25/5, Neml 27/68, Ahkaf 46/18, Kalem 68/15, Mutaffifin 83/13).


(Mü'minûn 23/84)
قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Onlara şöyle de: “Biliyorsanız söyleyin, yeryüzü ve orada bulunanlar kimindir?”


(Mü'minûn 23/85)
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
“Allah’ındır!” diyeceklerdir. De ki: “O halde aklınızı başınıza almayacak mısınız?”


(Mü'minûn 23/86)
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Onlara bir de “Yedi kat göğün ve Yüce Arş’ın[*] sahibi kimdir?” diye sor.

[*] Burası, kainatın yönetim merkezidir (Saffât 37/6-10, Yunus 10/3, Ra’d 13/2).

 

(Mü'minûn 23/87)
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ
“Onlar da Allah’ındır!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse yanlışlardan sakınmayacak mısınız?”


(Mü'minûn 23/88)
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
De ki: “Her şeyin yönetimi elinde olan, koruyan ama ona karşı kimsenin korunamayacağı zat kimdir? Biliyorsanız söyleyin!”


(Mü'minûn 23/89)
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ
“Allah’tır!” diyeceklerdir. De ki: “O halde nasıl aldanıyorsunuz[*]?”

[*] Yunus 10/31, Ankebut 29/61-63, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/9-10, 87.


(Mü'minûn 23/90)
بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Yok; biz onlara gerçeği getirdik ama onlar kesinlikle yalan söyleyen kimselerdir[*].

[*] Nahl 16/105, Saffat 37/151-152.


(Mü'minûn 23/91)
مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذًا لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
Allah, çocuk edinmiş değildir, onun beraberinde bir ilah da yoktur. Öyle olsa, her ilah kendi yarattığı ile birlikte hareket eder, biri diğerine üstün gelirdi. Allah, onların yaptıkları nitelemelerden uzaktır[*].

[*] İsra 17/42, Meryem 19/88-93, Enbiya 21/22.


(Mü'minûn 23/92)
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟
Gaybı /algılanamayanı ve şehadeti /algılanabileni bilir. Onların ortak saydıklarıyla da bir ilgisi yoktur[*].

[*] Ali Imran 3/5, En’am 6/73, Ra’d 13/9, Secde 32/6, Haşr 59/22, Teğabün 64/18.


(Mü'minûn 23/93)
قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ
De ki: “Rabbim! Eğer onların tehdit edildiği şeyi bana gösterecek olursan,


(Mü'minûn 23/94)
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Ey Rabbim, o zaman beni yanlışlar içindeki o topluluğun arasında bulundurma[*]!”

[*] Yunus 10/46, Ra’d 13/40, Mü’min 40/77, Zuhruf 43/42.


(Mü'minûn 23/95)
وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ
Biz, onları tehdit ettiğimiz cezayı sana göstermemiz hakkında bir ölçü belirlemişizdir[*].

[*] Yunus 10/103, Mü’min 40/51.


(Mü'minûn 23/96)
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ
Kötülüğü en güzel biçimde sav[*]! Onların ne yakıştırmalar yaptıklarını iyi biliriz.

[*] Fussilet 41/34.


(Mü'minûn 23/97)
وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ
De ki: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım.[*]

[*] A’raf 7/200-201, Fussilet 41/36.


(Mü'minûn 23/98)
وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
Rabbim! Bunların çevremde olmalarından da sana sığınırım.”


(Mü'minûn 23/99)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ
Onlardan (kafirlerden) birine ölüm geldiğinde: “Rabbim! Beni geri döndürün[*]! der.

[*] Bu sözler, ruhun melekler tarafından alındığı sırada söylenen sözlerdir. Muhatabın tekil olmasına rağmen ifadenin, “Beni geri döndürünüz” şeklinde çoğul kullanılması, bu sözün en az üç kere tekrarlandığı şeklinde anlaşılabileceği gibi Allah ile araya koyduklarını da işe katarak onlardan da yardım istedikleri şeklinde de anlaşılabilir. (Secde 32/12, Şura 42/44).

 

(Mü'minûn 23/100)
لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحًا ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
(Döndürün ki) Terk ettiğim dünyada iyi işler yapayım.” (Ona) “Hayır, asla!” (denir.) Bu, onun mutlaka söyleyeceği sözdür ama önlerinde yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel vardır.


(Mü'minûn 23/101)
فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ
Sura üflendiği zaman, o gün, aralarında ne bir akrabalık bağı kalır ne de birbirlerini arayıp sorarlar[*].

[*] Kasas 28/66. Mearic 70/10-14, Abese 80/33-37.


(Mü'minûn 23/102)
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Kimin tartıları (sevapları) ağır gelirse işte onlar umduklarına kavuşacaklardır.


(Mü'minûn 23/103)
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ
Kimin de tartıları (sevapları) hafif gelirse onlar kendilerini hüsrana uğratmış olacaklar, Cehennem’de ölümsüz olarak kalacaklardır.[*]

[*] A’raf 7/8-9, Enbiya 21/47, Karia 101/6-11,


(Mü'minûn 23/104)
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ
Yüzlerini ateş yalar, onlar orada dudakları çekilmiş, dişleri ortaya çıkmış halde olurlar[*].

[*] Nisa 4/56, A’raf 7/44-49, İbrahim 14/50, Kehf 18/29, Enbiya 21/39.


(Mü'minûn 23/105)
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
“Size ayetlerim bağlantılarıyla okunmadı mı; ama siz onlar karşısında yalana sarılıyordunuz[*]!”

[*] Mu'minun 23/66, Fatır 35/36-37, Zümer 39/71Casiye 45/31.


(Mü'minûn 23/106)
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَٓالّ۪ينَ
Derler ki: “Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve yoldan çıkmış bir topluluk olduk[*].

[*] Mülk 67/8-11, Şuara 26/91-97.


(Mü'minûn 23/107)
رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Aynısını bir daha yaparsak gerçekten yanlış yapan kimseler oluruz.”


(Mü'minûn 23/108)
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ
Allah der ki: “Yıkılıp kalın olduğunuz yerde! Artık benimle konuşmayın[*]!”

[*] Bakara 2/167, Maide 5/36-37, Hac 22/22, Secde 32/20, Casiye 45/34-35.


(Mü'minûn 23/109)
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Kullarımın içinde: ‘Rabbimiz! İnanıp güvendik. Bizi bağışla, bize ikram et, sen ikram edenlerin en iyisisin’ diyen bir kesim vardı[*].

[*] Al-i İmran 3/16, 146-147, 193-195.


(Mü'minûn 23/110)
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ
Ama siz onları alaya aldınız. Öyle yaptınız ki sonunda onlar size, benim zikrimi /ayetlerimi unutturmuş oldu[1*]. Onlara gülüp duruyordunuz[2*].

[1*] Taha 20/124-127.

[2*] Bakara 2/212, Tevbe 9/79, Mearic 70/36-38, Mutaffifin 83/29-32.

 

(Mü'minûn 23/111)
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Ben de sabırlı davranmalarına /duruşlarını bozmamalarına karşılık bugün onları ödüllendirdim. Başaranlar işte onlar oldu[*].”

[*] En'am 6/16, Haşr 59/20, Nebe 78/31.


(Mü'minûn 23/112)
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ
Allah “Yeryüzünde kaç sene kaldınız?” diye soracak.


(Mü'minûn 23/113)
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ
Onlar: “Bir gün ya da günün bir kısmı kadar kaldık; onu sayanlara sor” derler.


(Mü'minûn 23/114)
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Allah şöyle diyecektir: “Pek az kaldınız, keşke bunu bilseydiniz[*]!

[*] Yunus 10/45, İsra 17/52, Rum 30/55, Ahkaf 46/35, Naziat 79/46.


(Mü'minûn 23/115)
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
Sizi boşuna yarattığımızı; huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı hesap etmiştiniz[*]?”

[*] Kıyamet 75/3, 36.


(Mü'minûn 23/116)
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ
Gerçek hükümdar olan Allah pek yücedir[*]. O’ndan başka ilah yoktur. O, değerli Arş’ın/ yönetimin sahibidir.

[*] Taha 20/114.


(Mü'minûn 23/117)
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
Kim, elinde bir kanıt olmadan Allah ile birlikte başka bir ilaha yalvarırsa hesabını yalnız Rabbinin huzurunda verecektir[1*]. Şu bir gerçek ki kâfirler[2*], umduklarına kavuşamazlar.

[1*] A'raf 7/33, Enbiya 21/24, Hac 22/71, Ahkaf 46/5-6.

[2*] Allah’tan başka ilah olduğunu iddia ederek, Allah’ı ikinci sıraya koyanlar (A’râf 7/30).

(Mü'minûn 23/118)
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ
De ki: “Rabbim! Bağışla, ikramda bulun; en iyi ikramı yapan sensin.”