KALEM

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Kalem 68/1)
نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ
Nûn[1*]! Kaleme ve (onunla) yazanların[2*] satır satır yazdıklarına yemin olsun ki[3*]

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

[2*] “Onunla yazanların” şeklinde tercüme edilen ifadenin öznesi belirli değildir. Satır satır yazma işinin fâili insanlar olabileceği gibi (Alak 96/4-5) melekler (Kamer 54/53) de olabilir.

[3*] Bu ayet, kalemle yazı yazmanın önemine vurgu yapmaktadır. Günümüzde, kalemle yazmanın, klavyeyle yazmaya kıyaslandığı pek çok araştırma yapılmış, sonuçlarda, kalemle yazmanın eylem-algı bağlantısını kurması nedeniyle öğrenmeyi kolaylaştırdığı gözlenmiştir. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4710970/ 


(Kalem 68/2)
مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ
Rabbinin nimeti sayesinde sen, cinlerin etkisinde değilsin[*].

[*] Her nebiye, cinlerin etkisinde kaldığı, aklını kaybettiği şeklinde suçlamalar yöneltilmiştir (Hud 11/87, Hicr 15/6, Şuara 26/27). Muhammed aleyhisselama da yöneltilen bu suçlamalar ayetlerle çürütülmüştür (A'raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Tur 52/29, Tekvir 81/22). Nebiler vahiy alırken yanlarına şeytanların yaklaştırılmadığı ve meleklerle korundukları (Cin 72/26-28),  bunun dışında şeytanların onlara vesvese vermeye çalıştıkları ama Allah’ın o vesveseyi giderdiği bildirilmektedir (Hac 22/52).


(Kalem 68/3)
وَاِنَّ لَكَ لَاَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۚ
Senin için kesintisiz bir ödül var[*].


(Kalem 68/4)
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ
Şüphesiz sen üstün bir ahlak üzeresin[*].

[*] Ayetteki “huluk (خلق)” gözle görülür güç, karakter ve huylar anlamına gelir (Müfredat) (Âl-i İmran 3/159, Ahzab 33/21, İnşirah 94/4).


(Kalem 68/5)
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ
Yakında göreceksin, onlar da görecekler[*],

[*] Saffat 37/174-175.


(Kalem 68/6)
بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ
hanginizin cinlerin /şeytanın fitnesine kapılmış[*] olduğunu!

[*] Buradaki kelime meftûn’dur. “Fitneye kapılmış” anlamındadır. Bilindiği gibi İblis cinlerdendir (Kehf 18/50). İnsanların ve cinlerin, başka kimseleri yoldan çıkarmaya çalışanlarına şeytan denir (Nas 114/5-6). Muhammed aleyhisselamın cinlerin etkisine girmekle itham edilmesi, şeytanın etkisine girdiğinin iddia edilmesidir. Şeytan insanı fitneye sokar (A’raf 7/27, Kalem 68/2).


(Kalem 68/7)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Senin Rabbin, yolundan sapanları iyi bilir. O, doğru yolda olanları da iyi bilir[*].

[*] En’am 6/117, Nahl 16/125, Necm 53/30.


(Kalem 68/8)
فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ
Öyleyse sen yalan söyleyip duranlara boyun eğme![*]

[*] Burada yalancılıkla suçlananlar kafirlerdir; çünkü bütün kâfirler yalancıdırlar (Bakara 2/39, Âl-i İmran 3/86-90, Furkan 25/52, Ahzab 33/1, 48).


(Kalem 68/9)
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ
Çok arzu ederler ki sen taviz veresin onlar da taviz versinler[*].

[*] İsra 17/73-75.


(Kalem 68/10)
وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ
Şunların hiçbirine boyun eğme: Yemin edip duranlara, alçaklara[*],

[*] En’am 6/109, Mücadele 58/14-16, Münafikun 63/1-2.


(Kalem 68/11)
هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ
kışkırtıcılık yapanlara, sürekli laf taşıyanlara,[*]

[*] Hümeze 104/1, Felak 113/4.


(Kalem 68/12)
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ
iyiliğe engel olup duranlara, sınırı aşanlara, günahkarlara[*],

[*] Casiye 45/7, Kaf 50/25, Mutaffifin 83/10-12.

 

(Kalem 68/13)
عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ
saygısızlara, bütün bunlardan sonra kötülükle damgalananlara[*],

[*] “Zenîm (زنيم)” kötülükle, cimrilikle ve seviyesizlikle damgalanan kişi (Lisan'ul-arab) anlamına gelir. Kelimenin kök anlamı bir şeyi bir şeye bağlamaktır (Mekâyîs'ul-luğa). Araplar, 'zenim' ifadesini veled-i zina anlamında da kullandıklarından, bazı meallerde bu anlam tercih edilmiştir. Ancak bir kimsenin gayrimeşru bir ilişkiden doğmuş olması kendi suçu ve tercihi olmadığından, Allah kimseyi bununla suçlamaz (Necm 53/38-41). Bu yüzden bu mealde, 'zenim' kelimesine "kötülükle damgalanan" anlamı verilmiştir.


(Kalem 68/14)
اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ
malı ve evlatları var diye (böyle davrananlara boyun eğme!)[*].

[*] Müddessir 74/11-16, Hümeze 104/1-3.


(Kalem 68/15)
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Böyle birine ayetlerimiz bağlantılarıyla birlikte okununca, “Bunlar, öncekilerin yazıları![*]” der.

[*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir (En’am 6/25, Enfal 8/31, Nahl 16/24, Mü'minun 23/83, Furkan 25/5, Neml 27/68, Ahkaf 46/17, Mutaffifin 83/13).


(Kalem 68/16)
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ
Böylesinin burnunu sürteceğiz[*].

[*] Bu gibilere, Ahirette uygulanacak olan cezalar için bkz: En’am 6/26-30, Mutaffifin 83/15-17.


(Kalem 68/17)
اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِح۪ينَۙ
Şu bahçenin sahiplerini yıpratıcı bir imtihandan geçirdiğimiz gibi böylelerini de kesinlikle yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz[*]: Bir gün sahipleri, bahçedeki ürünleri sabahleyin mutlaka toplayacaklarına yemin etmişlerdi.

[*] Benzer bir kıssa için bkz: Kehf 18/32-44.


(Kalem 68/18)
وَلَا يَسْتَثْنُونَ
(Muhtaçlara) hiçbir şey bırakmayacaklardı[*].

[*] Kalem 68/16 ayetinden, burada anlatılan olayın, Kur’an’ın indirilmesinden önce yaşandığı anlaşılmaktadır. Tevrat’ta, her hasatta geçerli olan şu kurallar yer alır: Tarlaların en kenar ve köşelerinin biçilmemesi, artakalan başakların toplanmaması, bağ bozumunda olgun olmayan üzümlerin devşirilmemesi, düşen üzümlerin toplanmaması, bütün bunların yoksullara ve yolculara bırakılması (Levililer 19:9-11). Demek ki bahçenin kenarlarında bir şey bırakmadan ürünün tamamını toplamak Kur’an’dan önceki şeriate göre suçtur. Bahçe sahipleri, bu emirlere karşı gelerek, başkaları için bahçede bırakmaları gereken kısmı da toplamaya yemin ettiklerinden, cezayı hak etmişlerdir.


(Kalem 68/19)
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ
Bu yüzden, onlar uykudayken[1*] Rabbinden gelen bir hortum[2*] bahçeyi sardı.

[1*] A’raf 7/97.

[2*] Ayette geçen “tâif (طَائِفٌ)” kelimesi, “bir şeyin etrafında dönen şey/kimse” demektir. Bahçeyi kökünden sökülmüş hale getirebilecek afet, ancak güçlü bir rüzgar olabilir. Kendi ekseni etrafında dönen iki tür rüzgar fırtınası vardır. Biri tayfun, diğeri hortumdur. Kendi etrafında dönerek ilerleyen bir bulutla başlayan ve yerle temas ettiğinde de daireler halinde küçük bir alanda dolaşmaya devam eden, huni şeklini almış güçlü hava sütununa hortum denir. Hortumun etki alanı küçük olmasına rağmen şiddeti büyüktür ve her yerde görülebilir. Buna karşılık tayfunlar, çok büyük bir alanı kaplayan, dünyanın dönüş yönüne zıt bir şekilde doğudan batıya doğru kendi ekseni etrafında dönen, sadece tropik enlemlerde ve okyanusların sıcak suları üzerinde hareket eden dev rüzgar fırtınalarıdır. Bu ayette sözü edilen afet sadece belli bir bölgede güçlü bir etki oluşturduğu için, burada geçen ‘tâif’ kavramına ‘hortum” anlamı verilmiştir.


(Kalem 68/20)
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ
Sonunda bahçe, kökünden sökülmüş gibi oldu[*].

[*] Benzer bir kıssa için bkz: Kehf 18/42.


(Kalem 68/21)
فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ
Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler:


(Kalem 68/22)
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ
“Eğer toplayacaksanız ürünlerinizin başına erkenden varın!”


(Kalem 68/23)
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ
Hemen yola çıktılar, aralarında şöyle fısıldaşıyorlardı:


(Kalem 68/24)
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ
“Bugün herhangi bir miskin /çaresiz, kesinlikle orada yanınıza sokulmamalı[*]!”

[*] Kur’an’da hasad günü, ürünün hakkının yani sadaka ve zekatının verilmesi istenmekte, sail (isteyen) ve mahrum (isteyemeyen) kimselerin insanların mallarında bilinen bir hakkı olduğu bildirilerek akraba, miskin ve yolcuya hakkının verilmesi emredilmektedir (En’âm 6/141, İsrâ 17/26, Rum 30/38, Zâriyât 51/19, Meâric 70/24, Maun 107/3).


(Kalem 68/25)
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ
(Çaresizleri) mahrum bırakmak amacıyla planladıkları şekilde erkenden gittiler.


(Kalem 68/26)
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ
Bahçeyi görünce şöyle dediler: “Biz, kesinlikle yolumuzu şaşırdık!


(Kalem 68/27)
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
Hayır, meğer mahrum bırakılan bizmişiz[*]!”

[*] Vakıa 56/63-67.


(Kalem 68/28)
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
Onların orta yolda olanı şöyle dedi: “Size, ‘Keşke (Allah’ın emrine) boyun eğseniz[*]!’ dememiş miydim?”

[*] Tesbih, Allah’a kulluk konusunda hızlı hareket etmek, Allah’ı tenzih ve ona uygun olmayan şeyleri ondan uzak bilmek demektir (Müfredat). Bu nedenle metindeki tesbih etme fiiline “Allah’ın emrine boyun eğmek” anlamı verilmiştir.

 

(Kalem 68/29)
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Şöyle dediler: “Rabbimize boyun eğeriz! Biz gerçekten yanlış yapan kimselermişiz!”


(Kalem 68/30)
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ
Sonra da kendi kendilerini kınar bir halde birbirlerine döndüler.


(Kalem 68/31)
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ
Şöyle dediler: “Yazık bize! Biz gerçekten taşkınlık eden kimselermişiz!


(Kalem 68/32)
عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ
Umarız ki Rabbimiz, bize bu bahçenin yerine daha iyisini verir. Biz umudumuzu sadece Rabbimize bağlarız[*]!”

[*] Enbiya 21/46.


(Kalem 68/33)
كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟
İşte (dünyadaki) azap böyledir! Ahiretteki azap ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi[*]!

[*] Ra’d 13/34, Taha 20/126-127, Zümer 39/26.


(Kalem 68/34)
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
Şüphesiz ki kendini yanlışlardan koruyanlar için Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır[*].

[*] Yunus 10/9, Hac 22/56, Sâd 38/49-54, Nebe 78/31-36.


(Kalem 68/35)
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ
Hiç, (bize) teslim olanları suçlularla bir tutar mıyız[*]!

[*] Secde 32/18-20, Sad 38/28, Zümer 39/9, Mü'min 40/58, Casiye 45/21, Haşr 59/20.


(Kalem 68/36)
مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ
(Ey suçlular!) Size ne oluyor, nasıl karar veriyorsunuz?


(Kalem 68/37)
اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ
Yoksa bir kitabınız var da ondan mı okuyup öğreniyorsunuz[*]?

[*] Sebe 34/44, Saffat 37/156-157.


(Kalem 68/38)
اِنَّ لَكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ
Onda: "Tercih ettiğiniz her şey, kesinlikle sizindir!" diye bir şey mi var?


(Kalem 68/39)
اَمْ لَكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ
Yoksa “Kesinlikle her konuda karar verme hakkınız var” diye sizin lehinize ettiğimiz, kıyamet gününe kadar geçerli yeminlerimiz mi var?


(Kalem 68/40)
سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَع۪يمٌۚۛ
Onlara sor bakalım, hangisi buna kefilmiş!


(Kalem 68/41)
اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَ
Yoksa onların Allah’a ortak koştukları kimseler mi var[*]? İddialarında haklı iseler ortak koştukları ile birlikte gelsinler.

[*] Şûrâ 42/21.


(Kalem 68/42)
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَۙ
O gün dizlerinin bağı çözülecek! Secdeye (kapanmaya) çağrılacaklar ama güçleri yetmeyecek[*].

[*] Dünyada iken secde etmeyen bu kimseler, ahirette isteseler de secde edemeyecek ve bu şekilde manevi bir azap yaşayacaklar.


(Kalem 68/43)
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ
Bakışları öne eğik, aşağılanmışlık her yanlarını sarmış halde olacaklar[*]. Halbuki onlar sağ salim iken de secdeye çağrılmışlardı (ama yapmamışlardı).

[*] Yunus 10/27, Mearic 70/44.


(Kalem 68/44)
فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ
Bu söz (Kur’an) karşısında yalana sarılanı bana bırak[1*]! Onları beklemedikleri yerden adım adım kötü sona yaklaştıracağız[2*].

[1*] Müzzemmil 73/11, Müddessir 74/11.

[2*] A’raf 7/182.


(Kalem 68/45)
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
Onlara süre tanırım. Benim kurduğum oyun sağlamdır[*].

[*] A’raf 7/183.


(Kalem 68/46)
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ
Yoksa onlardan ücret istiyorsun da onu ödeme yükü altında mı eziliyorlar[*]!

[*] Mü’minun 23/72, Furkan 25/57, Sad 38/86, Şûrâ 42/23, Tur 52/40.


(Kalem 68/47)
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
Yoksa gizli bilgiler onlarda da onu onlar mı kayda geçiriyorlar[*]?

[*] Tur 52/41.


(Kalem 68/48)
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ
Rabbinin kararı gelinceye kadar sabret /duruşunu bozma[1*]; balığın arkadaşı (Yunus) gibi olma! O sırada o, kendine öfkelenmiş bir halde Rabbine seslenmişti[2*].

[1*] Yunus 10/109.

[2*] Enbiya 21/87.


(Kalem 68/49)
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ
Eğer Rabbinden bir nimet onun imdadına yetişmeseydi yerilmiş bir halde çıplak bir alana atılacaktı[*].

[*] Yunus (a.s.) görev yerini, izinsiz olarak terk edip dolu bir gemiye binmişti. Birini gemiden atmak için kura çekildi. Kura kendisine çıkınca denize atıldı ve bir balık onu yuttu. O, bu sırada balığın karnında olduğu halde kendisinin karanlıklar içinde kaldığını sanmış, pişmanlık içinde tövbe etmişti. Bu onun için bir nimetti; çünkü balığın yuttuğunu fark etseydi ölmek üzere olduğunu anlayacağı için tövbesi kabul edilmezdi (Nisa 4/17-18, Enbiya 21/87-88, Saffât 37/139-148).


(Kalem 68/50)
فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Sonra Rabbi onu tekrar seçti ve iyilerden yaptı[*].

[*] Saffat 37/147.


(Kalem 68/51)
وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ
Kafirlik edenler, bu zikri[1*] /Kur'an'ı işittiklerinde neredeyse bakışlarıyla seni öldürecek gibi olurlar ve şöyle derler: “O, kesinlikle cinlerin etkisinde[2*]!”

[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Zikretmek, o bilgiyi dikkate alıp kullanmaktır. Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209, Haşr 59/19)

[2*] Hicr 15/6.


(Kalem 68/52)
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
Oysaki o zikir (Kur’an), herkesin aklında tutması gereken bilgiden başka bir şey değildir[*].

[*] En’am 6/90, Yusuf 12/104, Sad 38/1, 87; Tekvir 81/26-28.