ENAM
[*] Sahiplerini
[1*] Vücudun yaratılışı sırasında belirlenen son kullanma tarihi, biyolojik ömür. İnsanın vücut ölçüleri ana rahminde belirlenir. İlgili âyetler şöyledir: "Kahrolası insan, ne kadar da nankördür! Allah onu hangi şeyden yarattı? Döllenmiş yumurtadan değil mi? Yarattı, arkasından ölçüsünü belirledi." (Abese 80/17-19) Ana rahminde belirlenen ölçü, vücudun son kullanma tarihi olduğu için onu uzmanlar, tahmin edebilirler.
[2*] Ecel-i müsemmâ, yalnız Allah'ın bildiği son yaşama tarihidir. O ecel gelince insan ölür. Bazı yanlış davranışlar o eceli müsemmâyı kısaltabilir. Tevbe edip durumunu düzeltirse eceli eski seviyesine çıkar. Bunun örneği, Yunus aleyhisselamdır. Bkz. (Saffat 37/139-149)
[*] Bkz: Zuhruf 43/84
[*] Lut (a.s.)’ta olduğu gibi gelen melek, ancak ceza indirmek için gelir. Melekler ancak belirlenmiş bir iş için gönderirilirler (Bkz.: Hicr 15/8)
[*] Hamza, Kisaî, Yakub ve Ebu Bekri’in Asım’dan aldıkları kıraate göre ayet yasrif şeklindedir. Anlam buna göre verilmiştir.
[*] Önceki ayette, “Allah’tan başka ilah olmadığı” vurgulandığı için anlam bu şekilde verilmiştir.
[*] Kur’an duygusallıkla kavranmaz, bu sebeple bütün vurgular insan aklına yapılmaktadır.
[*] Cehenneme gidecekler, inandıktan sonra kafir olanlardır. Allah Teala şöyle buyurur: "Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran 3/106)
Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. O kurallar, kişinin hayat tarzına ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Görmezden gelse de üstünü örttüğü imanın kendine yeteceğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını, bir gün onu da yapacağını düşünür. “Kâfir olanlar, zaman zaman “Keşke biz de Allah’a teslim olanlardan olsak” diye arzu ederler. Bırak onları yesin, içsin hayatın tadını çıkarsınlar, beklentileri kendilerini oyalasın; nasıl olsa yakında öğreneceklerdir.” (Hicr 15/2-3)
Bunlar cehennemi görünce kendilerine fayda sağlayacak tek şeyin iman olduğunu anlayacak ve gerçek mümin olmak için dünyaya döndürülmek isteyeceklerdir. Ancak menfaatlerinin esiri oldukları için dünyaya döndürülseler bile doğu olanı değil de menfaatlerine uygun gördüklerini yaparak yine kafir olacaklardır.
[1*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. İnsanın var etmesi, “gerekeni yapması”, Allah’ın var etmesi de “o şeyi yaratmasıdır” (Müfredât). Allah her şeye bir ölçü koymuştur. Yarattığını o ölçüye göre yaratır. (Ra’d 13/8) Ayrıca En’âm 6/148-149’un dipnotlarına bkz.
[2*] Arapça olan ‘cahil’ kelimesine verdiğimiz “kendini bilmez, kendini tutamayan” anlamı için Bkz. Hud 11/46 ve Yunus 12/33 ayetleri ve dipnotları
[1*] Ümmetlerdir.
[2*] el- Kitab =الْكِتَابِ kelimesinde el =الْ takısı, Arap dili açısından muzafunileyhten ıvazdır; kitabena = كتابنا takdirindedir.
Allah kitabını, Adem aleyhisselamdan son Nebi Muhammed aleyhisselama kadar, bütün nebilerine vermiştir. İmtihan gereği koyduğu küçük farklar dışında hepsi aynıdır, biri diğerini tasdik eder. Bu ayetin indiği sırada henüz Kur'an tamamlanmamış olsa da tamamlanınca onda da hiçbir şeyin eksik bırakılmamış olacağı bu ayetin gereğidir.
[*] Âyette geçen yeşe' = يشأ fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre yaratır. (Kamer 54/49, Ra’d 13/8) Buradaki ölçü, kulun davranışları ile ilgilidir.
[*] Bkz. Bakara 2/20 ve dipnotu. Buradaki kanunu şu ayetler detaylıca anlatır: Bakara 2/186, Bakara 2/153, Bakara 2/155, Bakara 2/156.
[*] Dinleme, görme ve kalp gözü insanı diğer canlılardan farklı yapan ve ona ruh üflenmesi nedeniyle oluşan yapıdır. Bkz Secde 32/9 ve dipnotu
[*] Arapça “Selam size!” (Selâmun aleykum) Türkçe’de “Size selamet (esenlik ve güvenlik) olsun” demektir.
[*] Gayb kelimesinin açıklaması için Bkz:Al-i İmran 3/44 ve dipnotu
[1*] Ruh’un bedenden alınması vefat, canlılığın son bulması ölüm(mevt)’tir.
[2*] Ecel-i Müsemma: Belirlenmiş ecel. Bkz.: En’am 6/2 ve dipnotu.
[1*] iltifat
[2*] Ölüm(mevt) ve vefat kelimelerin aynı cümle içinde kullanıldığı bu ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Ölüm, bedenin canlılığının son bulmasıdır. Vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. 60. ayete göre her gece vefat edilmektedir ancak bu esnada beden ölü değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Konu ile ilgili olarak detaylı açıklama Zümer 39/42 ve dipnotunda verilmiştir.
[*] O haber, önceki ümmetler açısından gelen mucizelere inanmadıkları takdirde tehdit edildikleri helak edilme haberidir(Bkz: En’am 6/4-6). Bizim ümmetimiz için mucize söz konusu olmadığından tek sorumluluğumuz Kur’an-ı Kerim’dir. 66. ayette anlatıldığı şekilde; Kur’an’a karşı yalan yanlış şeylere sarılmamız durumunda 65. ayet gereği fırkalara bölünerek birbirimize baskı kuracağımız ve bunun Allah’ın koyduğu ölçü gereği kaçınılmaz olduğu açıktır. Kendilerini İslam alemi olarak nitelendiren bu coğrafyanın içinde bulunduğu çatışma ve istikrarsızlık ortamı tam da bu ayetlerde anlatıldığı gibidir. Benzeyen(müetaşabih) ayetler için bkz: (Kamer 54/1-8) , (Mülk 67/16-18), (Nebe 78/1-5)
[*] “Dünya hayatına aldanıp dinlerini oyun ve eğlence haline getirenleri bırak” şeklinde de anlam verilebilir. Bkz: Maturidi Tevilat
[1*] Sahibine
[2*] Arapça’da teslim olana müslüm, Türkçe’de müslüman denir.
[*] Hem gerçek varlıklar hem de gerçekleri gösteriri içerikte. Göklerin ve yerin, Allah’ın ayetlerinden olması ve emin olmak isteyenler için buralarda pek çok delil bulunması ile ilgili diğer ayetler (Nuh 71/15-17), (Casiye 45/12-13), (Bakara 2/164), (Al-i İmran 3/190), (En’am 6/99), (Yunus 10/6), (Yunus 10/101), (Ra’d 13/2)
Arapça bakımından “el hakkı (الْحَقُّ)” kelimesini tam olarak Türkçeye çevirebilmek zordur. Örneğin “Kıyamet günü haktır” dediğimiz zaman hem o günün gerçekliğini hem de o gün gerçekleri göreceğimizi ifade emiş oluruz. Aynı şekilde “Bu kitap haktır” dediğimiz takdirde hem bu kitabın kendisinin gerçek olduğunu hem de gerçekleri gösteren bir kitap olduğunu söylemiş oluruz. Türkçe’de kelimelerin bu şekilde kullanımına dair bir özellik bulunmadığından çeviride parantezli kullanımı tercih etme zorunluluğu oluşmuştur.
[*] Zulüm Arap dilinde yanlış yapma anlamındadır. (Müfredat) Burada imanda yapılan yanlışa dikkat çekilmektedir. O yanlış şirktir.
[*] 73. âyetten itibaren İbrahim aleyhisselamın Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili olarak yaptığı gözlemlerden, vardığı sonuçlardan ve onlara dayanarak yaptığı mücadeleden bahsediliyor. Bu gözlemi her insan yaparak Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Bu da Allah’ın bize karşı delilidir. Bu olay büluğ öncesi meydana geldiğinden İbrahim aleyhisselamın o zaman büluğ çağına yakın bir yaşta olması gerekir. Burada onun nebiliğinden bahsedilmemesi de bunu desteklemektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.
Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”
İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.” (A’raf 7/172-174)
Halk arasında “bezm-i elest’te alınan misak” veya “elestu birabbikum” denen bu olay, insanın, açık ve net olarak, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesi olayıdır. Âyet bu işlemin, Âdem oğullarının “bellerinden nesillerinin alınması” sırasında kesinleştiğini bildirmektedir.
80. âyette halkında "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onlarında ulaşmış olduğunu gösterir. Bundan sonra bazıları menfaatlerini gözeterek yanlışlara boyun eğer, bazıları da her şeyi göze alarak yanlışla mücadele eder. İbrahim aleyhisselam o mücadeleyi yapmada hepimize örnektir.
[*] Bu, Nebimize verilmiş emirdir. Kendine indirilmemiş konularda Tevrat’a ve İncil’e uymak zorunda olduğu için Mekke’de ve Medine’de namaz kılarken Kudüs’e doğru dönmüştür. Maide 3. âyetin inmesiyle birlikte dinin tamamlandığı, artık Kur'an'da olan hükümlere uyulması gerektiği bildirilmiştir.
[1*] Ayetin devamından bunların Yahudiler olduğu anlaşıldığı için bu ifade kullanılmıştır.
[2*] Nur, ışık kaynağının sebep olduğu aydınlıktır. Bkz: Rahman 55/5.
[*] Âyetin metninde geçen es-salât = الصَّلَاة kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Kişinin sürekli yapması gereken, kendine düşen görevlerdir. Her müslümanın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir.
[*] Bu Allah’ın yaratma kuralıdır. Biyolojide buna mayoz veya mitoz bölünme denir.
[*] Türkçe'de iltifat sanatı olmadığından âyete bu sanat yok sayılarak meal verilmiştir.
[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. İnsanın var etmesi, “gerekeni yapması”, Allah’ın var etmesi de “o şeyi yaratmasıdır” (Müfredât). İmtihanla ilgili konularda ilk kararı insan verir. Çünkü Allah, herkesin yola gelmesini ister (Nisa 4/26) ama sadece “doğruya yöneleni kendine yöneltir” (Ra’d 13/27).
[*] Kâfirlerin ön yargıları, istiare-i temsiliyye (alegori) ile canlandırılmıştır. İstiarede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “gibi” sözüyle açığa çıkarılmıştır. (Bakara 2/6-7, Yasin 36/8-10, Lokman 31/6-7, Casiye 45/6-7)
[1*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. Özne Allah ise “gereğini yarattı” anlamına gelir. (Bkz. Müfredât). Burada yaratması beklenen imandır. Allah sadece “doğruya yöneleni kendine yöneltir” (Ra’d 13/27)ama insanların çoğu, kendini düzeltmeden mümin sayılmak ister.
[*] Taha 20/117
[*] İltifat
[*] Allah’ın Elçisi Muhammed aleyhisselam da dahil hiç kimsenin sözü Allah’ın sözünün yerine konamaz. Şu âyetlere göre herhangi bir kimsenin sözünü Allah’ın sözlerinin yerine koyan, onu ilahlaştırmış ve müşrik olmuş olur: ELİF! LÂM! RÂ! Bu, doğru hükümler veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından, ayetleri, hem muhkem kılınmış hem de ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki:) Ben de onunla (bu Kitap ile) sizi uyaran ve size müjde veren bir kişiyim. (Hud 11/1-2)
[*] En’âm Suresi Mekke’de indiği için bu ayet, Mekke'de müslümanların, müşriklerin, Allah’ın adını anarak kestikleri hayvanların etinden yemediklerini gösteriyor. Çünkü onlar, kestikleri hayvanların sadece bir kısmı üzerine Allah’ın adını anmaz En'am 6/138 onları Allah’tan başkası adına keserlerdi En'am 6/145 Âyetler çok açık olmasına rağmen Sünni, Şiî bütün mezhepler, müşriklerin kestiklerini yemenin haram olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Haram olan, sadece Allah’a iftira ederek adını anmadan kesilendir. O hayvanları, bu iş için yerleştirilmiş taşlar (nusub) üzerinde keserlerdi. Bkz. En'am 6/121, Maide 5/3
[*] Allah’tan başkası adına kesilmediği sürece besmele çekmeden kesilen kesilen hayvan etlerinin yenilmeyeceğini hiçbir delili yoktur ( Bakara 2/173, Maide 5/3. En’am 6/145 ve Nahl 16/115.). Besmele, sadece Kurban bayramı kurbanı için şarttır (Hac 22/28, Hac 34-36.)
Maalesef tefsir ve meallerde bu âyete yanlış meal verilerek besmelesiz kesilen hayvan eti haram sayılmıştır. Bunların Arap diline açıkça aykırı olan hataları وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ cümlesini, önceki cümleye atfedilmiş saymalarıdır. O cümle fiil ve inşa cümlesi, bu ise isim ve haber olduğundan bu cümle, وَلاَ تَأْكُلُواْ cümlesi için hal olur ve yeme yasağını, kesimin fısk şeklinde olması hali ile sınırlar. Zaten bu Surenin 145. âyetine göre fısk, Allah’tan başkası adına hayvan kesme eylemidir. Eğer iddia edildiği gibi besmelesiz kesilen hayvanın eti haram olsaydı En’âm 6/145, Bakara 2/173, Maîde 5/3 ve Nahl 16/115. âyetlerde onun da zikredilmesi gerekirdi. Bu âyetlerin hiçbirinde hayvanı kesenin müslüman olması şartı da yoktur. Bir grup sahabî Resûlullâh’a: “Ey Allah’ın Resulü! Bazıları bize et getiriyor. Üzerine Allah’ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz. Ondan yiyelim mi, yemeyelim mi?” diye sordular, dedi ki: “Siz Allah’ın adını anın ve yiyin!” (Buhârî, Zebâih, 21; Ebû Dâvûd, Edâhî, 13–19; İbn Mâce, Zebâih, 4.)
[*] Âyetteki = شديد şedîd, sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiili ile tam orantılıdır: “Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Kimseye haksızlık yapılmaz.” (En'âm 6/160)
[1*] Allah’ın iki türlü iradesi vardır; birincisi isteğini diğeri kararını gösterir. Şu âyetlere göre O, her insanın yola gelmesini ve yanlışlardan dönmesini ister:
“Allah, her şeyi size açık açık göstermek; sizi, sizden öncekilerin doğru yollarına yönlendirmek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah bilir, doğru kararlar verir. Allah tevbenizi kabul etmek ister; arzularının peşine takılanlar da büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.” (Nisa 4/26-27)
İstek anlamındaki irade yerine gelmeyebilir. Allah bütün insanların tevbe etmesini ister ama etmezler. Arzularının peşinde olanlar da istedikleri halde bütün insanları saptıramazlar.
Allah’ın karar anlamındaki iradesi kesin olarak yerine gelir ve verdiği "ol" emriyle birlikte o şey oluşmaya başlar. Şu âyet onu gösterir: Allah bir işe karar verdi mi, ona sadece “ol!” der, o da oluşur. (Bakara 2/117)
İnsanın kararı anlamındaki iradesi, ancak gereğini yapmasıyla meydana gelebilir. İlgili âyet şöyledir: İnsanın kendi çalışmasıyla olandan başkası kendine ait değildir. (Necm 53/39) Çaba gösterilen şeyin oluşması da Allah'ın gerekli şartları yaratmasına bağlıdır. Kul kasib yani çalışan Allah da yaratandır. Bu, şu ayetlerin hükmüdür. Yaptığınız tercih ve gösterdiğiniz çaba, ancak bütün varlıkların Sahibi olan Allah’ın yaratması ile gerçekleşir. (Tekvir 81/29) Allah’ın onayı olmadan hiç bir olay meydana gelmez. Kim Allah’a inanıp güvenirse O, onun kalbini doğruya yöneltir. Her şeyi bilen Allah’tır. (Teğabun 64/11)
Sonuç olarak Allah’ın bir şeyi var etmesi onun iradesi ve emriyle olur. Kulun var etmesi de irade etmesi ve çalışmasıyla meydana gelir.
[2*] Sapmakta olan kişiyi Allah çeşitli, yollarla uyarır. İçinin bu şekilde daralması ondandır. İlgili ayetlerin bir kısmı şöyledir: "Allah, bir topluluğu yoluna kabul ettikten sonra sakınmaları gereken şeyi onlara açıkça göstermeden yoldan çıkışlarını onaylamaz. Her şeyi bilen Allah’tır." (Tevbe 9/115) "O, kişinin içine davranışlarının yanlışlığını da doğruluğunu da fısıldar. Kim kendini geliştirirse umduğuna kavuşur. Kim de kendini pis işlere sokarsa kaybeder." (Şems 91/8-10)
[*] Bkz. Nisa 4/48 ve dipnotu. Allah, şirkin dışındaki günahları affedebileceğini bildirdiği için müşrik olmadığı halde ebedi cehennem cezasını hak edenler çıkarılabilirler.
[*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. Özne Allah ise “gereğini yarattı” anlamına gelir. (Bkz. Müfredât). Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek şartlardır.
[*1] En'am: Koyun, keçi, sığır ve devetir. Bakınız En'am 6/142-144.
[*2] İltifat.
[*] Zekatı
[*] Bu ve bundan önecik âyetin başında gizli enşee = أَنشَأَ fili vardır. Anlam ona göre verilmiştir.
[*] Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. [Levililer, 11:1–3; Tesniye, 14:6.] Bu kurala göre sığır, koyun, keçi, geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu gibi hayvanları yemek helal [Tesniye, 14:4–5.], geviş getirmelerine rağmen çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile çatal tırnaklı olmasına rağmen geviş getirmeyen domuz haramdır. [Levililer, 11:4–8; Tesniye, 14:7–8.] Yine karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri (keler ve kaplumbağa), kirpi, bukalemun, bütün kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da yasaklanmıştır.[Levililer, 11:29–31]...
[1*Lev şâellahu (لَوْ شَاء اللّهُ) ifadesinin başındaki lev (لَوْ), “ikincisi olmadığı için birincinin olamayacağını gösteren şart edatıdır.” Bu, şart ve cezanın müsbet yani olumlu olduğu durumlardadır. Buradaki gibi ceza “مَا أَشْرَكْنَا = şirke düşmezdik” şeklinde menfi yani olumsuz ise o zaman lev (لَوْ), ikinci olduğu için birincinin olmadığını gösteren edat olur. Olumlu olan (لَوْ شَاء اللّهُ) ifadesine “Allah emretmeseydi” şeklinde olumsuz anlam vermemiz bundandır. Bu, müşriklerin huyudur; kendi günahlarının sorumluluğunu Allah’a atarak işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Bir ayet de şöyledir: “Bir edepsizlik yaptılar mı “atalarımızdan böyle gördük. Allah bizden böyle istemiştir” derler. De ki “Allah edepsizlik istemez. Allah hakkında bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?” (Araf 7/28) .
Enam 6/148-149. âyetlere verilen geleneksel meali iyi düşünenler görür ki kader inancı, müşriklerin inancıdır. Bu inancı müslümanların içine sokanlar, kelimelerle oynadıkları için iki ayeti birbirine ters olacak şekilde meallendirerek Kur’an’ı çelişkili bir kitap gibi göstermişlerdir. Bu âyetlere verilen geleneksel meal şöyledir: “Müşrik olanlar diyecekler ki: Allah dileseydi ne biz müşrik olurduk ne de atalarımız. Bir şeyi haram da kılmazdık, Bunlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz sırf bir zanın ardından gidiyorsunuz ve siz ancak atıyorsunuz. De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”
[*] Âyette geçen şâe = شاء fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan şey =شيء’dir. (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre yaratır. (Kamer 54/49, Ra’d 13/8) İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır. (Enbiyâ 21/35) Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece iyi işler yapanı doğru yolda sayar. (Nur 24/46) Yaptığının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu da kuluna ilham eder. (Şems 91/7-10)
Buna göre şâe = شاء fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı” insan olursa “tercihinin gereğini yaptı” anlamına gelir. Bir ayet şöyledir: ”Yapılması gerekeni Allah yapsaydı hepinizi tek bir toplum haline getirirdi. Ama Allah, (sapıklığın) gereğini yapanı sapık sayar, (doğru yolda olmanın) gereğini yapanı da yoluna kabul eder. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl 16/93)
Kur’an’da olmayan kader inancını İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe = شاء fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş, bu yanlış anlamı, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Yukarıdaki âyetin meali şöyle olmuştur:
“Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Ama O, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola eriştirir. Bütün yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.”
Bunu yapanlar Kur’an’ı, çelişkili bir kitap gibi göstermeyi de başarmışlardır. Ayrıntı için bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-meset-irade-ve-fitrat.html
[1*] Çünkü yalan yere şahitlik ederler.
[1*] Ayetin tam anlamı, “onların da sizin de rızkınızı veren biziz” şeklindedir. Bu şekilde anlam verilmesi Türkçe bakımından doğru anlaşılması için uygun görülmüştür.
[2*] Haklı sebep “بِالْحَقِّ” sözünün karşılığıdır. Kelimenin başındaki “ال” kelimesi dolayısıyla belli bir hak yani Kur’an’da belirlenmiş sebeplerle demek olur.
[1*] Bkz. Nisa 4/6
[2*] Şahitlik ettiğinizde veya bir yetkili olarak hüküm verdiğinizde yakınlarınızı kayırmayın anlamına gelir. Bkz.Tevbe 9/75-77
[*] İltifat sanatı
[1*] Bkz. Nisa 4/18, Vakıa 56/83
[2*] لاَ يَنفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِن قَبْلُ أَوْخيرها لم يكن كَسَبَتْ(ه) فِي إِيمَانِهَا
[*] Bkz. Furkan 25/69, Kasas 28/84, Ahzab 33/68, Mümin 40/40
[*] Sahibidir
[*] İnsanların diğer insanların yerine geçmesi konusu ile ilgili olarak Bkz. Bakara 2/30 ve dipnotu