ZUHRUF
[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[*] Apaçık” anlamı verdiğimiz “mübin (مبين)” kelimesi, müteaddi /geçişli veya lazım/ geçişsiz olur. Geçişsiz olduğu zaman “apaçık”, geçişli olduğunda ise “her şeyi açıkça ortaya koyan” anlamına gelir (Duhan 44/2).
[1*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olup toplama ve birleştirme anlamındadır. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın son kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada Kur’ân (قُرْآنً) kelimesinin çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.
[2*] Yusuf 12/2, Taha 20/113-114, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Ahkaf 46/12.
[1*] Bu kitap, her varlık ve olaya ilişkin ilâhî bilginin kayıtlı bulunduğu kitaptır (Ra’d 13/39, Hicr 15/4, Vakıa 56/77-78, Hadid 57/22).
[2*] Doğru olan hükme “hikmet” denir. Kur’an’ın “hakîm” yani hikmetli olması doğru hükümler içerdiği anlamına gelir (Hud 11/1).
[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24).
[*] Nebî, kendisine Kitap ve hikmet verilen kişidir. Bu bilgileri insanlara ulaştırmakla görevli olduğu için her nebi, aynı zamanda resuldür (Bakara 2/136, 213, Al-i İmran 3/81, 84, En'âm 6/83-90, Meryem 19/30, 51, 54).
[*] Yusuf 12/109, Rum 30/9, Fatır 35/44, Mü’min 40/21, 82, Muhammed 47/10, 13.
[*] Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Ankebut 29/61, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/87.
[1*] Taha 20/53, Zariyat 51/48, Nebe 78/6. Dünyanın beşik olması iki yana eğilmesini gerektirir. Eğilme şekline göre ekvatorun bir tarafı güneşin karşısına geçerken diğer tarafı uzakta kalır. Güneş ışınlarının, yılın bir bölümünde dünyanın kuzeyine, bir bölümünde de güneyine daha dik gelmesi bundandır.
[1*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki left (لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
[2*] A’raf 7/57, Furkan 25/48-49, Rum 30/19, Fatır 35/9, Kaf 50/9-11.
[1*] Yasin 36/36.
[2*] Koyun, keçi, sığır, deve (Bkz. En’am 6/143-144).
[3*] Nahl 16/5-7, Müminun 23/21-22, Yasin 36/71-72, Mü’min 40/79-81.
[*] Burada “bazı kullar” ifadesiyle kastedilen meleklerdir; çünkü melekler de Allah’a kulluk etmekle sorumludurlar (Nisa 4/172-173, Enbiya 21/26-27). Mekke müşrikleri melekleri Allah’ın kızları sayar ve onlara kulluk ederlerdi. (En’am 6/100, Nahl 16/57, Meryem 19/88-93, Saffat 37/158).
[*] Yaşadığı iç çatışma Nahl 16/58-59’da anlatılmaktadır.
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html
[*] Kalem 68/37.
[*] A’raf 7/70, Yunus 10/78, Hud 11/62, 87, İbrahim 14/10, Enbiya 21/52-53, Şuara 26/69-74.
[*] En’am 6/74, Enbiya 21/51-54, Şuara 26/70-77, Saffat 37/83-87, Mümtahine 60/4.
[1*] İbrahim aleyhisselamın kavmi, Allah’ı inkar etmiyor ama diğer bütün müşrikler gibi Allah ile aralarına aracılar koyuyor, onlara da kulluk ediyordu. İbrahim aleyhisselam, onların Allah dışında taptıkları her şeyden uzak olduğunu ifade etmektedir.
[*] Mümtehine 60/4.
[1*] Sebe 34/43, Ahkaf 46/7.
[1*] Bu iki şehir Mekke ve Medine olabileceği gibi Mekke ve Taif de olabilir.
[2*] Sad 38/8.
[1*] Bakara 2/105, Al-i İmran 3/73-74, En’am 6/124.
[2*] Nisa 4/32, En’am 6/165, Nahl 16/71, İsra 17/21.
[3*] Yunus 10/58.
[1*] Al-i İmran 3/14-15, Kasas 28/60, Şûrâ 42/36.
[2*] Kasas 28/83.
[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/9, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24).
[2*] Doğru yoldan uzaklaşan ve başkalarını da uzaklaştırmaya çalışan insan ve cinlere şeytan denir (En’am 6/112, Nas 114/4-6).
[3*] Nisa 4/38, Meryem 19/83, Furkan 25/28-29, Şuara 26/221-223, Fussilet 41/25.
[1*] Elçi olarak anlam verdiğimiz resul ( رسول ) kelimesi, hem iletilen bilgi hem de bilgiyi ileten elçi anlamındadır (Müfredat). Bilgi, elçiden önemli olduğu için Allah Teâlâ şöyle demiştir:
“Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” (Al-i İmran 3/144)
Elçimiz aracılığı ile bize iletilen bilgiler Kur’an’da toplandığından artık bizim için Resul, Kur’an’dır. Bu yüzden resul, bir çok âyette Allah’ın Kitab’ı anlamındadır. Kendilerine kitap verilenlerden Hristiyanlara sorsan İsa’nın, Meryem’in ve Kutsal Ruhun, Allah ile araya konacak birer ilah olduklarını söylerler. Ama bu iddialarını İncil ile ispatlayamazlar. Bu sebeple onlar açısından da resul, Tevrat ve İncil’dir.
[2*] Arap dili açısından âyet şu şekilde takdir edilmiştir: (وَاسْأَلْ( أمم )مَنْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَا)
[3*] İlah, tapılan varlıktır. Din adamlarının bir çoğu, âyetlerde anlam kayması yaparak Allah’ın nebilerinin sözlerini, Allah’ın sözü gibi sayıp onları ilahlaştırmışlar, İbadet, kayıtsız şartsız boyun eğmektir. Bu ayete göre Allah, kendi dışında hiçbir şeye kayıtsız şartsız boyun eğilmesini kabul etmemiştir.
[4*] Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır, anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek, burada olduğu gibi üçüncü şahıstan birinci şahsa geçiş yapılabilir. Türkçe’de bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk’ü şaşırtır. Burada olduğu gibi birçok âyete, bu sanat yok sayılarak meâl verilmiştir.
[*] Rabbinin
[*] Bakınız İsra 17/95.
[*] Yeniden yaratılışın nasıl olacağına dair örnek alınarak üzerinden bilim üretilecek bir kişidir.
[*] Kıyamet, her insana, gözünü kapayıp açacağı zaman kadar, hatta daha yakındır.
[*] Müttekiler: Allah’tan çekinerek korunmuş, kendini(fıtratını) bozmamış olanlar. Bakınız Bakara 2/2.
[*] iltifat Bakara 2/64
[*] Çünkü ölmek isteyecekler ama bir türlü ölemeyeceklerdir.
[*] “Bilerek doğruya şahitlik edenler” Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik edenlerdir. Böyleleri müşrik olmadıkları için günahlarından dolayı cehenneme sokulsalar da oradan çıkarılıp cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerdir (Meryem 19/86-87, Tur 52/21). İşte şefaat budur. Yoksa Mahşerde kimseye şefaat edilmeyecektir (Bakara 2/254, İnfitar 82/19) Allah ile aralarına aracılar koyanlar da o aracıların bir faydasını göremeyeceklerdir (İsra 17/56, Kasas 28/62-64).