SÂD

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Sâd 38/1)
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Sâd![1*] Zikir[2*] /akılda tutulması gereken bilgi ile dolu[3*] Kur’an’a yemin olsun ki,

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinin başında Kur’an’a, dördünde de önemli konulara vurgu yapılıyor olmasından, onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılabilir. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece böyle bir bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).

[3*] Yusuf 12/104, Enbiya 21/10, 24, 50, Zuhruf 43/44, Tekvir 81/27.


(Sâd 38/2)
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
kafirlik edenler, aslında kendilerini üstün görmekte[1*] ve (Kur’an’a) karşı çıkmaktadırlar[2*].

[1*] Bakara 2/206.

[2*] Şikak (شقاق) kelimesi, bir şeyde oluşan yarık ve bir şeyi yarmak manalarındaki şakk (شَقّ) kelimesinin mufaale babından mastarıdır. Yarığın iki tarafındaki her bölüme şikk (شِقّ) denir. Şikak, bir kişinin, arkadaşının durduğu şıktan farklı şıkta bulunmasıdır (Mekayis, Müfredat, Lisan’ul Arab). Kelimenin kökünde her ne kadar hakiki manada yarma, yarılma, yarık ve farklı şıklarda bulunma anlamları varsa da şikak kelimesi ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de daha çok manevi anlamdaki farklılık için kullanılmıştır. Bunlar; “inanç farklılığı (Bakara 2/137), inanç farklılığı yüzünden muhalefet (Hûd 11/89), haktan uzaklaşma (Bakara 2/176; Hac 22/53; Fussilet 41/52), Allah ve resulünün gösterdiği yoldan başka bir yola girme” (Nisa 4/115; Enfâl 8/13) anlamlarındadır.


(Sâd 38/3)
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ
Onlardan önce nice nesilleri helak ettik[*]. O sırada yalvarıp yakardılar; ama artık kurtulma zamanı değildi.

[*] En’am 6/6, Yunus 10/13, İsra 17/17, Meryem 19/74, 98, Taha 20/128, Secde 32/26, Yasin 36/31, Kaf 50/36,


(Sâd 38/4)
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ
Kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar ve o kafirler şöyle dediler: “Bu bir sihirbazdır, yalancının tekidir[*].

[*] Yunus 10/2, Kaf 50/2.


(Sâd 38/5)
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
(Muhammed) İlahları tek bir ilah mı kıldı?[*] Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!”

[*] İlah, emrine kayıtsız şartsız uyulan varlıktır. Tek ilah Allah’tır. Allah’tan başka bir ilahın varlığını kabul etmek şirktir. Mekke müşrikleri birden fazla ilahın varlığını iddia ettikleri için Muhammed aleyhisselamın çağrısına şaşırmışlardı.


(Sâd 38/6)
وَانْطَلَقَ الْمَلَاُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
Onların ileri gelenleri şöyle diyerek kalkıp gittiler: “Yürüyün, ilahlarınıza bağlılıkta sebat gösterin[*]. İşte bu sizden istenen şeydir!

[*] Furkan 25/42.


(Sâd 38/7)
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
Bunu son dinde /Hıristiyanlıkta[*] da duymadık; bu sadece bir uydurmadır!

[*] Müşrikler Allah’ı, bir kral gibi kendilerinden uzak sanır, ona ulaşmak için Allah’a yakın bildikleri bazı varlıkları ona aracı koyarlar. Hristiyanlar da İsa aleyhisselamı Allah’ın oğlu sayıp Allah’a ortak koşmuşlardır. Kendilerini Allah’a yaklaştırmaları için de rahipleri rab edinmişlerdir. Bunun, İsa aleyhisselamın tebliğ ettiği saf dinle alakası yoktur (Maide 5/116-117), (İncil Markos 12:28-31). On iki Havari döneminde insan/beşer sayılan İsa aleyhisselamın Allah’ın oğlu olduğu iddiasını ilk önce Pavlus ortaya attı. Üçüncü yüzyıldan sonra bu iddiayı doğru sayan karar Antakya’da alındı. 325’te toplanan Ökümenik İznik konsili İsa’nın Baba’dan olduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi. 431’deki üçüncü konsilde İsa’nın akıllı ruhla canlandırılmış bir insan, annesi Meryem de Tanrı’nın annesi olarak ilan edildi. 452’de toplanan dördüncü Ökümenik Kadıköy konsili İsa’yı gerçek tanrı olarak kabul etti. Kur’an bu hiristiyan inancını şirk saymaktadır (Tevbe 9/30, Maide 5/72-73). Mekkelilerin duyduğu, onlardaki bu uydurulmuş inançtır.


(Sâd 38/8)
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ
O zikir (Kur’an) aramızdan ona mı indirilmiş![*]” Aslında onlar, benim zikrim (Kur’an) hakkında şüphe içindeler. Aslında onlar henüz azabımı tatmadılar.

[*] Zuhruf 43/31.


(Sâd 38/9)
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ
Yoksa daima üstün olan ve karşılık beklemeden bol bol veren Rabbinin ikram hazineleri onların yanında mı[*]?

[*] Zuhruf 43/32, Tur 52/37.

 

(Sâd 38/10)
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ
Ya da göklerin, yerin ve ikisinin arasında olanların yönetimi onlarda mı? Öyleyse göğe çıkan yollarda[*] yükselsinler!

[*] Hicr 15/14-15, Mü’minun 23/17, Rahman 55/33.


(Sâd 38/11)
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ
Onlar; şurada (Mekke’de) hezimete uğrayacak[1*] derme çatma bir ordudur, (helakı hak etmiş) kesimlerdendir[2*].

[1*] Kamer 54/44-45.

[2*] Duhan 44/24

 


(Sâd 38/12)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْاَوْتَادِۙ
Onlardan önce Nuh halkı, Âd, kazıkları (piramitleri) olan[*] Firavun da yalana sarılmıştı,

[*] Fecr 89/10. Allah Teala dağları da “kazıklar/evtad” olarak nitelediği için bu anlam tercih edilmiştir (Nebe 78/7).


(Sâd 38/13)
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ
Semud, Lut halkı ve Eyke ahalisi de... İşte onlar (helakı hak etmiş) kesimlerdir.


(Sâd 38/14)
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟
Hepsi de kendilerine gelen elçileri yalanladılar, sonunda cezalandırmam gerçekleşti[*].

[*] Tevbe 9/70, İbrahim 14/9, Hac 22/42-45, Furkan 25/37-38, Mü’min 40/5, 30-31, Kaf 50/12-14, Necm 53/51-53, Buruc 85/17-20, Fecr 89/6-13.

 


(Sâd 38/15)
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
Bunlar yüksek bir sesten başkasını beklemiyorlar; o sesin hiç gecikmesi olmaz![*]

[*] Yasin 36/49.


(Sâd 38/16)
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
Bunlar (alay ederek) şöyle dediler: “Rabbimiz! Bizim payımızı /cezamızı hesap gününden önce dünyada iken ver![*]”

[*] En’am 6/57-58, Hud 11/32, Ra’d 13/6, Hac 22/47, Ankebut 29/53.


(Sâd 38/17)
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
Sen bunların söylediklerine sabret[*]. Güçlü-kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla! O daima Allah’a yönelen biriydi.

[*] Nahl 16/127, Taha 20/130, Rum 30/60, Mü’min 40/77, Ahkaf 46/35, Kaf 50/39, Kalem 68/48.


(Sâd 38/18)
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
Biz dağları boyun eğdirdik. Akşamleyin ve kuşluk[1*] vaktinde Davud’la beraber tesbih (ibadet) ederlerdi[2*].

[1*] Bu vakitte kılınan namaza salatu’d-duhâ veya salâtü’l-işrâk denir. Türkçede onun adı kuşluk namazıdır (Taberi, Tefsir, 21/169).

[2*] İsra 17/44,


(Sâd 38/19)
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَهُٓ اَوَّابٌ
Toplanmış haldeki kanatlı canlıları da (boyun eğdirdik). Hepsi daima Allah’a yönelirdi[*].

[*] Enbiya 21/79, Sebe 34/10.


(Sâd 38/20)
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
(Davud’un) İktidarını güçlendirdik. Ona, hikmet (doğru karar verme yeteneği) ve etkili konuşma yeteneği verdik[*].

[*] Bakara 2/251.


(Sâd 38/21)
وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
Şu davacıların (ve onlarla birlikte olanların)[1*] haberi sana geldi mi? Bir gün onlar has odaya[2*] sızmışlardı[3*].

[1*] Bu surenin 23. Ayetine göre davacılar kendilerini iki kardeş olarak tanıtmıştır. Has odaya sızanlarla ilgili fiil çoğul şahısla çekimlenmiştir. Arap dilinde çoğul, üç ve daha fazlasını gösterdiğinden davacıların yanında başkalarının da olduğu açıktır. Türk dilinde iki kişi de çoğul sayıldığından yanlış anlamayı önlemek için meale “onlarla birlikte olanların” ifadesi eklenmiştir.

[2*] Has oda anlamını verdiğimiz mihrab; oda, hünkar mahfili, başoda, sultanın tek başına kaldığı has oda, harem dairesi, insanların oturduğu ve toplandığı yer vs. anlamlarda kullanılır (Lisân’ul-Arab ve el-Kamus’ul-Muhît) (Meryem 19/11, Sad 38/21). Davud aleyhisselam o ülkenin sultanı olduğu için burada uygun olan “has oda” anlamıdır.

[3*] Bunlar insan suretine girmiş melekler olmalıdır. Tüm koruma duvarlarını aşarak Davud aleyhisselamın has odasına sızmaları ve ona emredici tarzda hitap etmeleri, sonunda Davud’un (a.s.), bunun Allah’ın bir imtihanı olduğunu anlayıp bağışlanma dilemesi ve rükûya kapanması bunu teyit etmektedir.


(Sâd 38/22)
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Davud’un yanına girdiklerinde, onlardan dolayı telaşa kapıldı. Onlar şöyle dediler. “Korkma! Biz davacı iki tarafız; birimiz ötekinin hakkına girdi. Sen aramızda doğru karar ver, haksızlık etme! Bize doğru yolu göster.


(Sâd 38/23)
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
Bu, benim kardeşimdir; onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. ‘Onun bakımını benim sorumluluğuma bırak’ dedi ve konuşmasıyla beni bastırdı.”


(Sâd 38/24)
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ
Davud (diğer tarafı dinlemeden) dedi ki: “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana gerçekten haksızlık etmiş. Zaten ortakların çoğu, kesinlikle birbirlerinin hakkına girerler. İnanıp güvenen ve iyi iş yapanlar öyle yapmazlar ama onlar da pek azdır.” Davud kendisini imtihandan geçirdiğimizi anladı ve hemen Rabbinden bağışlanma diledi, rükûya kapandı ve (Rabbine) yöneldi[*].

[*] Davud aleyhisselamın, karşı tarafı dinlemeden ve olayı iyice incelemeden acele ile hüküm vermesi yanlıştı. Çünkü ortada, yapılan bir haksızlık veya ortaklık teklifi yoktu. Haksızlık ettiği iddia edilen kardeş, sadece diğerinin koyununun bakımını üstlenmek istemiştir. Tek koyunun bakımının zorluğu nedeniyle bu teklif aslında koyun sahibinin lehinedir. Davud aleyhisselam daha sonra yanlış yaptığını anlamış ve imtihandan geçirildiğini görerek Allah’a yönelmiştir.

 


(Sâd 38/25)
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
Biz de onun yaptığını bağışladık. Şüphesiz onun için katımızda bir yakınlık ve varılacak güzel bir yer vardır.


(Sâd 38/26)
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
(Ona şöyle dedik:) “Ey Davud! Bu topraklarda seni halife yaptık (öncekilerin yerine seni geçirdik). O halde insanlar arasında doğru hüküm ver. Sakın kendi arzularına uyma; bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmalarına[1*] karşılık çetin bir azap vardır[2*].”

[1*] Ayetin metninde ‘unutma’ kelimesi geçmektedir. Ancak bu gerçek unutma değil unutmuş gibi davranmadır. Çünkü Allah, kimseyi unuttuğu şeyden sorumlu tutmaz (Bakara 2/286).

[2*] Çetin anlamı verdiğimiz kelime, “sıkıca bağlı” anlamındaki (شديد) şedîd’dir. Allah’ın verdiği ceza, kulun fiiline bağlıdır (En'âm 6/160). Hesap gününü unutanların cezası da o gün unutulmak olur (Casiye 45/34-35).


(Sâd 38/27)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًاۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ
Göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri boşuna yaratmadık[1*]. Bu iddia (bunların boşuna yaratıldığı iddiası), kafirlik edenlerin varsayımıdır. Cehennem ateşinden dolayı, kafirlik edenlerin vay haline![2*]

[1*] Hicr 15/85, Enbiya 21/16, Duhan 44/38.

[2*] Zariyat 51/60.


(Sâd 38/28)
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ
Hiç, inanıp güvenen ve iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla bir tutar mıyız? Peki ya yanlışlardan sakınanları günaha batanlarla bir tutar mıyız?[*]

[*] Secde 32/18-20, Zümer 39/9, Mü'min 40/58, Casiye 45/21-22, Haşr 59/20.


(Sâd 38/29)
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Bu, hem ayetlerini etraflıca düşünmeleri[1*] hem de aklıselim sahibi olanların[2*] doğru bilgiye ulaşmaları[3*] için sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır[4*].

[1*] Nisa 4/82, Müminun 23/68, Muhammed 47/24.

[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.

[3*] Ra’d 13/19, İbrahim 14/52, Zümer 39/27, Duhan 44/58.

[4*] En’am 6/92, 155, Enbiya 21/50.


(Sâd 38/30)
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ
Davud’a, Süleyman’ı ihsan ettik[1*]. Süleyman ne güzel kuldu! Daima (bize) yönelirdi[2*].

[1*] Neml 27/16.

[2*] Neml 27/15.


(Sâd 38/31)
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ
Bir akşam üzeri ona çalımlı cins atlar sunulmuştu.


(Sâd 38/32)
فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠
Dedi ki: “Ben malı, Rabbimi hatırlattığı için severim.” Sonra atlar yerlerine çekildi.


(Sâd 38/33)
رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ
“Onları bana tekrar getirin” dedi. Hemen ayaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.


(Sâd 38/34)
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَدًا ثُمَّ اَنَابَ
Tahtının üzerine bir ceset bırakarak Süleyman’ı imtihandan geçirdik. Sonra (bize) yöneldi.


(Sâd 38/35)
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكًا لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
Şöyle dedi: “Rabbim, beni bağışla ve bana, benden sonra kimseye nasip olmayacak bir hakimiyet ver. Vehhab olan /karşılık beklemeden bol bol veren sensin.”


(Sâd 38/36)
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ
Bunun üzerine biz de rüzgarı emrine verdik; onun belirlediği tarafa yumuşakça eserdi[*].

[*] Süleyman aleyhisselamın emrine verilen rüzgar, bir âyette “âsıfeten  (عَاصِفَةً)” diye nitelenir (Enbiya 21/81). Bu ayette ise, emrettiği yere giderkenki hali “ruhâen (رُخَاء)” şeklinde ifade edilir. Meallerde âsıf kelimesine “şiddetli” anlamı verilir. Şiddetli rüzgar, varacağı yere yumuşakça gitmeyeceği için âsıf kelimesine, sözlüğe uygun olarak “hızlı esen” anlamı vermek gerekir (Mekâyis). Yani bu rüzgar, emredilen işi yapacak hızda ve bunu yaparken başka yerlere zarar vermeyecek yumuşaklıkta esmektedir.


(Sâd 38/37)
وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ
Yapı ustalığı ve dalgıçlık yapan tüm şeytanları,


(Sâd 38/38)
وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ
zincirlerle birbirlerine bağlanmış diğer şeytanları da (Süleyman’ın emrine verdik)[*].

[*] Enbiya 21/82, Sebe 34/12-13.


(Sâd 38/39)
هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
"Bu, bizim sana bağışımızdır; ister iyilik yap, ister yapma, hesabı sorulmayacaktır"[*].

[*] Neml 27/40.


(Sâd 38/40)
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟
Şüphesiz onun için katımızda bir yakınlık ve varılacak güzel bir yer vardır.


(Sâd 38/41)
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
Kulumuz Eyyûb'u da anlat. Hani bir gün Rabbine: "Şeytan bana bitkinlik ve azap verdi." diye yalvarıp yakarmıştı[*].

[*] Enbiya 21/83.


(Sâd 38/42)
اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
Ona: "Ayağınla yere vur! İşte bu yıkanılacak ve içilecek soğuk su kaynağı!" dedik.


(Sâd 38/43)
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Katımızdan bir ikram ve aklıselim sahibi olanların[1*] akıllarında tutacakları bir bilgi olsun diye ona ailesini ve bir o kadarını daha bağışladık[2*].

[1*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.

[2*] Enbiya 21/84.

 


(Sâd 38/44)
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًاۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
Ona: "Eline bir tutam ot al, onu (tenine) bağla[1*]. Günaha girme![2*]” dedik. Onu pek sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu! Sürekli Rabbine yönelirdi.

[1*] “Ayette geçen (darb = ضرب) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeyin üstüne vurma veya sabitlemedir (Müfredat). Hemen hemen her iş için kullanılan bu fiilin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir (el-Ayn)

[2*] Ayette geçen “la tahnes (لَا تَحْنَثْ)” ifadesine, İsrailiyatın etkisiyle, tefsir ve meallerde “Yeminini bozma!” anlamı verilmiştir. Oysa  bu fiilin mastarı olan “hıns (حنث)” kelimesi Kur’an’da bir ayette daha geçer ve günah anlamında kullanılır (Vakıa 56/46). Sözlükler, “hıns”kelimesinin “günaha veya sıkıntıya girmek” anlamına geldiğini belirtmekle beraber, yeminle ilişkilendirilmesinin tali bir anlam olduğunu da ima ederler (Mekâyîs). Bu ifadeye “yeminini bozma!” anlamı vermek, Kur’an bütünlüğüne aykırıdır.

Eyyûb aleyhisselama yapılan uyarının nedeni, hastalığı Allah’tan değil Şeytan’dan bilmesiydi. Oysa, bir nebi olarak, Şeytan’ın insanlar üzerinde böyle bir etkisinin olmadığını aklından çıkarmamalıydı.


(Sâd 38/45)
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
Güçlü ve ileri görüşlü kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da anlat!


(Sâd 38/46)
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Ahiret yurdunu samimiyetle akıllarından çıkarmamalarına karşılık onların samimiyetlerini onayladık.


(Sâd 38/47)
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
Onlar katımızda, seçkin ve iyi kişilerdendir[*].

[*] Meryem 19/49-50, Enbiya 21/72-73.


(Sâd 38/48)
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
İsmail, Elyasa ve Zülkifl’i de anlat; hepsi de iyilerdendir[*].

[*] En’am 6/86, Meryem 19/54-57, Enbiya 21/85-86.


(Sâd 38/49)
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
Bunlar, akılda tutulması gereken doğru bilgilerdir[1*]. Yanlışlardan sakınanlar için elbette varılacak güzel bir yer vardır;[2*]

[1*] Ayetteki zikr (ذكر) kelimesi mastar olduğu için Arap dili açısından ona çoğul anlam da verilebilir.

[2*] Ra’d 13/29.


(Sâd 38/50)
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
Adn cennetleri![1*] Kapıları onlar için açılmış olacak[2*].

[1*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Kehf 18/107-108, Müminun 23/1-11). Bunlar, Cennet’in ortak özelliklerini ifade eden nitelemelerdir.

[2*] Zümer 39/73.


(Sâd 38/51)
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
Oralara kurularak çeşit çeşit meyveler ve içecekler isteyeceklerdir[*].

[*] Yasin 36/57, Saffat 37/41-43, Zuhruf 43/73, Duhan 44/55, Tur 52/22, Vakıa 56/20, Mürselat 77/42.


(Sâd 38/52)
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
Yanlarında gözlerini üzerlerinden ayırmayan, birbirleriyle yaşıt dişi varlıklar /huriler[*] olacaktır.

[*] Cennette hem kadın hem de erkek müminlerin emrine verilecek olan hizmetçiler, hurilerdir (Saffat 37/48-49, Duhan 44/54; Tur 52/20; Rahman 55/56,72; Vakıa 56/22; Nebe 78/33)

 

(Sâd 38/53)
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
İşte bunlar, hesap gününde size verileceği vaadedilen şeylerdir[*].

[*] Kaf 50/31-32.


(Sâd 38/54)
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
Bunlar, vereceğimiz rızıklardır; asla tükenmeyecektir[*].

[*] Hud 11/108, Ra’d 13/35, Vakıa 56/33.


(Sâd 38/55)
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
İşte bu (müttakilerin durumudur). Haddini aşanlar için ise şüphesiz ki varılacak kötü bir yer vardır;


(Sâd 38/56)
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ
Cehennem! Orada kalacaklardır. Ne kötü bir yerleşim alanıdır orası![*]

[*] Al-i İmran 3/12, Nebe 78/21-23.


(Sâd 38/57)
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
İşte çok sıcak ve çok soğuk.. (Cehennem bu,) onu tatsınlar![*]

[*] Saffat 37/67, Vakıa 56/53-55, Nebe 78/24-25, Gaşiye 88/5.


(Sâd 38/58)
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
Bunun benzeri daha nice çifter çifter (azap)...


(Sâd 38/59)
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَبًا بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
(Cehennem görevlileri önderlere şöyle diyecektir:) İşte sizinle birlikte gözü kapalı dalan güruh! (Önderler de onlara şöyle diyeceklerdir:) “Onlara merhaba! yok. Onlar da bu ateşte kalacaklardır[*].”

[*] Saffat 37/33.


(Sâd 38/60)
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَبًا بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ
(Onlara uyanlar da:) “Asıl size merhaba yok! Bunu (dünyada güzel göstererek) bize siz sundunuz. Ne kötü kalma yeri!” diyeceklerdir.


(Sâd 38/61)
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَابًا ضِعْفًا فِي النَّارِ
(Allah’a da) şöyle diyeceklerdir: “Rabbimiz, bunu önümüze kim sürdüyse, ona o ateşte iki kat azap ver[*].”

[*] A’raf 7/38, Ahzab 33/68.


(Sâd 38/62)
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالًا كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
(Birbirlerine) “Neden bazı adamları göremiyoruz, onları kötü kimseler sayardık?


(Sâd 38/63)
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
Onları alaya mı aldık, yoksa gözlerden mi kaçtılar?” diyecekler[*].

[*] Mü’minun 23/110, Mutaffifin 83/29-30.


(Sâd 38/64)
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
Şüphesiz bu; ateş halkının birbirleri ile çekişecek olmaları bir gerçektir[*].

[*] İbrahim 14/21, Sebe 34/31-33, Saffat 37/27-32.


(Sâd 38/65)
قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
(Ya Muhammed!) Sen şöyle de: “Ben sadece bir uyarıcıyım[1*]. Allah’tan başka ilah yoktur;[2*] tektir, her şeyi emri altına almış olandır,[3*]

[1*] Ra’d 13/7, Naziat 79/45.

[2*] Al-i İmran 3/18, En’am 6/102, A’raf 7/158, Kasas 28/70, 88, Teğabün 64/13.

[3*] Ra’d 13/16, Zümer 39/4.


(Sâd 38/66)
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
göklerin, yerin ve ikisinin arasında olanların sahibidir, daima üstündür, çokça bağışlayandır[*].”

[*] Meryem 19/65, Şuara 26/24, Saffat 37/5, Nebe 78/37.


(Sâd 38/67)
قُلْ هُوَ نَبَؤٌ۬ا عَظ۪يمٌۙ
De ki: “O (buraya kadar anlatılanlar) büyük bir haberdir[*].

[*] Nebe 78/1-2.


(Sâd 38/68)
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ

(Sâd 38/69)
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَاِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
(Şunu da söyle:) Mele-i A’la / büyük melekler topluluğu tartışırlarken, benim onlara (tartışma konularına) dair bir bilgim yoktu[*].

[*] Bakara 2/30.


(Sâd 38/70)
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Bunlar bana, sadece benim açık bir uyarıcı olmam sebebiyle vahyedilmektedir[*].

[*] Ahkaf 46/9.


(Sâd 38/71)
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ ط۪ينٍ
O gün Rabbin meleklere şöyle demişti: “Balçıktan bir beşer[*] yaratacağım.

[*] İnsan vücudunun dış kısmına yani cildine “beşere (البشرة)” denir. Beşer (البشر) kelimesi Kur’an’da, insan anlamında kullanılır ve bununla, insanın diğer canlılardan farklı olan fiziki yapısına dikkat çekilir. İnsan, elbise giymek zorunda olan tek varlıktır. Elbise onun, dünyanın her yerinde ve her mevsimde yaşamasına imkan verir (A’raf 7/26; Nahl 16/5, 81). Kur’an,  ilk insan olan Adem aleyhisselamın topraktan yaratılan ilk beşer olduğunu açıkça bildirir (Hicr 15/28, 33; Furkan 25/54, Rum 30/20). Bütün bunlar, insanın başka bir varlıktan evrilerek oluştuğu iddialarını reddetmektedir.


(Sâd 38/72)
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
Son şeklini verip içine ruhumdan üflediğimde (onu bilgi ile donattığımda)[1*] onun karşısında secdeye kapanın /saygıyla eğilin![2*]”

[1*] Bakara 2/31-34.

[2*] Hicr 15/29. Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat).


(Sâd 38/73)
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Bütün melekler hep birlikte secde ettiler /saygıyla eğildiler[*].

[*] Bakara 2/34, A’raf 7/11, Hicr 15/30, İsra 17/61, Kehf 18/50, Taha 20/116.


(Sâd 38/74)
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Ama İblis eğilmedi, büyüklendi ve kafirlerden oldu[*].

[*] A’raf 7/12, Hicr 15/31.


(Sâd 38/75)
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Allah dedi ki: “Ey İblis! Kendi ellerimle yarattığıma secde etmeni /saygıyla eğilmeni engelleyen neydi? Büyüklendin mi yoksa kendini üstün görenlerden misin?[*]”

[*] Hicr 15/32. Allah’ın imtihan için yarattığı varlıklar, insanlar ve cinlerdir (Zariyat 51/56). Melekler, cinlerin Allah tarafından görevlendirilmiş olanlarıdır. İblis de Allah’ın melek olarak görevlendirdiği cinlerdendir. Secde emri meleklere verildiği için İblis, melek olmasaydı secdeden sorumlu tutulamazdı. Secde etmemesinin sebebi kendini büyük görüp direnmesidir. Bu suçu hangi melek işlese aynı konuma düşer (Nisa 4/172-173). “Kâfirlerden oldu” sözü, İblis’ten önce de kafir olanların varlığını gösterir.


(Sâd 38/76)
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
İblis: “Ben ondan değerliyim; çünkü beni ateşten yarattın, onu balçıktan yarattın[*].” dedi.

[*] A’raf 7/12, Hicr 15/33, İsra 17/61-62.


(Sâd 38/77)
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
Allah dedi ki: “Madem öyle, çık oradan! Artık sen kovuldun[*].

[*] A’raf 7/13, Hicr 15/34, İsra 17/63.


(Sâd 38/78)
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
Yapılan her şeyin karşılığını bulacağı[1*] güne kadar lanetim[2*] / dışlamam senin üzerinde olacaktır.”

[1*] Din, “âdet, durum; yapılan işe karşılık vermek ve verilen karşılık, itaat /boyun eğme” anlamlarına gelir (es-Sıhâh). Din, Kuran’da insanın kabul edip ona göre yaşamaya söz verdiği sistem anlamına da gelir (Âl-i İmran 3/19, Kafirun 109/6). Eğer bu din Allah’ın dini ise boyun eğilen yalnızca Allah’tır ve karşılığı ondan beklenir. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı Ahiret günüdür (Fatiha 1/4-5, Nûr 24/25, Saffat 37/19-20, Zâriyât 51/6 12-13, Vakıa 56/56, Mearic 70/26, Müddessir 74/46, İnfitar 82/9, 15-19).

[2​*] (İblis) Dedi ki: “Rabbim! O zaman bana, bunların tekrar diriltilecekleri güne kadar yaşama fırsatı ver.”


(Sâd 38/79)
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
(İblis) Dedi ki: “Rabbim! O zaman bana, bunların tekrar diriltilecekleri güne kadar yaşama fırsatı[1*] ver[2*].”

[1*] Bu ayetten Meleklerin de ömürlü varlıklar olduğu ancak bazılarına Kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar yaşama hakkı tanındığı anlaşılıyor.

[2*] A’raf 7/14, Hicr 15/36.


(Sâd 38/80)
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
(Allah) Dedi ki: “Sen kendisine yaşama fırsatı verilenlerdensin,[*]

[*] A'raf 7/15, Hicr 15/37.


(Sâd 38/81)
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
o malum vaktin günü[1*] (kıyamet günü) gelinceye kadar (ölmeyeceksin)[2*].”

[1*] Yeniden dirilen insana, ölümle dirilmesi arasında geçen süre, göz açıp kapayacak kadar hatta daha da az gelir (Nahl 16/77, Kamer 54/50). İblis, en son ölen canlı dahi olsa o da aynı şeyi hissedecektir.

[2*] En son canlının öleceği güne kadar (Hicr 15/38).


(Sâd 38/82)
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
(İblis de) Şöyle dedi: “Öyleyse senin gücüne yemin olsun ki onların hepsini yanlış kurgulara yönelteceğim[*].

[*] A’raf 7/16-17, Hicr 15/39.


(Sâd 38/83)
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
Ancak onlardan samimiyeti onaylanmış kulların hariç[*].”

[*] Samimiyeti onaylanmış anlamı verdiğimiz ‘muhlas’ (مُخْلَص) kelimesinin mastarı ihlastır. İhlas sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmayıp kulluğu sadece ona yapan, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır. Bu vasfa sahip olana “muhlis”, bu vasfı Allah tarafından onaylanmış olana da “muhlas” denir. İblis, bu özelliğe sahip olanları yoldan çıkaramaz (Hicr 15/40).


(Sâd 38/84)
قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ
(Allah) Dedi ki: “İşte bu doğru! Şu gerçeği de söyleyeyim ki,


(Sâd 38/85)
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Cehennemi kesinlikle seninle ve onlardan sana uyanların tamamıyla dolduracağım[*].”

[*] A’raf 7/18, Hicr 15/42-43, İsra 17/63.


(Sâd 38/86)
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ
(Ey Muhammed!) De ki: “Yaptığım işe karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum[*]. Kendi kendine bir şey iddia edenlerden de değilim."

[*] En’am 6/90, Yusuf 12/104, Mu’minun 23/72, Furkan 25/57, Şura 42/23, Tur 52/40, Kalem 68/46.


(Sâd 38/87)
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
Kur’ân, herkes için akılda tutulması gereken bir bilgiden /zikirden başka bir şey değildir[*].

[*] Yusuf 12/104, Enbiya 21/10, 24, 50, Yasin 36/69, Zuhruf 43/44, Kalem 68/52, Tekvir 81/27.


(Sâd 38/88)
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ
Onun haberini bir süre sonra kesinlikle öğreneceksiniz[*].”

[*] Zümer 39/39-40, Zuhruf 43/89, Nebe 78/4-5, Tekasür 102/3-4.