RA'D

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Ra'd 13/1)
الٓمٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Elif-Lâm-Mîm-Râ![1*] Bunlar, bu Kitab’ın ayetleridir.[2*] Rabbinden sana indirilen (Kur’an), tümüyle gerçektir[3*] Ama insanların çoğu inanıp güvenmez.

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.

[2*] Hicr 15/1.

[3*] En’am 6/66, Ra’d 13/19.


(Ra'd 13/2)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Allah gökleri, görebileceğiniz direkler olmadan yükseltmiş olan,[1*] sonra arşa /yönetim makamına kurulan[2*] ve Güneş ile Ay’ı hizmete koyandır. Her biri, (kendi yörüngesinde) belli bir süre için akar gider.[3*] Bütün işleri O düzenler.[4*] Rabbinizin huzuruna varacağınızı kesin olarak anlayasınız diye ayetleri ayrıntılı olarak açıklar.[5*]

[1*] Lokman 31/10, Fussilet 41/9-12.

[2*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Hud 11/7, Yunus 10/3, Taha 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).

[3*] Lokman 31/29, Fatır 35/13, Yasin 36/38-40, Zümer 39/5.

[4*] Yunus 10/3, Secde 32/5.

[5*] Gökleri ve yeri yaratan, insanları elbette yeniden yaratabilir. (Mümin 40/57). Ayetleri yalnızca Allah’ın açıklaması ile ilgili olarak bkz: Âl-i İmran 3/7, Hud 11/ 1-2, Fussilet 41/3.

 


(Ra'd 13/3)
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Yine O, yeryüzünü yayan /döşeyen,[1*] içine sabit dağlar[2*] ve ırmaklar yerleştiren, her türlü bitkide (erkekli-dişili) iki eş olma özelliği oluşturandır.[3*] Geceyi gündüzün üzerine örter.[4*] Bunda, düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler /göstergeler vardır.[5*]

[1*] "Yerin yayılması", yeryüzünün yaratılışının başlangıcı olan "patlama"dan (Enbiya 21/30) son halini almasına (Bakara 2/22, Zariyat 51/48) kadar geçirdiği aşamaların son evresidir.

[2*] Arapçada “sabit olma” anlamındaki “rasv (رسو)” kökünden türeyen “revâsî (رواسي)” kelimesi, “râsiye”nin (راسية) çoğuludur. Kelimenin “yerinden kaldırılamayan kazanlar (قُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ)” şeklinde Sebe 34/13’te ve “geminin demir atması (مُرْسَاهَا)” anlamında Hud 11/41’deki kullanımları, “sabit olma” anlamını pekiştirmektedir. Bu kelimenin Kur’an’da, dağların yerde sabit olması özelliğine vurgu ile dağ anlamında kullanıldığı, Fussilet 41/10, Mürselât 77/27 ve Naziât 79/32. ayetlerden anlaşılmaktadır. Kur’an’da dağ anlamında başka kelimeler de vardır: İnsanların çevrelerinde gördükleri ağaç, nehir gibi coğrafî unsurlardan biri anlamında “cebel (جبل)”, yüceliğine vurguyla “tavd (طود)”, sağlamlığı ve şekline vurguyla “veted (وتد)”, sabitliğine vurguyla “rasiye (راسية)” kelimeleri kullanılmaktadır. “Revâsî (رواسي)” kelimesi 9 âyette geçmektedir. Kelime Nahl 16/15, Enbiyâ 21/31, Lokman 31/10. ayetlerinde “gidip gelme, sallanma, sarsılma” anlamlarına gelen “meyd (ميد)” kökünden bir fiille birlikte kullanılmıştır. Bu ayetlerde insanları sarsacak olan, yeryüzüdür. Dağların varlığı insanları bu sarsıntı esnasında korumak, daha güvenli bir yerleşim yeri oluşturmak içindir. Ayetlerde dağların yeri sabitlemesinden bahsedilmemekte, dağların kendilerinin yeryüzündeki sabitliğine vurgu yapılmaktadır. Nitekim toprak, kum ve alüvyonlu kıyı kesimlerin depremlerde en uzun süreli sarsıntı yaratan, sarsıntının şiddetinin en büyük, hızının da en fazla hissedildiği bölgeler olduğu, dağlık ve kayalık alanlarda ise bu sarsıntıların çok daha kısa ve yavaş gerçekleştiği yer bilimcileri tarafından da tespit edilmiş gerçeklerdir. Bu ayetler bu gerçeği dile getirmekte, bu özelliğinden dolayı dağlar için “sabit olma” kök anlamından türetilmiş “revâsî (رواسي)” kelimesi kullanılmaktadır.

[3*] Allah Teala her şeyi, erkekli dişili iki eş olarak yaratmıştır (Hucurat 48/12, Zariyat 51/49). İnsanlar ve hayvanlar ya erkek ya da dişi olur. Ama bazı bitkilerde hem erkek hem de dişi üreme organı bulunur ve kendi kendini döller. İsa aleyhisselamı babasız olarak doğuran Meryem validemiz, böyle bir bitkiye benzetilir (Âl-i İmran 3/37). Çünkü o da kendi kendini döllemiştir. Meryem’e ruhun üflenmesi ile ilgili iki ayetten birinde ona, erkek (Tahrim 66/12), diğerinde dişi zamir (Enbiya 21/91) ile gönderme yapılması da bunu destekler.

[4*] Gece ile gündüz, güneş ile ay gibi iki ayrı varlıktır (Enbiya 21/33). Allah, gecenin karanlık olma şartını kaldırmış, gündüzü de mubsir yani ışınları ışığa çevirme özelliğinde oluşturmuştur (İsra 17/12). Bunlar, dünyanın her yerinde, her zaman vardır ve sürekli yer değiştirirler (Zümer 39/5). Gündüz üste çıkınca gündüz, gece üste çıkınca da gece olur. Uzaydan çekilen fotoğraflarda dünyanın çevresini sarmış görülen beyaz örtünün bir kısmı gecenin üstünde, bir kısmı da altında olur. Üstte olduğu yerler gündüz, altta olduğu yerler de gecedir. Gecenin karanlık olma şartı kaldırıldığı için gündüzün üstüne çıkan gece, yıldızlardan gelen ışınların gündüze ulaşmasını ve az da olsa aydınlığa dönüşmesini engellemez. Güneş ufka 18 derece yaklaşınca doğu ufkuna gelen ışınlar gündüze çarpar ve fecr-i kazibi, arkasından fecr-i sadığı oluşturur. Daha sonra da güneş doğar. Kutuplarda, güneşin batmadığı günlerde ise gece üste çıkınca güneş, ince ve beyaz bir perdenin arkasındaymış gibi gözükür. Gecenin sakinliği ve soğukluğu yaşandığı için ona beyaz gece denir (A’raf 7/54, Yunus 10/67, İsra 17/12, Neml 27/86, Zümer 39/5, Mü’min 40/61).

[5*] Casiye 45/3-5.


(Ra'd 13/4)
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, tarım ürünleri ve çatallı - çatalsız hurma ağaçları vardır. Hepsi aynı su ile sulanır; ama biz tat açısından her birini diğerinden farklı lezzette kılarız. Bunda, aklını kullanan /doğru bağlantılar kuran bir topluluk için gerçekten ayetler /göstergeler vardır.[*]

[*] En’am 6/99, 141, Nahl 16/11, Mü’minun 23/19, Yasin 36/33-36, Zümer 39/21, Kaf 50/9-11.

 


(Ra'd 13/5)
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Eğer (bu muhteşem yapıya) şaşıyorsan asıl şaşılacak olan, onların: “Toprak olduğumuzda mı, gerçekten yeniden mi yaratılacağız?” demeleridir. İşte onlar, Rablerini görmezlikte direnenlerdir. Işte onlar, boyunlarına halka takılacak olanlardır. İşte onlar cehennem ateşinin ahalisidir. Orada ölümsüz olarak kalacaklardır.[*]

[*] İsra 17/49, Mü’minun 23/82, Secde 32/10, Saffat 37/16-17, Kaf 50/2-3, 15. Naziât 79/10-12.


(Ra'd 13/6)
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
Senden, kötülüğün iyilikten önce çabucak gelmesini istiyorlar.[1*] Oysa onlardan önce benzer örnekler gelip geçti.[2*] Hiç şüphe yok ki senin Rabbin, yanlışlarına rağmen[3*] insanları bağışlayandır. Ve yine senin Rabbin, cezalandırması pek çetin olandır.[4*]

[1*] Onların şaşılacak bir başka yönü de Muhammed aleyhisselama inanıp iyiliğe kavuşmayı istemek yerine azabın başlarına gelmesini istemeleridir (En'am 6/57-58, Enfal 8/32-33, Hac 22/47, Ankebut 29/53-54).

[2*] Nur 24/34, Neml 27/45-46.

[3*] Nahl 16/61, Kehf 18/58, Fatır 35/45.

[4*] Çetin, ayetteki (شديد) ‘şedîd’in karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).


(Ra'd 13/7)
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟
Kâfirlik edenler: “Ona Rabbinden bir ayet /mucize indirilse ya!” derler.[1*] (Ey Muhammed!) Sen sadece uyarılarda bulunan birisin.[2*] Her topluluğun bir yol göstericisi vardır.[3*]

[1*] Yunus 10/20, Hud 11/12, Ra’d 13/27, İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50-51.

[2*] Sad 38/65, Naziat 79/45.

 

 


(Ra'd 13/8)
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
Allah her dişinin rahminde ne taşıdığını, rahimlerin neyi eksilttiğini /dışarı attığını ve neyi artırdığını /geliştirdiğini bilir.[1*] Her şey, onun yanında bir ölçüye göredir.[2*]

[1*] Âl-i İmran 3/6, Hac 22/5, Fatır 35/11, Fussilet 41/47.

[2*] Furkan 25/2, Kamer 54/49.


(Ra'd 13/9)
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ
O, gaybı /algılanamayanı da şehadeti /algılanabileni de bilendir; büyüktür, pek yücedir.[*]

[*] En’am 6/73, Secde 32/6, Haşr 59/22, Teğabun 64/18.

 

(Ra'd 13/10)
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
İçinizden sözü gizleyen ve onu açığa vuran da gece saklanan ve gündüz dışarı çıkan da (O’nun için) birdir.[*]

[*] En’am 6/3, Nahl 16/19, Teğabun 64/4, Mülk 67/13-14.


(Ra'd 13/11)
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
Kişiyi önünden ve arkasından takip edenler (melekler) vardır, Allah’ın emriyle onu korurlar.[1*] Bir toplum, kendinde olanı değiştirmedikçe Allah, o toplumda olanı değiştirmez. Allah (hak ettikleri için)[2*] bir toplumun başına bir kötülük getirmek istediği zaman ona engel olacak bir şey bulunmaz.[3*] Onların Allah ile aralarına girecek bir yakınları da olmaz.

[1*] En’am 6/61, Târık 86/4.

[2*] Allah’ın bir topluma sıkıntı vermesi, ancak o toplumun onu hak etmesinin sonucunda olur (Enfal 8/53, Nahl 16/112, Sebe 34/15-17).

[3*] En’am 6/17, Yunus 10/107, Fatır 35/2, Zümer 39/38.


(Ra'd 13/12)
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ
O, bir korku ve bir umut olsun diye size şimşeği gösteren[1*] ve (yağmur yüklü) ağır bulutları oluşturandır.[2*]

[1*] Rum 30/24.

[2*] A’raf 7/54, Nur 24/43.


(Ra'd 13/13)
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ
Gök gürültüsü, O’nun her şeyi mükemmel yapması sebebiyle O’na boyun eğer, melekler de O’ndan korkmaları sebebiyle (boyun eğerler)[1*] O, yıldırımları gönderip onlarla tercih ettiğini[2*] çarpar. Durum böyleyken o kâfirler Allah hakkında tartışıp duruyorlar. Halbuki o, tuzakları bertaraf etme konusunda çok güçlüdür.

[1*] Melekler, imtihan edilen varlıklar olduğu için boyun eğmeme hakları vardır (Nisa 4/172-173) ama gök gürültüsü, ister istemez boyun eğer (Fussilet 41/11). Ayrıca şu ayetlere bkz: A’raf 7/206, İsra 17/44, Enbiya 21/19-20, Nur 24/41, Fussilet 41/38, Hadid 57/1, Haşr 59/1, Saf 61/1, Cuma 62/1, Teğabun 64/1.

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html. Burada beklenen, yıldırımın çarpacağı kişiyi belirlemesidir.

 

(Ra'd 13/14)
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Doğru dua, yalnızca Allah'a yapılandır.[1*] Allah ile aralarına koyup dua ettikleri, onlara hiçbir şekilde karşılık veremez.[2*] Onların durumu, ağzına su gitsin diye iki avucunu suya uzatandan farklı değildir; halbuki su, (bu şekilde) ağza ulaşmaz. Kâfirlerin[3*] duası, sadece boşa giden bir duadır.[4*]

[1*] Fatiha 1/5.

[2*] A’raf 7/194Fatır 35/14, Ahkaf 46/4-6.

[3*] Bu ayetten de anlaşıldığı üzere her müşrik kâfir, her kâfir müşriktir. Bilmeden Allah'a ortak koşan kişi müşrik sayılmaz (Bakara 2/22, Âl-i İmran 3/151, Tevbe 9/17).

[4*] Bu kişilerin cehennemdeki durumlarını anlatan ayetler için bkz: Mü’min 40/48-50.


(Ra'd 13/15)
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ
Göklerde ve yerde olanlar ve onların gölgeleri (uzayarak ve kısalarak)[1*] öğle ve ikindi vakitlerinde[2*] gönüllü ve zorunlu olarak Allah'a secde ederler /boyun eğerler.[3*]

[1*] Furkan 25/45-46.

[2*] Bkz. A’raf 7/205. ayetin dipnotu.

[3*] Secdenin kök anlamı eğilme ve boyun eğmedir. (Müfredat). (Nahl 16/48-49, Hac 22/18, Rahman 55/6).

 


(Ra'd 13/16)
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Onlara: “Göklerin ve yerin Rabbi /Sahibi kimdir?” diye sor ve de ki: "Allah’tır."[1*] Bir de şunu sor: “Kendilerine bile bir fayda sağlamaya veya bir zarar vermeye gücü yetmeyen velileri /yakın saydıklarınızı mı Allah ile aranıza koydunuz?”[2*] De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu?[3*] Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?" Yoksa onlar Allah’a, kendilerince O’nun yaratması gibi yaratan ve yarattıkları, O’nun yarattıkları ile benzeşen ortaklar mı oluşturdular?[4*] Onlara de ki: “Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, tektir, her şeyi emri altına almış olandır.”[5*]

[1*] Cevabı onlar verseydi aynı şeyi söyleyeceklerdi (Yunus 10/31, Mü'minun 23/84-89, Ankebut 29/61-63, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/87).

[2*] İsra 17/56, Furkan 25/3, Sebe 34/22, Zümer 39/43.

[3*] En’am 6/50, Hud 11/24, Fatır 35/19-20, Mü’min 40/58.

[4*] Ra’d 13/33, Fatır 35/40, Ahkaf 46/4.

[5*] Sad 38/65.


(Ra'd 13/17)
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًاۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ
Allah gökten su indirir de vadiler kendi ölçüsünce sel olup akar. Sel de üste çıkan köpüğü taşır. İnsanların süs veya eşya yapmak için ateşte erittiklerinin üzerinde de benzer bir köpük oluşur. Allah, hak ile batılı işte böyle örneklerle anlatır. Köpük atılır gider. İnsanlara yararı olan şeyler ise yerinde kalır.[1*] Allah örnekleri işte böyle verir.[2*]

[1*] İsra 17/81, Enbiya 21/18, Sebe 34/49.

[2*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27.


(Ra'd 13/18)
لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟
Rablerinin çağrısına uyanlar için en güzel karşılık vardır.[1*] Onun çağrısına uymayanlar ise yeryüzündeki her şey ve onunla birlikte bir o kadarı daha onların olsa kesinlikle onu fidye olarak verip kurtulmak isterler.[2*] İşte onların verecekleri hesap kötü olacaktır. Sığınacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir yerleşim yeridir!

[1*] Yunus 10/26, Kehf 18/88.

[2*] Âl-i İmran 3/91, Maide 5/36, Yunus 10/54, Zümer 39/47, Mearic 70/11-14.


(Ra'd 13/19)
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ
Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen biri, ona karşı körlük eden kişi gibi olur mu?[1*] Sadece aklıselim sahibi olanlar[2*] doğru bilgiden yararlanır.[3*]

[1*] İsra 17/72, Sebe 34/6, Zümer 39/22, Muhammed 47/14.

[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.

[3*] Zikir; doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (En’âm 6/80, Enbiya 21/24). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerinde düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286). Tezkîr, zikri karşı tarafa ulaştırmak (Ğaşiye 88/21); tezekkür ise o zikri kullanmaktır (Kasas 28/51-52, Zümer 39/9).

 


(Ra'd 13/20)
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ
Onlar, Allah’a karşı taahhütlerini yerine getiren ve verdikleri sözden[*] caymayan kimselerdir.

[*] Her insan ergenlik çağına girerken Allah’ın kendisinin Rabbi olduğuna şahit olur ve Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğine söz verir (Maide 5/7, A’raf 7/172).


(Ra'd 13/21)
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ
Onlar; Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı kuran,[1*] Rablerinden çekinen ve verecekleri hesabın kötü olmasından korkanlardır.[2*]

[1*] Bunlar Allah’ı, kendinin en yakını (Kaf 50/16) olarak bilen ve araya bir aracı koymayanlardır. Allah ile arasına aracı koyanlar, bu bağı koparır ve müşrik olurlar (Bakara 2/26-27). 

[2*] Nur 24/37, İnsan 76/7.


(Ra'd 13/22)
وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ
Yine onlar; Rablerinin teveccühünü kazanmak için sabreden /duruşunu bozmayan,[1*] namazı düzgün ve sürekli kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık infak eden /hayra harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir.[2*] İşte onlar, dünya yurdunun (güzel) sonucunu elde edecek olanlardır.[3*]

[1*] Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde kendine hakim olmaktır (Müfredat). Bu şekilde davranan kişi, önüne çıkan engelleri aşarak yoluna devam eder. Dilimizde bunu en iyi ifade eden söz ‘duruşunu bozmamak’tır.

[2*] Kasas 28/52-54, Ankebut 29/58-59, Fatır 35/29-30.

[3*] Dünyada, Allah’ın gösterdiği yoldan gidenler, asıl hedeflerine ahirette ulaşılarlar. 

 


(Ra'd 13/23)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ
(O sonuç) Adn cennetleridir.[1*] Onlar o cennetlere ana-babalarından, eşlerinden ve soylarından uygun durumda olanlarla[2*] birlikte gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girecek (ve şöyle diyecektir):

[1*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Kehf 18/107-108, Müminun 23/1-11). Bunlar, Cennet’in ortak özelliklerini ifade eden nitelemelerdir.

[2*] Bunlar, şirk günahından uzak kalmış olanlardır (Mü’min 40/8, Tûr 52/21). 


(Ra'd 13/24)
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ
"Sabırlı davranmanıza /duruşunuzu bozmamanıza karşılık, selam olsun size! Dünya yurdunun sonucu ne güzel!"[*]

[*] Hicr 15/45-46, Nahl 16/30-32, Furkan 25/75, Zümer 39/73, Kaf 50/34.


(Ra'd 13/25)
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ
Allah’a verdikleri sözden sonra taahhütlerini bozan, Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar var ya; işte onların hak ettikleri lanetlenmedir /dışlanmadır. Kötü yurt onlarındır.[*]

[*] Bunlar fâsıklardır (Bakara 2/26-27), Fâsık, Allah’a içinden söz verdikten sonra onunla bağını koparıp yoldan çıkan kişidir.O, Allah’ın emirlerini anlar, onlara inanır, uymaya karar verir, ama sonra vazgeçer (Al-i İmran 3/81-82, Maide 5/47, Nur 24/55) ve onları unutmuş gibi davranır (Tevbe 9/67, Haşr 59/19). İşte cezayı hak edenler onlardır (Ahkaf 46/35).Bunlar, cehennemden çıkamayacaklardır (A’raf 7/44-45). 

 

(Ra'd 13/26)
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟
Allah, tercih ettiği kişi için[1*] rızkı genişletir de daraltır da.[2*] Onlar ise dünya hayatıyla mutlu olurlar.[3*] Oysa dünya hayatı ahirete göre geçici bir yararlanmadan başka bir şey değildir.[4*]

[1*] Şâe (شاء) ile ilgili detaylı bilgi için bkz Ra’d 13/13. ayetin dipnotu. 

[2*] İsra 17/30, Kasas 28/82, Rum 30/37, Ankebut 29/62, Sebe 34/36, 39, Zümer 39/52, Şura 42/12.

[3*] Yunus 10/7.

[4*] Kasas 28/60, Şûrâ 42/36.


(Ra'd 13/27)
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ
Kâfirlik edenler: “Rabbinden ona bir ayet /mucize indirilse ya!” derler.[1*] De ki: “Allah, (sapıklığın) gereğini yapanı sapık sayar, kendisine yöneleni de yoluna kabul eder.”[2*]

[1*] Ra’d 13/7.

[2*] Âl-i İmran 3/101, Kasas 28/56, Şûrâ 42/13.


(Ra'd 13/28)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
Onlar, inanıp güvenen ve kalpleri Allah'ın zikri /Kitabı[1*] ile tatmin olanlardır[2*]. Bilin ki kalpler, sadece Allah'ın zikri ile tatmin olur.

[1*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7, 24). 


(Ra'd 13/29)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar için mutluluk ve varılacak güzel bir yer vardır[*].

[*] Bakara 2/25, 82, Nisa 4/57, 122, Yunus 10/9-10, Hud 11/23, Kehf 18/107-108, Ankebut 29/7, 9, 58-59, Rum 30/15, Lokman 31/8-9, Secde 32/19, Casiye 45/30, Buruc 85/11.


(Ra'd 13/30)
كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ
Böylece seni de kendilerinden önce nice toplumlar geçmiş olan bir topluma elçi gönderdik[1*] ki sana vahyettiğimizi onlara bağlantılarıyla birlikte okuyasın[2*]. Oysa onlar Rahmân’a /iyiliği sonsuz olana[3*] karşı nankörlük etmektedirler[4*]. De ki: “O, benim Rabbimdir. Ondan başka ilah yoktur[5*]. Ben yalnızca ona güvenip dayandım. Dönüşüm de yalnız onadır[6*].”

[1*] Âl-i İmran 3/144, Fatır 35/24, Casiye 45/18, Müzzemmil 73/15.

[2*] Kehf 18/27, Neml 27/92, Ankebut 29/45.

[3*] Rahmân, “rahmeti yani iyilik ve ikramı her şeyi kuşatan” demektir. Allah, Rahmân olması sebebiyle tüm varlıkların ihtiyaçlarını karşılar (Fatiha 1/1). Bu yüzden “Rahmân” sözcüğü Allah'tan başkası için kullanılmaz.

[4*] Furkan 25/60.

[5*] Duhan 44/8.

[6*] Tevbe 9/129, Şûrâ 42/10.


(Ra'd 13/31)
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعًاۜ اَفَلَمْ يَا۬يْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟
Eğer Kur’an ile dağlar yürütülecek veya yeryüzü parça parça edilecek ya da ölüler konuşturulacak olsaydı (onlar yine de inanmazlardı).[1*] Hayır! Bütün işler Allah’a aittir (her şeye o karar verir).[2*] İnanıp güvenenler, (kafirlerden) hala ümit kesmediler mi: Eğer tercihi Allah yapsaydı tüm insanları yola getirirdi.[3*] Kafirlik edenlerin başlarına, ustaca yaptıkları şeyler sebebiyle felaket gelmeye devam edecek veya felaket, yurtlarının yakınına inecek[4*] ve sonunda Allah’ın vaadi gelecektir. Allah vaadinden asla dönmez.

[1*] En’am 6/111, Enbiya 21/6.

[2*] A’raf 7/54.

[3*] En’am 6/149, Nahl 16/9.

[4*] Zümer 39/39-40.

 


(Ra'd 13/32)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
(Ey Muhammed!) Senden önceki elçiler de mutlaka hafife alınmışlardı.[1*] Ben kafirlik edenlere önce süre verdim; sonra onları yakaladım. Cezalandırmam nasılmış (gördüler).[2*]

[1*] En’am 6/10, Hicr 15/11, Enbiya 21/41, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.

[2*] Hac 22/42-44, 48, Mü’min 40/5.


(Ra'd 13/33)
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Herkesin yapıp ettiğini sürekli gözetimi altında tutan biri mi (başkalarına denk olacak)? Ama onlar Allah’a ortak saydıkları varlıklar oluşturdular.[1*] De ki: “Söyleyin bakalım onların özelliklerini!”[2*] Yoksa siz Allah’a, yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz[3*] ya da içi boş sözler mi söylüyorsunuz? Aslında kafirlik edenlerin kurdukları planlar kendilerine süslü gösterildi ve onun yolundan geri çevrildiler. Allah’ın sapkın saydığını yola getirebilecek hiç kimse yoktur.[4*]

[1*] En’am 6/100, Ra’d 13/16.

[2*] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat).

[3*] Yunus 10/18.

[4*] A’raf 7/186, Kasas 28/56.


(Ra'd 13/34)
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Onlar için dünya hayatında bir azap vardır. Ahiretteki azap ise kesinlikle daha meşakkatli olacaktır.[*] Onları Allah’tan (onun azabından) koruyacak hiç kimse yoktur.

[*] Tâhâ 20/127, Zümer 39/26.


(Ra'd 13/35)
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ
Yanlışlardan sakınanlara vaat edilen cennet şöyledir:[1*] İçlerinden ırmaklar akar, oranın yiyecekleri de gölgeleri de sürekli vardır.[2*] Bu, yanlış yapmaktan sakınanların (mutlu) sonudur.[3*] Kâfirlerin sonu ise ateştir.

[1*] Muhammed 47/15.

[2*] Nisa 4/57, Hud 11/108, Sad 38/54, Vakıa 56/28-33, İnsan 76/14, Mürselat 77/41-44.

[3*] Ra’d 13/22-24.


(Ra'd 13/36)
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ
Kendilerine kitap verdiklerimiz sana indirilene sevinirler. Onun bir kısmını inkar eden kesimleri de vardır.[1*] De ki: “Ben sadece, Allah’a kulluk etme ve O’na ortak koşmama emri aldım.[2*] Ben ancak O’na çağırıyorum; varacağım yer de ancak O’nun huzurudur.”[3*]

[1*] Bakara 2/121, Âl-i İmran 3/81, Maide 5/83-85, Kasas 28/52-54, Ankebut 29/47.

[3*] Yusuf 12/108, Cin 72/20.


(Ra'd 13/37)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّاۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
Böylece (önceki ümmetlere kendi dilleriyle indirdiğimiz gibi sana da)[1*] Kur’an’ı Arapça[2*] hükümler şeklinde indirdik. Bu bilgi sana geldikten sonra onların arzularına uyarsan Allah senin velin / yakının da olmaz koruyucun da.[3*]

[1*] Her elçiye verilen kitap, kendi toplumunun diliyle olur (İbrahim 14/4). 

[2*] Yusuf 12/2, Taha 20/113-114, Zümer 39/28, Fussilet 41/3, Şura 42/7, Zuhruf 43/3. Kur’an’ın önceki kitapları Arap dili ile tasdik ediyor olması bir zorunluluktur (Ahkaf 46/12). Çünkü o kitaplar son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan olacağını (Tevrat /Tesniye 18:18-19, İncil /Elçilerin İşleri 3:21-23) ve Mekke’den çıkacağını bildirir (Tevrat /Tesniye 18:18-19, Mezmurlar 84:5-6, 118:22-26; İncil /Matta 21:42-44).

[3*] Bakara 2/120, 145.

 

(Ra'd 13/38)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
Biz senden önce de elçiler gönderdik. Onlara eşler ve evlatlar verdik. Hiçbir elçinin Allah’ın izni olmadan bir ayet /bir mucize getirmesi mümkün değildir.[1*] Her ecelin[2*] yazılı bir kaydı vardır.

[1*] İbrahim 14/11, Mü’min 40/78.

[2*] Ecel, bir şey için belirlenen süredir (Bakara 2/231, 282, Kasas 28/28). Ana karnındaki döllenme sırasında insanın fiziki özellikleri ve doğal yaşam süresi yani biyolojik eceli belirlenir (Abese 80/17-19). Bu ayete göre bir de Allah katında, ondan başkasının bilmediği, süresi belirlenmiş bir ecel yani ecel-i müsemma vardır. İnsan en fazla ecel-i müsemmasına kadar yaşayabilir. Bazı davranışlar bu eceli kısaltır ve her şey gibi bunun da kaydı tutulur (Fatır 35/11). Yunus aleyhisselam ve kavmi gibi tövbe edip durumunu düzeltenlere, ecel-i müsemasından kalan süreyi tamamlama imkanı verilir (Yunus 10/98, Hud 11/3, İbrahim 14/10, Enbiya 21/87-88, Saffat 37/139-148, Kalem 68/48-50, Nuh 71/4).


(Ra'd 13/39)
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ
Allah (kayıtlardan) tercih ettiğini siler veya sabitler. Ana Kitap O’nun yanındadır.[*]

[*] En’am 6/59, Yunus 10/61, Hud 11/6, Hac 22/70, Neml 27/75, Fatır 35/11, Hadid 57/22.

 

(Ra'd 13/40)
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ
Onları tehdit ettiğimiz şeyin bir kısmını sana göstersek de (göstermeyip) seni vefat ettirsek de[1*] sana düşen, sadece tebliğdir.[2*] Hesap sormak ise bizim işimizdir.[3*]

[1*] Yunus 10/46, Mü’min 40/77.

[2*] Maide 5/67, 99, Nahl 16/82, Nur 24/54, Ankebut 29/18, Şûrâ 42/48, Teğabün 64/12.

[3*] Mü’minun 23/117, Kâf 50/45, Ğâşiye 88/21-26.


(Ra'd 13/41)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Onlar görmüyorlar mı ki yurtlarına geliyor, onu parça parça ellerinden alıyoruz.[1*] Hükmü Allah verir. O’nun hükmünü bozacak yoktur.[2*] O, hesabı çabuk görendir.

[1*] Allah’ın gelmesi, Allah’ın dininin gelmesidir. Bir yere Allah’ın dini gelince onun etki alanı genişlerken diğerlerininki daralır (Enbiya 21/44). Nebimizin Mekke’de dini tebliğ etmeye başlamasından sonra İslam’ın etkisi sürekli artarken kâfirlerin etkisi azalıyordu.

[2*] En’am 6/57, Kehf 18/26, Kasas 28/70.


(Ra'd 13/42)
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعًاۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ
Bunlardan öncekiler de planlar kurdular. Oysa bütün planlar Allah’ın gözetimi altındadır.[1*] O, kimin ne kazandığını bilir.[2*] Kafirler, son yurdun kimin olacağını yakında öğreneceklerdir.

[1*] Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler. Allah onların tüm kötü planlarını boşa çıkarır, başlarına geçirir (Âl-i İmran 3/54, Enfal 8/30, İbrahim 14/46, Nahl 16/26, 45-47, Fatır 35/10, 43).

[2*] En’am 6/3.


(Ra'd 13/43)
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًاۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
Kâfirlik edenler: “Sen (Allah tarafından) gönderilmiş bir elçi değilsin!” derler. Sen de de ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah da yeter,[1*] Kitab’ın bilgisine sahip olanlar da.”[2*]

[1*] Nisa 4/166, En’am 6/19.

[2*] Kur’an’ın veya daha önce indirilmiş kitapların içeriğini bilenler, Muhammed aleyhisselamın, Allah’ın elçisi olduğuna şahit olurlar (Bakara 2/23-24, Âl-i İmrân 3/86, Maide 5/83, A’raf 7/157, Ahkaf 46/10).