NEML

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için  bu kelimeyi “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabileceği için ona "ikramı bol" anlamını verdik. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. ayette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Neml 27/1)
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Tâ-Sîn![1*] Bunlar Kur’ân’ın,[2*] apaçık olan Kitab’ın ayetleridir.[3*]

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur. 

[2*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur’ (القُرْء) veya kar’ (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Arapçada kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine kur’ânlar diye de anlam verilebilir. 

[3*] Hicr 15/1.

 


(Neml 27/2)
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
İnanıp güvenenler için bir rehber ve bir müjdedir.[*]

[*] Nahl 16/89, 102.

 

(Neml 27/3)
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Onlar namazı düzgün ve sürekli kılan, zekatı da veren kimselerdir. Onlar, ahirete inancı kesin olan kimselerdir.[*]

[*] Bakara 2/3-4, Tevbe 9/71, Lokman 31/4-5.


(Neml 27/4)
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
Ahirete inanmayanlara ise işlerini süslü gösteririz. Onlar bocalar dururlar.[*]

[*] Bakara 2/212, En’am 6/108, 122, A’raf 7/186.

 

(Neml 27/5)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
Onlar, kötü bir azabı hak etmiş kimselerdir; onlar ahirette de en çok kaybedecek olan kimselerdir.[*]

[*] Hud 11/22, Kehf 18/103-106.

 

(Neml 27/6)
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ
Şüphesiz bu Kur’ân sana, daima doğru hükümler veren ve her şeyi bilen (Allah) katından ulaştırılmaktadır.[*]

[*] Şuara 26/192-195, Yasin 36/1-5, Necm 53/4.

 

(Neml 27/7)
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًاۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Bir gün Musa ailesine şöyle demişti: “Ben bir ateş fark ettim. Size oradan bir haber getiririm ya da ısınabilmeniz için ateşin korundan bir parça getiririm.”[*]

[*] Tâhâ 20/9-10, Kasas 28/29.

 

(Neml 27/8)
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Oraya geldiğinde şöyle seslenildi:[1*] “Bu ateşte bulunan (melek)[2*] ve çevresinde olanlar bereketli kılınmıştır. Varlıkların Rabbi / Sahibi olan Allah, her türlü eksiklikten uzaktır.

[1*] Meryem 19/52, Tâhâ 20/11-13, Naziat 79/16.

[2*] Kitab-ı Mukaddes’in Çıkış 3:2 ve Elçilerin İşleri 7:30-34 pasajlarına göre, Allah’ın bir meleği, bir çalıdan yükselen  alevlerin içinden Musa aleyhisselama görünmüştür. 
 

(Neml 27/9)
يَا مُوسٰٓى اِنَّهُٓ اَنَا۬ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
Ey Musa! Gerçek şu ki ben, daima üstün ve bütün hükümleri doğru olan Allah’ım![*]

[*] Tâhâ 20/12; Kasas 28/30.

 

(Neml 27/10)
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ
Değneğini yere at!” (Musa) Değneğin yılan gibi kıvrıldığını görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Allah şöyle dedi:) “Korkma ey Musa! Elçi olarak görevlendirilenler benim huzurumda korkmazlar.[*]

[*] Tâhâ 20/19-20, Kasas 28/31. Aynı olay Tevrat /Mısır’dan Çıkış 4:2-3 pasajlarında anlatılmaktadır.

 

(Neml 27/11)
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Yanlışlara dalan olursa o başka![1*] O da yaptığı kötülükten sonra onun yerine iyilik yaparsa (bilsin ki) şüphesiz ben daima bağışlayan ve ikramı bol olanım.[2*]

[1*] Bu ayet nebilerde ismet sıfatı olmadığının yani nebilerin günahlardan korunmuş olmadıklarının delillerindendir (Nisa 4/105-107, Enfal 8/67-68, Tevbe 9/43, Hud 11/12, İsra 17/73-75, Zümer 39/65-66, Tahrim 66/1-2).

[2*] İşlenen günah ne olursa olsun, terk edilerek tövbe edilir ve doğru yola girilirse Allah, günahları bağışlar (Âl-i İmran 3/135-136; Nisa 4/17, 48, 116; Tâhâ 20/82, Kasas 28/67), ayrıca kuluna ikramda bulunur (A’raf 7/153, Nahl 16/119, Furkan 25/68-71, Zümer 39/53).
 

 


(Neml 27/12)
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ
Elini koynuna sok; lekesiz, bembeyaz olarak çıksın.[1*] Bu, Firavun’a ve halkına göstereceğin dokuz ayetin /mucizenin içindedir.[2*] Çünkü onlar yoldan çıkmış bir halktır.”[3*]

[1*] Tâhâ 20/22-23, Kasas 28/32.

[2*] A’raf 7/133, İsra 17/101.

[3*] Zuhruf 43/54.

 

(Neml 27/13)
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Ayetlerimiz /mucizelerimiz onlara tüm gerçekleri gösterecek şekilde gelince: “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler.[*]

[*] Yunus 10/76, Kasas 28/36, Zuhruf 43/47.

 

(Neml 27/14)
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Mucizelerimiz hakkında içlerinde hiçbir şüphe kalmadığı halde yanlışa dalarak ve üstünlük taslayarak onları bile bile inkar ettiler.[1*] Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu![2*]

[1*] Kafir, Allah’ın ayetlerini görür, doğru olduklarına inanır ama menfaatlerine ters düştüğü için görmezden gelir. Bu sebeple kafirlik, bilinçli bir eylemdir (Âl-i İmran 3/106, Tevbe 9/66, Nahl 16/106, Ankebut 29/47, Lokman 31/32). Bu eylemi yapanlar, Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetini hak ederler. Tövbe etmezlerse dünyalarını da ahiretlerini de kaybederler (Âl-i İmran 3/89-91). 

 

(Neml 27/15)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًاۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Biz, Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik.[1*] Onlar şöyle dediler: “Her şeyi mükemmel yapmak[2*] bizi, mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah’a özgüdür.”

[1*] Enbiya 21/79.

[2*] Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.

 

(Neml 27/16)
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ
Süleyman, Davud’un varisi oldu.[1*] (Bir gün) Dedi ki: “Ey insanlar! Bize kanatlı canlıların[2*] dili öğretildi ve her şeyden verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur.”[3*]

[1*] Sâd 38/30.

[2*] Yerde hareket eden tüm canlılar ve kanatlarıyla uçanlar, tıpkı bizim gibi birer toplumdur. Kıyamet günü onlar da Allah’ın huzurunda toplanacaktır (En’am 6/38, Şûrâ 42/29, Tekvir 81/5). Nebimiz şöyle demiştir: “Kıyamet günü, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan dengiyle alınacaktır” (Müslim, Birr 60, Tirmizî, Kıyâmet 2). Hayvanlar imtihana tabi olmadıkları için kararlarını akıllarıyla verir, Allah’ın dininden bir başka dini kabul edemezler (Âl-i İmran 3/83). Süleyman aleyhisselama kanatlı canlıların dili öğretilmiş ve bunlar, kuşlar ve karıncalarla örneklendirilmiştir. Bu ayetlerden, onların da yeni bilgiler edindiklerini, o bilgileri değerlendiklerini ve yalan kurgular peşinde de olabileceklerini öğreniyoruz. İnsan, onlardan farklı olarak bir ruha sahip olduğu için kararlarını gönlüyle verir. Gönlü ile aklı arasında tam bir uyum kurarak yanlışlardan sakınanlar imtihanı kazanır, diğerleri kaybeder (Bakara 2/2,177, Zümer 39/32-35). Ayette geçen mantık’at-tayr (مَنطِقَ الطَّيْرِ ) kavramı, “kuş dili” diye çevrilmektedir. Oysa karıncalar kuş değildir ama 18 ve 19. ayetlere göre Süleyman aleyhisselam onların dilini de bilmektedir. Karıncalar, biyolojik sınıflandırmada, zar kanatlılar takımında bulunurlar. Üreyebilen özellikteki karıncalar, çiftleşme dönemlerinde kanatlanırlar. Zaten “(طيْر ) = tayr” kelimesi, havada uçan bütün kanatlılar için kullanılır (Müfredat). 

[3*] Enbiya 21/81-82, Sebe 34/12-13, Sad 38/35-39Neml 27/40.


(Neml 27/17)
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Cinler, insanlar ve kanatlı canlılardan oluşan orduları,[*] Süleyman’ın önünde toplandı. Hepsi düzenli bir biçimde bölüklere ayrılmıştı.

[*] Sâd 38/36-38.

 

(Neml 27/18)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Karınca vadisine vardıklarında kraliçe karınca[*] şöyle dedi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin de Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesinler.”

[*] Sureye adını veren “neml” (النمل) kelimesi karınca cinsinden tüm canlıları ifade eder; tekili “nemle” (نملة)’dir. (Lisan’ul-arab). Yerde hareket eden tüm canlılar ve kanatlarıyla uçanlar, tıpkı bizim gibi birer toplum olduğu için (En’am 6/38) bu âyet, onların da liderlerinin olduğunu gösterir. Âyetteki “قَالَتْ نَمْلَةٌ = dişi karınca dedi ki” ifadesi de onun kraliçe karınca olmasını gerektirir. Kraliçe karıncanın Süleyman ve ordularını tanıması, onlar hakkında değerlendirme yapması ve karıncalara verdiği “yuvalarınıza girin” emrinin akıllı varlıklar için kullanılan “ادْخُلُوا” kalıbında olması, onların da tıpkı insanlar gibi bir toplum oluşturduklarını ve insanlarla ilgili bir çok şeyden haberdar olduklarını ortaya koyar.

 

(Neml 27/19)
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
Süleyman, karıncanın sözünden dolayı[1*] hafifçe güldü ve şöyle dedi: “Rabbim! Beni yönlendir[2*] de hem bana hem anneme-babama verdiğin nimetlere şükredeyim hem de senin razı olacağın iyi işler yapayım. İyilik ve ikramınla da beni iyi kullarının arasına kat!”[3*]

[1*] Neml 27/16.

[2*] Süleyman aleyhisselam, Allah’ın verdiği bunca nimet karşısında şımarmamak için Allah’ın yardımını istiyor (Alak 96/6-7, Şems 91/8). 

[3*] Benzer bir dua için bkz: Ahkaf 46/15.


(Neml 27/20)
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ
Süleyman kanatlı canlıları teftiş etti ve şöyle dedi: “Niye Hüdhüd’ü /ibibik kuşunu göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?


(Neml 27/21)
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَد۪يدًا اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
(Eğer öyleyse) Kesinlikle ona çetin bir azap vereceğim veya onu keseceğim. Ya da o bana (mazeretini gösteren) açık bir delil getirecek!”


(Neml 27/22)
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَاٍ بِنَبَاٍ يَق۪ينٍ
Az bir süre bekledi, (Hüdhüd çıkageldi) ve dedi ki: “Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’den[*] sağlam bir haber getirdim.

[*] Yemen’de hüküm sürmüş eski bir devlet. Ayrıca bkz. Sebe 34/15.

 

(Neml 27/23)
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
Onlara hükümdarlık eden bir kadın gördüm; ona her şey verilmiş, büyük bir tahtı da var.[*]

[*] Neml 27/38.

 

(Neml 27/24)
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
Onu ve halkını, Allah'ı bırakıp Güneş’e secde ederlerken gördüm.[1*] Şeytan, yaptıklarını onlara güzel göstermiş ve onları Allah'ın yolundan engellemiş de doğru yolda gitmiyorlar.[2*]

[1*] Fussilet 41/37.

[2*] Nahl 16/63.

 

(Neml 27/25)
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
(Şeytanın böyle yapması) göklerde ve yerde gizli olan her şeyi ortaya çıkaran, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilen Allah’a secde etmesinler /boyun eğmesinler[1*] diyedir.[2*]

[1*] Secdenin kök anlamı eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). 

[2*] Nisa 4/118-119, A’raf 7/16-17, Hicr 15/39, Sâd 38/82.

 

(Neml 27/26)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Allah, kendisinden başka ilah olmayandır.[1*] O, o büyük arşın[2*] sahibidir.”

[1*] Âl-i İmran 3/2.

[2*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Tevbe 9/129, Yusuf 12/100, Buruc 85/15). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Göklerde ve yerde arşın sahibi olan Allah, bütün yetkileri elinde tutandır (Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Tâhâ 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Zuhruf 43/82, Hadid 57/4).

 

(Neml 27/27)
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Süleyman dedi ki: “Bakacağız; doğru mu söyledin yoksa yalancının teki misin!


(Neml 27/28)
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
Şu mektubumu götür, onlara bırak, sonra kenara çekil de nasıl bir dönüş yapacaklarına bak!”


(Neml 27/29)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
Kraliçe dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bana değerli bir mektup bırakıldı.


(Neml 27/30)
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
Mektup Süleyman’dan… “Bismillahirrahmanirrahim[*] /İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla!” (diye başlıyor)

[*] Kur’an ayetleri mesani yani ikişerli bir sisteme göre indirilmiştir (Zümer 39/23). Kur’an’da 114 sure vardır bunlardan Tevbe Suresi dışında her birinin başında besmele vardır. Bu surede besmelenin tekrarlanması, sayıyı 114’e çıkararak onları ikişerli hale getirmiştir.  

 

(Neml 27/31)
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
“Bana karşı büyüklenmeyin! Teslim olarak bana gelin!” (diyor.)


(Neml 27/32)
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْرًا حَتّٰى تَشْهَدُونِ
(Kraliçe) Şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Bu işimde bana sağlam bir görüş bildirin. Siz benim yanımda olmadan ben hiçbir konuda kesin karar vermem.”


(Neml 27/33)
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
Dediler ki: “Biz güçlü kuvvetliyiz, zorlu savaşçılarız; ama son karar senindir. Ne emredeceğini düşün.”


(Neml 27/34)
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
Kraliçe dedi ki: “Krallar bir ülkeye girdiler mi oranın düzenini bozarlar, halkın güçlü ve şerefli olanlarını hor ve hakir duruma düşürürler. Bunlar da öyle yapacaktır.[*]

[*] Neml 27/37.

 

(Neml 27/35)
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
Ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerin[*] ne ile döneceklerine bakacağım.”

[*] Aynı kökten olan resul ve mürsel kelimeleri mutlak olarak “elçi” anlamındadır. Bunlar, Allah’ın gönderdiği elçiyi ifade edebileceği gibi bir insanın bir başkasına gönderdiği elçi için de kullanılır (Yusuf 12/50). Bu ayette geçen “mürsel”, Sebe kraliçesinin Süleyman’a gönderdiği elçidir. Aynı kelime, Allah’ın gönderdiği elçiler için de kullanılır (Yasin 36/3).


(Neml 27/36)
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
Elçiler Süleyman’a gelince Süleyman dedi ki: “Bana mal mı teklif ediyorsunuz? Allah’ın bana verdikleri, size verdiklerinden daha iyidir. Üstelik siz, verdiğiniz hediye ile övünürsünüz.


(Neml 27/37)
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
Onlara geri dön! (Teslim olmazlarsa) Kesinlikle karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz ve onları, kesinlikle hor, hakir ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız.”[*]

[*] Neml 27/34.

 

(Neml 27/38)
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
Süleyman dedi ki: “Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmuş bir şekilde bana gelmeden önce hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirir?”[*]

[*] Neml 27/23.


(Neml 27/39)
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ
Cinlerden bir ifrit[*] dedi ki: “Sen daha makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Bu konuda kesinlikle güçlü ve güvenilir biriyim.”

[*] İfrit, Arapça “afr (عفر)” kökünden türetilmiş olup “kurnaz, şerli, çetin, yaratılışı güçlü, kızgın ve öfkeli kimse” mânasındadır. İfrit, bu anlamları dolayısıyla cin ve şeytanlar için olduğu gibi mecazi anlamda kötülük ve şeytanlıkta aşırı giden insanlar için de kullanılır (DİA, İfrit). Bu ayetteki ifrit, cinlerin ileri gelenlerinden biridir.

 

(Neml 27/40)
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Kitaptan[1*] bilgisi olan kişi ise dedi ki: “Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar ben onu sana getiririm.” Süleyman tahtın, yanı başına yerleşmiş olduğunu görünce şöyle dedi: “Bu, Rabbimin lütfundandır. Bu; O’na şükür mü edeceğim/ görevlerimi yerine mi getireceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemesi içindir. Kim şükrederse sadece kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, o cömerttir.”[2*]

[1*] Bu bilgi, Allah’ın indirdiği kitaplarda olan bir bilgidir. Allah Süleyman aleyhisselama da kitap vermiştir (Âl-i İmran 3/81, Nisa 4/163, En’am 6/84-89). Bu bilgi o kitaptadır. Kur’an, bütün ilahi kitaplardaki bilgileri koruma altına almıştır (Maide 5/48, Hicr 15/9).

[2*] Zümer 39/7.

 

(Neml 27/41)
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ
Dedi ki: “Tahtını, onun (ilk bakışta) tanıyamayacağı hale getirin. Bakalım doğruyu fark edebilecek mi yoksa edemeyecek mi?


(Neml 27/42)
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ
Kraliçe gelince “Senin tahtın da böyle mi?” diye soruldu. Dedi ki: “Neredeyse aynısı! (Kendi tahtı olduğunu anlayınca da şöyle dedi:) Sizdeki ilim bu olaydan önce bize anlatılmıştı. Biz de (size) teslim olduk."


(Neml 27/43)
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
Allah ile kendi arasına koyarak kulluk ettiği şey, (Süleyman’a teslim olmasını) engellemişti.[*] Çünkü o, kâfirler topluluğundandı.

[*] Neml 27/31.


(Neml 27/44)
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
Ona: “Kuleye gir!” denildi. İçini görünce orayı dalgalı bir su sandı ve ayaklarını dizlerine kadar açtı. Süleyman: “Burası billur döşeli bir kule.” dedi. Kraliçe: “Rabbim, ben kendime yanlış yapmışım. Süleyman’la beraber ben de bütün varlıkların Rabbine teslim oldum.”[1*] dedi.[2*]

[1*] Kur’an’da her şey, ayrıntılarıyla ve örnekleriyle açıklanmıştır (Nur 24/34-35). Sebe melikesi Belkıs’ın, tek başına karar vermemesi, elçiler göndererek Süleyman aleyhisselamın durumunu anlamaya çalışması, çok güçlü olduğunu anlayınca ülkesi uğruna ölümü göze alarak gidip teslim olması, gerçekleri görünce de Güneş’e tapmayı bırakıp Süleyman ile birlikte Allah’a teslim olması, bir kadından iyi bir yönetici olabileceğinin çok net açıklanması ve örneklendirilmesidir.

[2*] Bu konudaki ayrıntılar Tevrat’ın 1. Krallar 10:1-9 pasajlarında anlatılmaktadır: “Saba Kraliçesi, Rabbin adından ötürü Süleyman’ın artan ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamaya geldi. Çeşitli baharat, çok miktarda altın ve değerli taşlarla yüklü büyük bir kervan eşliğinde Yeruşalim’e gelen kraliçe, aklından geçen her şeyi Süleyman’la konuştu. Süleyman onun bütün sorularına karşılık verdi. Kralın ona yanıt bulmakta güçlük çektiği hiçbir konu olmadı. Süleyman’ın bilgeliğini, yaptırdığı sarayı, sofrasının zenginliğini, görevlilerinin oturup kalkışını, hizmetkârlarının özel giysileriyle yaptığı hizmeti, sakilerini ve Rabbin Tapınağı’nda sunduğu yakmalık sunuları gören Saba Kraliçesi hayranlık içinde kaldı. Krala, “Ülkemdeyken yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş” dedi, “Ama gelip kendi gözlerimle görünceye dek inanmamıştım. Bunların yarısı bile bana anlatılmadı. Bilgeliğin de, zenginliğin de duyduklarımdan kat kat fazla. Ne mutlu adamlarına! Ne mutlu sana hizmet eden görevlilere! Çünkü sürekli bilgeliğine tanık oluyorlar. Senden hoşnut kalan, seni İsrail tahtına oturtan Tanrın Rabbe övgüler olsun! Rab İsrail’e sonsuz sevgi duyduğundan, adaleti ve doğruluğu sağlaman için seni kral yaptı.”


(Neml 27/45)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Semud'a da “Allah’a kulluk edin” desin diye kardeşleri Salih’i elçi gönderdik. Hemen birbirleriyle münakaşa eden iki taraf oldular.[*]

[*] Salih Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/73-79, Hud 11/61-68, Hicr 15/80-84, Şuara 26/141-159, Fussilet 41/17-18, Zariyat 51/43-45, Kamer 54/23-31Hakka 69/4-5, Şems 91/11-15.

 

(Neml 27/46)
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Salih dedi ki: “Ey halkım! Niçin iyilikten önce kötülüğün çarçabuk gelmesini istiyorsunuz? Allah'tan bağışlanma dileseniz olmaz mı! Belki iyilik ve ikram görürsünüz.”


(Neml 27/47)
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
(Halkı:) “Sen ve yanındakiler yüzünden uğursuzluğa uğradık.” dediler.[1*] Salih dedi ki: “Sizi uğursuzluğa uğratan şey, Allah katındandır. Aslında siz, imtihan[2*] edilen bir topluluksunuz.”

[1*] Elçilere yapılan benzer ithamlar için bkz: A’raf 7/131, Yasin 36/18-19.

[2*] “Fitne”, altını, içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/155), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

 


(Neml 27/48)
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
O şehirde dokuz çete vardı; yeryüzünde düzeni bozuyor, iyileştirme de yapmıyorlardı.[*]

[*] Şuara 26/151-152.

 

(Neml 27/49)
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Aralarında Allah'a ant içip şöyle dediler: “Ona ve ailesine mutlaka gece baskını yapalım, sonra da yakınlarına: “Ailesinin yok oluşunu görmedik. Biz kesinlikle doğru sözlü kimseleriz diyelim.”


(Neml 27/50)
وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onlar bir oyun kurdular. Biz de bir oyun kurmuştuk; ama bunu fark edemiyorlardı.[*]

[*] İbrahim 14/46.

 

(Neml 27/51)
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Bak bakalım planları nasıl sonuçlandı. Biz, onları ve toplumlarının tamamını yerle bir ettik.[*]

[*] A’raf 7/78, Hud 11/67-68, Hicr 15/83, Şuara 26/158, Fussilet 41/17, Kamer 54/31, Hakka 69/5, Şems 91/14.

 

(Neml 27/52)
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte yaptıkları yanlışlar yüzünden, onların çökmüş evleri! Bunda bilenler topluluğu için kesin bir ayet /gösterge vardır.[*]

[*] Şuara 26/158.

 

(Neml 27/53)
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
İnanıp güvenen ve yanlışlardan sakınanları (o felaketten) kurtardık.[*]

[*] Hud 11/66.

 

(Neml 27/54)
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Lût’u da (elçi gönderdik.) Bir gün o, halkına şöyle demişti:[1*] “Siz eşcinsel ilişkiyi[2*] birbirinizin gözü önünde mi yapıyorsunuz?[3*]

[1*] Lut Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Hicr 15/61-77, Enbiya 21/74-75, Şuara 26/160-174, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138, Zariyat 51/31-37, Kamer 54/33-40.

[2*] Eşcinsellik diye meal verdiğimiz kelime, el-fahişe (الْفَاحِشَةَ)’dir. Bu kelime Kur’an’da, eşcinsellik, lezbiyenlik ve zina anlamında kullanılmıştır (Nisa 4/15-16, En’am 6/151, A’raf 7/33, Şûra 42/37, Necm 53/32). 

[3*] O çirkin işi toplandıkları yerlerde yapıyorlardı (Ankebut 29/29).


(Neml 27/55)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
Gerçekten siz kadınları ikinci sıraya atarak[1*] şehvetle erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Aslında siz cahilce davranan bir halksınız.”[2*]

[1*] Ayette geçen dûn (دون) kelimesi “yakınlaştırma, aşağı görme ve üstün zıddı” anlamlarına gelir (Tâcu’l-arûs). Buna göre Lût kavmi erkeklerinin kadınlarını tamamen bırakmadıkları ama erkeklerle birlikte olmayı öncelikli olarak tercih ettikleri anlaşılır.

[2*] A’raf 7/81.

 

(Neml 27/56)
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Halkının cevabı sadece şu sözleri oldu: “Lût ailesini kentinizden çıkarın;[1*] çünkü onlar temiz kalmaya çalışan insanlardır!”[2*]

[1*] Lut aleyhisselamın karısı da o kafirlerdendi (Tahrim 66/10). Ona, sadece kızları inanmıştı. Onlar da babaları gibi insanları doğru yola çağırıyorlardı (Şuarâ 26/160). 

[2*] A’raf 7/82, Şuarâ 26/167, Ankebut 29/29.

 

(Neml 27/57)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Onu ve karısı hariç ailesini kurtardık. Karısının, (bedeninin) kalıntısı kalanlardan[*] olmasını kararlaştırdık.

[*] “(Bedeninin) Kalıntısı kalanlardan” anlamı verdiğimiz kelime “geride kalan” anlamındaki ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, Lut kavmi ve Lut aleyhisselamın eşi ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer. Onların hepsi, yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalmışlardı (A’raf 7/83-84, Hicr 15/60, Şuara 26/171-174, Ankebut 29/32-35, Saffat 37/135-138). Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı fil’dir (Fil 105/1-4). Orada ğabir yerine “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” ifadesi kullanılmıştır (Fil 105/5). Böyle bir bitkiye dışarıdan bakan biri, onun içinin boş olduğunu anlamaz. Buna göre yanardağ külleri altında kalan filler, insanlar ve diğer canlıların içi tamamen yok olmuş ve sadece dış kısmı kalmış olur (Saffat 37/137-138).

 

(Neml 27/58)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
Üzerlerine bir yağmur (pişmiş balçıktan taş ve kül)[*] yağdırdık; uyarılmış kişilerin yağmuru ne kötüdür!

[*] A’raf 7/84, Hud 11/82, Hicr 15/74, Zariyat 51/33, Fil 105/1-5.


(Neml 27/59)
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
De ki: “Her şeyi mükemmel yapmak[1*] Allah’a özgüdür! Allah’ın seçtiği kullara selam /esenlik ve güvenlik olsun![2*] Allah mı iyidir, onların ortak saydıkları mı?”[3*]

[1*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık (Fatiha 1/2).

[2*] Saffat 37/181.

[3*] Yusuf 12/39.

 

(Neml 27/60)
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
Gökleri ve yeri yaratan, sizin için gökten su indiren ve onunla güzel bitkili bahçeleri bitiren kimdir?[*] Siz onlardaki bitkilerin gövdesini bile bitiremezsiniz. Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Hayır, onlar yoldan çıkmış bir halktır.

[*] Bakara 2/22, En’am 6/99, Nahl 16/10-11, Lokman 31/10, Kaf 50/9-10.

 

(Neml 27/61)
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَٓا اَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Yeryüzünü yerleşmeye uygun yapan,[1*] içinde ırmaklar akıtan, orası için sabit[2*] dağlar oluşturan, iki deniz arasına engel koyan[3*] kimdir? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Hayır! Onların çoğu bunu bilmez.

[1*] Mü’min 40/64.

[2*] Ra’d 13/3, Hicr 15/9, Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Lokman 31/10.

[3*] İki denizin karışmasını engelleyen şey, birinin suyunun tatlı ve güzel, diğerinkinin de tuzlu ve acı olmasıdır (Furkan 25/53).


(Neml 27/62)
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ
Zor durumda kalan biri kendisine dua ettiği zaman sıkıntılarını gideren[1*] ve sizi yeryüzünde öncekilerin yerine geçiren kim?[2*] Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Doğru bilgileri ne kadar da az kullanıyorsunuz!

[1*] En’am 6/40-41, Nahl 16/53-54.

[2*] En’am 6/165, Yunus 10/12-14, Fatır 35/39.


(Neml 27/63)
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol bulduran[1*] ve ikramının öncesinde rüzgarları müjdeci olarak gönderen kimdir?[2*] Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Allah onların ortak saydıklarından yücedir!

[1*] En’am 6/97, Nahl 16/16, Tarık 86/1-3.

[2*] Furkan 25/48, Rum 30/46.


(Neml 27/64)
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Yaratılışı başlatan, sonra onu tekrarlayan,[1*] size gökten ve yerden rızık veren kimdir?[2*] Allah ile beraber başka bir ilah mı var? De ki: “Doğru sözlü kimselerseniz kanıtınızı getirin!”

[1*] Yunus 10/4, 34, Rum 30/11, 27.

[2*] Yunus 10/31, Sebe 34/24, Fatır 35/3, Mülk 67/21..


(Neml 27/65)
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
De ki: “Göklerde ve yerde olan hiç kimse gaybı /gizli saklı bilgileri bilmez, onu sadece Allah bilir.[1*] Onlar ne zaman diriltileceklerinin farkında bile değillerdir.”[2*]

[1*] En’am 6/59, Hud 11/123, Nahl 16/77, Cin 72/26-28.

[2*] Nahl 16/20-21.


(Neml 27/66)
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Aslında onların ahiret ile ilgili bilgileri yeterli seviyeye gelmiştir; ama yine de o konuda şüphe içindedirler.[1*] İşin doğrusu onlar o konuda körlük ediyorlar.[2*]

[1*] Fussilet 41/54, Nebe 78/1-3.

[2*] Hac 22/46.

 

(Neml 27/67)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Kâfirlik edenler şöyle dediler: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra gerçekten (topraktan) çıkarılacak mıyız?[*]

[*] Ra'd 13/5, Meryem 19/66, Mü’minun 23/82, Saffat 37/16, Kaf 50/3.

 


(Neml 27/68)
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Bize yapılan bu tehdit, daha önce atalarımıza da yapılmıştı. Bu, öncekilerin yazılarından başka bir şey değildir.”[*]

[*] Ayette geçen esâtîr (أَسَاطِيرُ) kelimesi, “bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen satr (سطر) kökünden türemiş olan ustûre (اسطورة) kelimesinin çoğuludur (Müfredat). Satara (سَطَرَ) fiilinin “yazı yazmak” anlamına gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Dokuz yerde geçen esâtîru’l-evvelîn (أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ) ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki ilahi kitaplarda, diğer kitaplarda, yazıtlarda ya da anlatılarda zaten var olduğunu belirtmek için ayetleri görmezden gelenler tarafından kullanılan alaycı bir ifadedir. Bunu söyleyerek Kur’an’ın önceki ilahi kitapları tasdik etmesini de istismar etmişlerdir  (En’am 6/25, Enfal 8/31, Nahl 16/24, Müminun 23/83, Furkan 25/5, Ahkaf 46/17, Kalem 68/15, Mutaffifin 83/13).

 

 


(Neml 27/69)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
De ki: “Yeryüzünü dolaşın da suçluların sonu nasıl olmuş bir bakın!”[*]

[*] Âl-i İmran 3/137, En’am 6/11, Nahl 16/36, Rum 30/42.

 


(Neml 27/70)
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
Onlara üzülme, plan kurmalarından dolayı da için daralmasın.[*]

[*] En’am 6/33, Yunus 10/65, Hicr 15/97, Nahl 16/127, Kehf 18/6, Şuara 26/3.

 

 


(Neml 27/71)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar “Doğru sözlü kimselerseniz (söyleyin) bu vaat[1*] ne zaman?” derler.[2*]

[1*] İnsanların hesaba çekileceği, doğru yolda olanların cennete, yoldan sapmış olanların ise cehenneme gideceği ile ilgili vaat (İbrahim 14/22-23, Şura 42/18).

 

 

 


(Neml 27/72)
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
De ki: “Çabucak gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de ensenizdedir.”[*]

[*] Enfal 8/32.


(Neml 27/73)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
Rabbin kesinlikle insanlara karşı lütuf sahibidir; ama onların çoğu şükretmez /görevlerini yerine getirmez.[*]

[*] Yunus 10/60Mü’min 40/61.


(Neml 27/74)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Senin Rabbin, sinelerinin neyi gizlediğini ve onların neyi açığa vurduklarını bilir.[*]

[*] Bakara 2/77, Hud 11/5, Nahl 16/23, Neml 27/25, Kasas 28/69.


(Neml 27/75)
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Göklerde ve yerde, gizli saklı hiçbir şey yoktur ki apaçık yazılı bir kaydı olmasın.[*]

[*] Âl-i İmran 3/5, En’am 6/59, Yunus 10/61, Hud 11/6, Hac 22/70, Fatır 35/11, Hadid 57/22.

 

(Neml 27/76)
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Bu Kur’an, İsrailoğullarına, anlaşmazlığa düştükleri konuların çoğunu tam olarak anlatmaktadır.[*]

[*] Maide 5/15Yunus 10/93.

 

(Neml 27/77)
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
O, inanıp güvenenler için de bir rehber ve ikramdır.[*]

[*] A’raf 7/52, Yunus 10/57, Yusuf 12/111, Nahl 16/64, 89, Lokman 31/3.


(Neml 27/78)
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ
Şüphesiz Rabbin taraflar arasında kendi hükmüyle kararını verecektir.[*] O daima üstündür, her şeyi bilir.

[*] Hac 22/17, Casiye 45/17.

 

(Neml 27/79)
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ
Öyle ise sen Allah’a güvenip dayan![1*] Çünkü sen açık gerçekler üzerindesin![2*]

[1*] Furkan 25/58, Şuara 26/217, Ahzab 33/3.

 

(Neml 27/80)
اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Sen ölülere bir şey işittiremezsin. Sırtlarını döndükleri zaman sağırlara da çağrını işittiremezsin.[*]

[*] Rum 30/52, Fatır 35/22.

 


(Neml 27/81)
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
Sen, körlük edenleri sapkınlıklarından çevirip doğru yola yöneltemezsin.[1*] Sen (çağrını) ancak, ayetlerimize inanıp da teslim olanlara işittirebilirsin.[2*]

[1*] Yunus 10/43, Zuhruf 43/40.

[2*] En’am 6/36, Rum 30/53, Fatır 35/18, Yasin 36/11.

 

(Neml 27/82)
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟
Haklarındaki karar kesinleşince bulundukları yerden onlar için bir dâbbe[*] çıkarırız; onlara, insanların ayetlerimize tam olarak inanmadıklarını söyler.

[*] Hareket etme özelliğine sahip her canlı dabbedir (Müfredât). Allah bunları göklere ve yere yerleştirmiştir (Şura 42/29). Ömrünü tamamlamış birinin, öldüğü yerde karşısına çıkıp konuşan canlı, onun için görevlendirilmiş ölüm meleğidir (Secde 32/11). O melek bu sözü, hayatını yanlışlar içinde geçirmiş olanlara söyleyince onlar tam bir teslimiyet gösterir ve «biz kötü bir şey yapmadık ki ki!» derler (Nahl 16/28). Bu ayetin öncesindeki ayetler,  inanmak istemeyen kişilerin dünyadaki davranışlarını, sonrakiler de ahirette karşılaşacakları durumu anlattığı için eceli bitmiş bir kişinin bulunduğu yerde karşısına çıkacak dabbe, ölüm meleğinden başkası olamaz. O meleğin yanındaki melekler (En’am 6/61) böylelerinin yüzlerine ve sırtlarına vurup (Muhammed 47/25-28) şöyle derler: ‘Çıkarın ruhlarınızı!’ Bugün, Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylemiş olmanız ve ayetlerinden uzaklaşıp büyüklük taslamanız sebebiyle alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız” (En’am 6/93). Kendilerini düzeltmeleri için ek süre isterler ama verilmez (Müminûn 23/99-100). Günahkar olarak ölen Müminler de ek süre isterler. Onların istekleri de kabul edilmez (Münafikun 63/10). Melekler, hayatını Allah'ın istediği gibi geçirmiş olanlara, selam ve mutluluk haberleri ile gelirler (Nahl 16/32, Fussilet 41/30-31). Gelenekte bu ayetteki canlıya dâbbet’ul-ard denir ve kıyamet alametlerinden sayılır. Kıyamet alametleri, kıyametin işaretleridir. Son nebi Muhammed aleyhisselamın gelmesi ile kıyametin bütün şartları oluşmuştur (Muhammed 47/18). Kıyamet, ansızın gelecektir. Onun  vakti kimseye bildirilmediği için (A'raf 7/187) bir alameti olamaz. Kıyamet alametleri denen şeylerin sağlam bir dayanağı yoktur. Dolayısıyla bu ayetin de kıyamet ile bir ilgisi yoktur. Kıyamet ile ilgili olan ayetler, bu ayetin devamında yer alan ayetlerdir (Neml 27/83-85)


(Neml 27/83)
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
Her toplumun içinden ayetlerimiz karşısında yalana sarılan bölüğü toplayacağımız gün, her biri (hesap yerine) sevk edilir.[*]

[*] Hicr 15/43-44, Zümer 39/71-72, Fussilet 41/19.


(Neml 27/84)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْمًا اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
(Hesap verme yerine) Geldiklerinde Allah şöyle der: “Tam bir bilgi sahibi olmadan ayetlerim karşısında yalana mı sarıldınız?[*] Yoksa yaptığınız neydi?”

[*] Yunus 10/39.


(Neml 27/85)
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
Yaptıkları yanlışlardan dolayı haklarındaki karar kesinleşmiş olur;[1*] artık konuşamazlar.[2*]

[1*] Bunlar, ahireti göz ardı ederek insanları Allah’ın yolundan engelleyen ve o yolda anlaşılamayacak çarpıklıklar yapanlardır (A’raf 7/44-45).

[2*] Meryem 19/72, Yasin 36/65, Kaf 50/17-26, Mürselat 77/34-37.

 

(Neml 27/86)
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Geceyi içinde dinlensinler diye, gündüzü de aydınlatıcı olarak oluşturduğumuzu görmediler mi? İnanan bir topluluk için bunda kesin ayetler /göstergeler vardır.[*]

[*] Yunus 10/67, Kasas 28/73, Mü’min 40/61, Nebe 78/10-11.

 


(Neml 27/87)
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ
Sura üfleneceği gün,[1*] Allah’ın tercih ettikleri[2*] hariç, göklerde ve yerde kim varsa korku ve dehşete kapılır, hepsi boynu bükük olarak Allah’ın huzuruna gelir.

[1*] En’am 6/73, Kehf 18/99, Tâhâ 20/102, Mü’minun 23/101, Neml 27/87, Yasin 36/51, Saffat 37/19, Zümer 39/68, Kaf 50/20, Hakka 69/13, Nebe 78/18.

[2*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

 


(Neml 27/88)
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların hareket ettiği gibi hareket ederler.[*] Bu, her şeyi sağlam yapan Allah’ın ustalıklı işidir. O, yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.

[*] Dağlar, yerle birlikte hareket ettiği için biz onları hareketsiz sanırız. Halbuki onlar, bulutlar gibi geçip giderler. Bu âyet bize, dünyanın, kendi etrafındaki dönüşünü anlatır. Ahirette dağlar yürütülmüş, yeryüzü dümdüz olmuş, bir çukur ya da tümsek bile kalmamış olur (Tâhâ 20/105-107). Yeniden dirilen insanlar, gördükleri manzara karşısında şaşkınlık yaşarlar (Zilzal 99/3). 

 

(Neml 27/89)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ
Kim (Allah’ın huzuruna) iyilikle gelirse ona ondan daha iyisi vardır.[1*] Onlar, o günkü korku ve dehşetten güvende olurlar.[2*]

[1*] A’raf 7/8, Enbiya 21/101, Necm 53/31-32.

[2*] Nisa 4/40, En’am 6/160, Kasas 28/84, Mümin 40/40.

 

(Neml 27/90)
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Kim de kötülükle gelirse yüzüstü ateşe sokulur.[1*] (Onlara şöyle denir) “Size ancak yapıp ettiklerinizin karşılığı veriliyor!”[2*]

[1*] A‘raf 7/9.

[2*] Bakara 2/81, En’am 6/160, Yunus 10/27, Kasas 28/84, Ahzab 33/68, Mümin 40/40, Şura 42/40.

 


(Neml 27/91)
اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ
(De ki:) “Bana, yalnızca bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine, orayı harem bölgesi yapana /dokunulmaz kılana kulluk etmem emredildi. Her şey O’nundur. Bana, Müslümanlardan /Allah’a tam teslim olanlardan olmam da emredildi.[*]

[*] En’am 6/14, 162-163, Ra’d 13/36, Zümer 39/11-14, Mü’min 40/66Kureyş 106/3-4.


(Neml 27/92)
وَاَنْ اَتْلُوَ۬ا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ
Bir de Kur’an’ı bağlantılarıyla birlikte okumam[1*] emredildi. Kim yola gelirse sadece kendisi için yola gelir. Kim de yoldan çıkarsa ona de ki: “Ben sadece uyarıda bulunanlardan biriyim.”[2*]

[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو), "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır (Kehf 18/27, Ankebut 29/45).

[2*] En’am 6/104, Yunus 10/108, İsra 17/15, Rum 30/44, Fussilet 41/46.

 


(Neml 27/93)
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Bir de şunu söyle: “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür.[1*] O size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız.”[2*] Senin Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[1*] Neml 27/59.