KASAS

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Kasas 28/1)
طٰسٓمٓۜ
Tâ-Sîn-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.

Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Kasas 28/2)
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
Bunlar, apaçık olan[1*] Kitab’ın ayetleridir[2*].

[1*] Kur’an-ı Kerim, muhkem /hüküm bildiren ve müteşabih /muhkemlerin benzeri olup onların ayrıntılarını ortaya koyan ayetlerden oluşur. Bu metot sayesinde Kitab’ın tamamı ayrıntılı olarak açıklanmış (mufassal), böylece kendisi de apaçık (mübin) hale gelmiş olur.

[2*] Yusuf 12/1, Şuara 26/2.


(Kasas 28/3)
نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَاِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
İnanan bir topluluk için, Musa ve Firavun ile ilgili haberlerden bir kısmını sana bütün gerçekliği ile sıralayacağız:


(Kasas 28/4)
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ
Firavun, ülkesinde zorbaca bir yönetim kurmuş[1*] ve halkını farklı topluluklara ayırmıştı. Onlardan bir kesimini (İsrailoğullarını) zayıf düşürüyor; oğullarını boğazlıyor[2*], kadınlarını ise sağ bırakıyordu[3*]. Çünkü o, bozgunculardandı.

[1*] Duhan 44/31.

[2*] Musa'nın (a.s) bu katliamdan kurtuluş hikayesi belliyken, Harun'un (a.s) nasıl kurtulduğu kafalarda bir soru işareti yaratabilir. Tevrat'ta verilen bilgilerden Harun'un (a.s) Musa'nın (a.s) ağabeyi olduğunu ve aralarında üç yaş olduğunu görüyoruz: "Firavunla konuştuklarında Musa seksen, Harun seksen üç yaşındaydı." (Çıkış 7:7). Bu durumda Harun (a.s) doğduğunda yenidoğan erkek çocukların öldürülmesi uygulamasının henüz başlamadığı anlaşılmaktadır.

[3*] Bakara 2/49, İbrahim 14/6, Mü’min 40/25.

 


(Kasas 28/5)
وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ
Biz de o topraklarda zayıf düşürülenlere iyilikte bulunmak, onları önderler yapmak ve bunların yerine geçirmek istiyorduk.


(Kasas 28/6)
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ
Ayrıca onları o topraklara hakim kılmak; Firavun’un, Haman’ın ve o ikisinin emrinde olanların[1*] korktuklarını başlarına getirmek istiyorduk[2*].

[1*] Emrinde olanlar diye anlam verdiğimiz kelime cünud (جُنُودَ), yardım edenler ve destek verenler anlamına gelir (Lisanu’l-Arab). Firavun ve Haman birer önder olduğuna göre yardımcıları, onların emri altında olan kişilerdir. Bu yüzden asker ve orduya da  cünd denir. Çünkü onlar da komutanlarının emrindedirler.

[2*] A’raf 7/137, Şuara 26/59, Duhan 44/25-28.


(Kasas 28/7)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Musa’nın annesine şunu vahyettik[*]: “Onu emzir, ona bir şey olacağından korktuğun zaman da nehre bırak. Korkma ve üzülme; biz onu sana geri verecek ve elçilerimizden yapacağız.”

[*] Sözlükte vahiy; işaret dili, fısıldama, rumuz, yazı veya ima ile  konuşma anlamlarına gelir (Müfredat).  Allah’ın vahyi; ilham yoluyla, perde arkasından veya melekleri aracılığı ile olur (Şûrâ 42/51). Bu üç çeşit vahiyden ilk ikisi her insana yapılır. Allah her insanın içine, yaptığının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ilham eder (Şems 91/7-8). Ayrıca rüyada da bazı şeyler bildirebilir (Yusuf 12/4-5,43-49). Allah bir meleği insan kılığında da gönderebilir (Hicr 15/51-66, Zariyat 51/24-37) Meryem validemize böyle bir vahiy gelmiştir (Meryem 19/16-21). Musa aleyhisselamın annesine gelen de ilham türünde bir vahiydir. Allah’ın yaptığı vahyin üçüncü çeşidi ise  insanlara bildirmek istediği sözlerini, insanlardan seçtiği elçilere melekler aracılığı ile ulaştırmasıdır. Bu esnada Allah öyle bir ortam oluşturur ki elçiler, bu vahyin Allah'tan geldiğini kesin olarak anlarlar(Cin 72/26-28). Onlar bu vahyi, insanlara bildirmekle görevli oldukları için Allah'ın resulü yani elçisi olurlar.

 


(Kasas 28/8)
فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًاۜ اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ
Sonra Firavun ailesi, ileride kendilerine bir düşman ve bir üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı. Çünkü Firavun, Haman ve o ikisinin emrindekiler suçlu kimselerdi.


(Kasas 28/9)
وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Firavun’un eşi dedi ki: “Benim ve senin için bir gözbebeği[1*]! Bunu öldürmeyin belki bize bir fayda sağlar, belki de evlat ediniriz.” Ama onlar işin farkında değillerdi[2*].

[1*] Taha 20/38-39.

[2*] Musa’nın, ilerisinde kendilerine düşman olacağının farkında değillerdi.


(Kasas 28/10)
وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغًاۜ اِنْ كَادَتْ لَتُبْد۪ي بِه۪ لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Musa’nın annesi (Musa'dan başka) bir şey düşünemez hale geldi. Bize inanıp güvenenlerden olsun diye kalbine metânet vermeseydik neredeyse işi açığa vuracaktı.


(Kasas 28/11)
وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
Ablasına: “Onu takip et” dedi. O da onlar fark etmeden onu bir kenardan gördü.


(Kasas 28/12)
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ
Önce çocuğa, süt anneleri kabul ettirmedik. Sonra ablası dedi ki: “Onun bakımını sizin için üstlenecek, ona iyi davranacak bir aileyi size göstereyim mi[*]?”

[*] Taha 20/40.


(Kasas 28/13)
فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّه۪ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟
Böylece onu, annesine geri verdik ki gözü aydın olsun ve üzülmesin. Bir de bilsin ki Allah’ın vaadi yerine gelir. Ancak çoğu kimse bunu bilmez.


(Kasas 28/14)
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Musa ergin hale gelip olgun bir kişilik kazanınca ona hikmet /doğru karar verme yeteneği ve ilim verdik. Biz güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz.


(Kasas 28/15)
وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ
Musa halkın fark edemeyeceği bir sırada şehre girdi. İki kişinin öldüresiye kavga ettiklerini gördü; biri kendi tarafından /İsrailoğullarından, diğeri düşman olan taraftandı. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı Musa’dan yardım istedi. Musa ona bir yumruk attı ve adamın işini bitirdi[*]. Dedi ki: “Bu, şeytanın işidir; o insanı yoldan çıkaran açık bir düşmandır”.

[*] Taha 20/40, Şuara 26/19-21.


(Kasas 28/16)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
“Rabbim! Ben, kendimi kötü duruma soktum; beni bağışla” dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü o bağışlaması çok, ikramı bol olandır.


(Kasas 28/17)
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يرًا لِلْمُجْرِم۪ينَ
Dedi ki: “Rabbim! Bana verdiğin nimete karşılık artık suçlulara asla arka çıkmayacağım.”


(Kasas 28/18)
فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُ فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ
Şehirde, korku içinde çevresini gözleyerek sabahladı. Bir de ne görsün; dün kendisinden yardım isteyen kişi, feryat ederek yine yardım istiyordu. Musa ona dedi ki: “Sen besbelli azgının tekisin!”


(Kasas 28/19)
فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْاَمْسِۗ اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْاَرْضِ وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ
İkisinin de düşmanı olan adamın yakasına yapışmak isteyince adam şöyle dedi: “Musa! Daha dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de öldürmek mi istiyorsun? Senin istediğin, bu ülkede sadece zorba biri olmak. Arayı bulmak isteyenlerden değilsin.”


(Kasas 28/20)
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ
Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Musa! Devlet büyükleri seni öldürmeyi planlıyorlar; hemen çek git, ben senin iyiliğini isteyen biriyim.”


(Kasas 28/21)
فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُۘ قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
Musa korku içinde, çevreyi gözleye gözleye oradan çıktı. “Rabbim, beni yanlışlar içindeki bu topluluktan kurtar!” dedi[*].

[*] Bu konu İncil’de şöyle geçer: “Kırk yaşını doldurunca Musa'nın yüreğinde öz kardeşleri İsrailoğulları'nın durumunu yakından görme arzusu doğdu. Onlardan birine haksızlık edildiğini gören Musa, onu savundu. Haksızlığı yapan Mısırlı'yı öldürerek ezilenin öcünü aldı. ‘Kardeşlerim, benim Tanrı'nın  aracılığımla kendilerini kurtaracağını anlarlar’ diye düşünüyordu. Ama onlar bunu anlamadılar. Ertesi gün Musa, kavga eden iki İbrani'yle karşılaşınca onları barıştırmak istedi. ‘Efendiler’ dedi, ‘Siz kardeşsiniz. Niye birbirinize haksızlık ediyorsunuz?’ “Ne var ki, soydaşına haksızlık eden kişi Musa'yı yana iterek, ‘Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı?’ dedi. ‘Yoksa dün Mısırlı'yı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?’ Bu söz üzerine Musa Midyan ülkesine kaçtı. Orada gurbette yaşadı ve iki oğul babası oldu” (İncil/Elçilerin İşleri 7:23-29).


(Kasas 28/22)
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَٓاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يَهْدِيَن۪ي سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Medyen tarafına yönelince de şöyle dedi: “Umarım Rabbim beni (Medyen’e giden) doğru yola sokar.”


(Kasas 28/23)
وَلَمَّا وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَۘ وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ قَالَ مَا خَطْبُكُمَاۜ قَالَتَا لَا نَسْق۪ي حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ وَاَبُونَا شَيْخٌ كَب۪يرٌ
Medyen suyuna varınca orada hayvanlarına su veren bir grup insan gördü. Arka taraflarında da sürülerini (sudan) uzak tutan iki kadın gördü. Musa onlara: “Yapmak istediğiniz nedir?” dedi. Onlar: “Çobanlar çekilmeden hayvanlarımıza su vermiyoruz. Babamız da çok yaşlı biri” dediler.


(Kasas 28/24)
فَسَقٰى لَهُمَا ثُمَّ تَوَلّٰٓى اِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لِمَٓا اَنْزَلْتَ اِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَق۪يرٌ
Musa hemen onların hayvanlarına su verdi. Sonra gölgeye çekildi ve dedi ki: “Rabbim, bana vereceğin her iyiliğe ihtiyacım var!”


(Kasas 28/25)
فَجَٓاءَتْهُ اِحْدٰيهُمَا تَمْش۪ي عَلَى اسْتِحْيَٓاءٍۘ قَالَتْ اِنَّ اَب۪ي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ اَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَاۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَۙ قَالَ لَا تَخَفْ۠ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Sonra o iki kızdan biri utana sıkıla yürüyerek geldi ve dedi ki: “Babam seni çağırıyor, hayvanlarımıza su vermenin karşılığı olan ücreti ödeyecek.” Musa babalarının yanına vardı. Ona başından geçenleri tüm ayrıntısı ile anlatınca adam dedi ki: “Korkma, yanlışlar içindeki o topluluktan kurtuldun!”


(Kasas 28/26)
قَالَتْ اِحْدٰيهُمَا يَٓا اَبَتِ اسْتَأْجِرْهُۘ اِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْاَم۪ينُ
İki kızdan biri dedi ki: “Babacığım, onu ücretle tutsana! Ücretle tutacağın kişilerin en iyisi güçlü ve güvenilir olan bu kişidir.”


(Kasas 28/27)
قَالَ اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ اُنْكِحَكَ اِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلٰٓى اَنْ تَأْجُرَن۪ي ثَمَانِيَ حِجَجٍۚ فَاِنْ اَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِنْدِكَۚ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اَشُقَّ عَلَيْكَۜ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Babaları şöyle dedi: “Yanımda sekiz yıl ücretle çalışman şartıyla[*] şu iki kızımdan birini sana nikahlamak isterim. On yıla tamamlarsan bu senin ikramın olur. Sana güçlük çıkarmak istemem. İnşaallah iyi biri olduğumu göreceksin.”

[*] O kişinin, kızını Musa ile evlendirmesi Tevrat’ta, Musa’nın çalışmasından ziyade Medyen’de kalmayı kabul etmesiyle ilişkilendirilir: “Musa o adamla kalmaya razı oldu. O da kızı Tsippora’yı ona verdi” (Çıkış 2:21). Bu kişi, Tevrat’ta Medyenli kahin Yitro (Çıkış 3:1) diye anılır. Onun Şuayb (a.s) olduğuna dair Tevrat'ta da Kur’an’da da bir delil yoktur. Mısır’da kaçak durumda olan Musa (as) ile çalışamayacak durumdaki yaşlı bir adam arasında yapılan bu anlaşma, şeriatın bir hükmü değil, özel şartlara sahip iki kişi arasında yapılan bir anlaşmadır. Bunun mehir ile bir ilgisi yoktur. Çünkü mehir, evlenecek kişilerin karşılıklı anlaşması ile belirlenir (Nisa 4/24) ve kızın kendine verilir (Nisa 4/4). Kızın ailesi, hiçbir ad altında erkek tarafından bir şey alamaz.


(Kasas 28/28)
قَالَ ذٰلِكَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَۜ اَيَّمَا الْاَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّۜ وَاللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ۟
Musa dedi ki: “Bu seninle benim aramdadır; iki süreden hangisini tamamlarsam bana karşı bir husumet olmayacak. Bu sözlerimize Allah vekildir.”


(Kasas 28/29)
فَلَمَّا قَضٰى مُوسَى الْاَجَلَ وَسَارَ بِاَهْلِه۪ٓ اٰنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَارًاۚ قَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Musa süreyi tamamlayınca ailesiyle yola çıktı. Tur’un yanında bir ateş farketti. Ailesine dedi ki: “Siz burada kalın[1*]. Ben bir ateş farkettim. Belki oradan size bir haber veya ateşin korundan bir parça getiririm de ısınırsınız[2*].”

[1*] “Siz burada kalın (امْكُثُوا)” ifadesi çoğul kullanılmıştır. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden Musa aleyhisselamın eşinin yanında en az iki çocuğunun olduğu anlaşılıyor. Nitekim İncil’de Musa Aleyhisselamın o esnada iki oğlu olduğu bilgisi yer almaktadır (Elçilerin İşleri 7:29)

[2*] Taha 20/10, Neml 27/7


(Kasas 28/30)
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ
Musa oraya varınca vadinin sağ yamacından, o bereketli yerdeki ağaçtan kendine şöyle seslenildi: “Bak Musa! Ben bütün varlıkların sahibi olan Allah’ım[*].

[*] Meryem 19/52, Taha 20/11-16, Neml 27/8-9. Bu konu İncil’de şöyle geçer: Kırk yıl tamam olunca Musa’ya, Sina Dağı’nın yakınlarındaki çölde, yanan bir çalının alevleri içinde bir melek göründü. Musa gördüklerine şaştı. Daha yakından bakmak için yaklaştığında, Rab ona şöyle seslendi: ‘Senin atalarının Tanrısı, İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı benim.’ Korkuyla titreyen Musa bakmaya cesaret edemedi. “Sonra Rab, ‘Çarıklarını çıkar! Çünkü bastığın yer kutsal topraktır’ dedi. ‘Mısır’da halkıma yapılan baskıyı yakından gördüm, iniltilerini duydum ve onları kurtarmaya geldim. Şimdi gel, seni Mısır’a göndereceğim.’” (İncil/Elçilerin İşleri 7:30-34). 


(Kasas 28/31)
وَاَنْ اَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰٓى اَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ۠ اِنَّكَ مِنَ الْاٰمِن۪ينَ
Değneğini yere at.” Değneğin yılan gibi kıvrıldığını görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. “Musa! Geri dön! Korkma! Sen güvende olanlardansın[*].

[*] Taha 20/17-21, Neml 27/10.


(Kasas 28/32)
اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ
Elini koynuna sok; lekesiz, bembeyaz olarak çıksın! Korkudan açık kalan[1*] kolunu da kendine çek! Bunlar, Rabbin tarafından Firavun’a ve ileri gelenlerine göstereceğin iki kesin kanıttır[2*]. Onlar yoldan çıkmış bir topluluktur.”

[1*] Bu ifade, Musa’nın (a.s.) elini koltuk altından çıkarıp bembeyaz olduğunu gördükten sonra korku ile kolunu kaldırıp koltuk altına baktığını göstermektedir. Ona “kolunu indir, bu bizim bir mucizemizdir” denmiş olur.

[2*] Taha 20/22-23, Neml 27/12.


(Kasas 28/33)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِ
Musa dedi ki: “Rabbim! Ben onlardan bir kişiyi öldürdüm; beni öldürmelerinden korkuyorum[*].”

[*] Şuara 26/14.


(Kasas 28/34)
وَاَخ۪ي هٰرُونُ هُوَ اَفْصَحُ مِنّ۪ي لِسَانًا فَاَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُصَدِّقُن۪يۘ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِ
“Kardeşim Harun, onun dili benden daha açık ve anlaşılırdır. Onu da beni onaylayan bir yardımcı olarak benimle birlikte elçi gönder. Çünkü beni yalancı saymalarından korkuyorum[*].”

[*] Taha 20/29-34, Furkan 25/35, Şuara 26/12-13.


(Kasas 28/35)
قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِاَخ۪يكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا فَلَا يَصِلُونَ اِلَيْكُمَا بِاٰيَاتِنَاۚ اَنْتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ
Allah dedi ki: “Elini kardeşinle güçlendireceğiz. İkinize güçlü bir delil vereceğiz, böylece size ilişemeyecekler[*]. Mucizelerimiz sayesinde siz ikiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz.”

[*] Hud 11/96, Mu'minun 23/45, Mü'min 40/23, Zariyat 51/38.


(Kasas 28/36)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ
Musa her şeyi ortaya koyan mucizelerimizle onlara gelince: “Bu sadece uydurulmuş bir sihirdir. Böylesini eski atalarımızdan da duymadık.” dediler[*].

[*] Yunus 10/76, Neml 27/13.


(Kasas 28/37)
وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Musa dedi ki: “Benim Rabbim bu rehberi[*] kendi katından kimin getirdiğini, sonunda bu yurdun kime kalacağını çok iyi bilir. Şu bir gerçek ki yanlışlar içinde olanlar umduklarına kavuşamazlar.”

[*] Musa aleyhisselam, Firavun ve hanedanına elçi gönderildiğinde ona verilen kitabın ilk ayetleri indirilmişti (Taha 20/11-16, Mu’minun 23/49, Furkan 25/35-36). Firavun ve hanedanının boğulmasından sonra, Musa’ya Tur dağında yazılı olarak da ayetler verilmişti. Harun aleyhisselam, Musa aleyhisselam ile birlikte görev yaptığı için o kitap aynı zamanda ona da verilmiş sayılır (Taha 20/29-36, Enbiya 21/48, Saffat 37/117).


(Kasas 28/38)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَاُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Firavun dedi ki: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum[1*]. Ey Haman! Benim için o çamuru pişir de bana bir kule yap, çıkıp Musa’nın ilahına bakayım! Ben onun gerçekten yalancılardan olduğunu düşünüyorum[2*].”

[1*] Şuara 26/29, Naziat 79/23-24.

[2*] Mü'min 40/36-37.


(Kasas 28/39)
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ
Firavun ve emrinde olanlar, o topraklarda haksız yere büyüklendiler; çünkü huzurumuza çıkarılmayacaklarını sanıyorlardı[*].

[*] A'raf 7/133, Yunus 10/75, Mu'minun 23/46, Ankebut 29/39.


(Kasas 28/40)
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
Nihayet onu ve ordularını tuttuk, denize gömdük. Bak bakalım, o zalimlerin sonu nasıl oldu[*]!

[*] Bakara 2/50, A'raf 7/136, İsra 17/103, Şuara 26/65-66, Zuhruf 43/54-55, Zariyat 51/40.


(Kasas 28/41)
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ
(Haksız yere büyüklenmelerinden dolayı) Onları, ateşe çağıran önderler haline getirmiştik[1*]. Kıyamet /mezardan kalkış[2*] gününde bir yardım da görmeyeceklerdir.

[1*] Kasas 28/39.

[2*] Kıyamet ayağa kalkma ve kalkış demektir. Kıyamet günü, insanların yeniden dirilip kabirlerinden kalktığı gündür.


(Kasas 28/42)
وَاَتْبَعْنَاهُمْ ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟
Bu dünyada onları sürekli dışlanır hale getirmiştik. Kıyamet /mezardan kalkış günü de yüzlerine bakılmayacak kimselerden olacaklardır[*].

[*] Hud 11/97-99.


(Kasas 28/43)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Oysa önceki nesilleri helak ettikten sonra, Musa’ya da o insanlar için gerçeğin göstergeleri, bir rehber ve ikram olarak Kitabı vermiştik ki ondaki bilgileri kullansınlar[*]!

[*] Bakara 2/53, En'am 6/154, İsra 17/2, Enbiya 21/48, Mü'minun 23/49, Mü'min 40/53.


(Kasas 28/44)
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ اِذْ قَضَيْنَٓا اِلٰى مُوسَى الْاَمْرَ وَمَا كُنْتَ مِنَ الشَّاهِد۪ينَۙ
(Ey Muhammed!) Musa’ya o görevi (elçilik görevini) verdiğimizde sen vadinin batı yakasında değildin; olup biteni izleyenlerden değildin[*].

[*] Taha 20/11-16, Naziat 79/15-20.


(Kasas 28/45)
وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۚ وَمَا كُنْتَ ثَاوِيًا ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۙ وَلٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَ
Ama (Musa’dan sonra) yeni nesiller oluşturduk, onların üzerinden uzun bir zaman geçti. Sen Medyenliler arasında da kalmadın ki bunlara (onlarla ilgili) ayetlerimizi okuyasın. Ama (bu bilgilerlerle seni) elçi gönderen biziz.


(Kasas 28/46)
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ اِذْ نَادَيْنَا وَلٰكِنْ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Musa’ya seslendiğimiz sırada Tur’un yanında da değildin[1*]. Bunları Rabbinden bir ikram olarak (öğrendin[2*]) ki senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir topluluğu uyarasın[3*]. Belki doğru bilgileri kullanırlar.

[1*] Meryem 19/52, Kasas 28/29.

[2*] Al-i İmran 3/44, Hud 11/49, 120, Yusuf 12/102, Taha 20/99.

[3*] Mekke’ye, Muhammed aleyhisselamdan önce gelen nebi, İsmail aleyhisselamdır. Allah ona kitap indirmiştir (Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84) ama o kitap Mekkelilere ulaşmadığı ve Muhammed aleyhisselama kadar kendilerine başka bir nebi de gelmediği için onlar, uyarılmamış bir toplum sayılmıştır (Secde 32/3, Sebe 34/44, Yasin 36/5-6).


(Kasas 28/47)
وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Kendi elleriyle yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde şöyle diyecek olmasalardı (seni elçi göndermezdik): “Rabbimiz, keşke bize bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uyup biz de inanıp güvenenlerden olsaydık[*]!”

[*] Taha 20/134, Fatır 35/42-43.


(Kasas 28/48)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Fakat katımızdan bu gerçek /Kur’an gelince şöyle dediler: “Musa’ya verilenlerin /mucizelerin bir dengi ona da verilseydi olmaz mıydı[1*]?” Bunlar, Musa’ya verileni daha önce görmezden gelmediler mi? Bir de tutup “Bunlar, (Tevrat ve Kur’an) birbirini destekleyen iki sihirdir[2*].” dediler. Şunu da söylediler: “Biz ikisini de reddediyoruz.”

[1*] İsra 17/90-93, Ankebut 29/50-51.

[2*] Enbiya 21/3, Sebe 34/43, Zuhruf 43/30-31, Müddessir 74/24-25,


(Kasas 28/49)
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ هُوَ اَهْدٰى مِنْهُمَٓا اَتَّبِعْهُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: “Öyleyse Allah katından bu ikisinden (Tevrat ve Kur’an’dan) daha iyi rehberlik edecek bir kitap getirin[*], ben de ona uyayım. Doğru söylüyorsanız (getirirsiniz).”

[*] Bakara 2/23, Yunus 10/37-38, Hud 11/13, İsra 17/88, Tur 52/34

 


(Kasas 28/50)
فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Dediğini yapmazlarsa bil ki onlar sadece kendi arzularına uyuyorlar[1*]. Allah’tan gelen bir rehbere dayanmaksızın kendi arzusuna uyan kimseden daha sapık kim olabilir[2*]? Allah yanlışlar içinde olan topluluğu yola getirmez.

[1*] Hud 11/14.

[2*] Furkan 25/43, Casiye 45/23.


(Kasas 28/51)
وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۜ۟
Biz onlar için (Kur’an ve önceki kitaplardaki) sözleri ilişkilendirdik ki doğru bilgileri kullansınlar[*].

[*] “Sözler” diye tercüme edilen “el-kavl” kelimesi marife olduğu için “Allah'ın sözleri” anlamına gelir ve Allah’ın tüm kitaplarını kapsar. Yüce Allah'ın Adem’den (a.s.) itibaren gönderdiği tek din İslam'dır (Al-i İmran 3/19). İmtihan, ceza, nesih ya da tasdik ilişkisinin gerçekleşmesi için şeriatlar arasında bazı farklar oluşmuşsa da (Maide 5/48) genel yapı hep aynı kalmıştır. Bu sebeple ilahi kitaplar hiçbir zaman insanlara, bilmedikleri, duymadıkları şeyleri getirmemiştir (Mu'minun 23/68, Zümer 39/18, Şûra 42/13, A’lâ 87/18-19). Ayette fiil kalıbı kullanılan “tavsîl” sözcüğü, ilahi kitaplar arasındaki bu ilişkiyi ifade eder. Yani tüm ilahi kitaplar kendilerinden önceki kitaplar ile irtibatlı ve birbirini tasdik eder şekilde indirilmiştir. Bu, gelen her kitabın meşruiyetini temellendirmek içindir. Ayetin sonundaki "...doğru bilgileri kullansınlar" ifadesi bunu göstermektedir. Dahası bu ayetin devamındaki ayetlerde, kendilerinde var olan kitabî bilgiyi kullanarak Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu tespit eden ve gereğini yapanlardan övgüyle bahsedilmektedir.


(Kasas 28/52)
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ
Bu Kitaptan önce kendilerine kitap verdiklerimiz buna da inanıp güvenirler[*].

[*] Kendi kitabına inananlar, hem bu kitabın onları tasdik eden yapısını hem de -tıpkı önceki kitaplar gibi- ayetleri ayetler ile açıklayan (hikmet) yapısını gördüklerinde bunun Allah’ın gönderdiği Kitap olduğunu anlayacaklardır. Bakara 2/121, Ankebut 29/47.


(Kasas 28/53)
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
(Bu Kitap) Onlara bağlantılarıyla okununca şöyle derler: “Biz ona inandık. O, Rabbimizden gelen gerçektir. Biz daha önce de ona teslim olan kimselerdik.”


(Kasas 28/54)
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Onlar, sabırlı olmaları /duruşlarını bozmamaları sebebiyle kendilerine ödülleri iki kez verilecek olanlardır. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve verdiğimiz rızıktan hayra harcarlar[*].

[*] Maide 5/83-85.


(Kasas 28/55)
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ
Boş sözler işitince onlara aldırmaz, şöyle derler: “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir! Size esenlik ve güvenlik dileriz. Kendini bilmezlerle işimiz olmaz[*].”

[*] Mu’minun 23/3, Furkan 25/63, 72.


(Kasas 28/56)
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Sen istediğin kişiyi doğru yola getiremezsin ama Allah, gereğini yapanı[1*] doğru yola getirir. Doğru yola yönelenleri en iyi o bilir[2*].

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gereğini yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Yunus 10/99.


(Kasas 28/57)
وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
(Mekkeliler) “Bu rehbere /Kur’an’a seninle birlikte uyacak olsak yerimizden yurdumuzdan ediliriz.” dediler. Onları, katımızdan bir rızık olarak her yerden her türlü ürünün getirildiği, güvenli Harem bölgesine biz yerleştirmedik mi[*]? Ama onların pek çoğu bunu bilmez.

[*] Bakara 2/126, Ankebut 29/67, Tin 95/3, Kureyş 106/1-4.


(Kasas 28/58)
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلًاۜ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ
Biz, geçim bolluğu içinde aşırılık yapmış nice kentleri helak ettik. İşte onların meskenleri! Onlardan sonra içinde pek az oturulmuş... Onların mirasçıları sadece biz olduk[*].

[*] En’am 6/6, A’raf 7/4, Hicr 15/23, Meryem 19/40, 74, Taha 20/128, Hac 22/45, Rum 30/9, Secde 32/26, Kaf 50/36.


(Kasas 28/59)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
Rabbin, kendilerine ayetlerimizi bağlantılarıyla okuyacak bir elçiyi, anakentlerine göndermeden yerleşim yerlerini helak etmez. Helak ettiğimiz yerleşim yerleri, sadece halkı yanlışlar içinde olanlardır[*].

[*] En’am 6/131, Enfal 8/33, Hud 11/117, İsra 17/15-16, Şuara 26/208.


(Kasas 28/60)
وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Size verilmiş olan her şey, dünya hayatının menfaati ve süsüdür. Allah katındaki nimetler ise hem daha hayırlı hem kalıcıdır[*]. Aklınızı kullanmaz mısınız?

[*] Al-i İmran 3/14-15, Nahl 16/96, Kehf 18/7, 46, Sebe 34/37, Şura 42/36.


(Kasas 28/61)
اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
Güzel bir vaatte bulunduğumuz, kendisi de onu elde edecek durumda olan kimse ile dünya hayatının menfaatinden faydalandırdığımız sonra kıyamet /mezardan kalkış günü huzurumuza yaka paça getirilecek olan kimse bir olur mu[*]?

[*] Secde 32/18-20, Casiye 45/21.


(Kasas 28/62)
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Onlara seslenip: “Ortaklarım olduğunu iddia ettikleriniz nerede[*]?” diyeceği günü düşün!

[*] En’am 6/22, Nahl 16/27, Kasas 28/74, Fussilet 41/47.


(Kasas 28/63)
قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ
Cezayı hak etmiş olanlar derler ki: “Rabbimiz! Bunlar bizim hayallere daldırdığımız kimselerdir; kendimiz nasıl hayallere daldıysak onları da öyle hayallere daldırdık. Şimdi onlarla ilişiğimizi kesip sana yöneldik. Zaten onlar bize kulluk etmiyorlardı ki[*]!”

[*] Bakara 2/166-167, En’am 6/94, Yunus 10/28-29, Ahkaf 46/6, Saffat 37/27-33.


(Kasas 28/64)
وَق۪يلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ
Onlara: “Allah’a ortak saydıklarınızı çağırın!” denir. Onlar çağırırlar ama ortak saydıkları cevap vermezler[*]. Artık azabı da görmüş olurlar. Keşke doğru yola girmiş olsalardı.

[*] İsra 17/56, Kehf 18/52, Sebe 34/22-23, Zümer 39/38.


(Kasas 28/65)
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ
Allah’ın onlara seslenip: “Elçilerime ne cevap verdiniz?” diyeceği günü düşün[*]!

[*] Maide 5/109; Mülk 67/8-11.


(Kasas 28/66)
فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ
O gün verecek bir cevap bulamazlar. Birbirlerine bir şey de soramazlar[*].

[*] Mü’minun 23/101.


(Kasas 28/67)
فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ
Ama kim tövbe eder /dönüş yapar, inanır ve iyi işler yaparsa onun umduğuna kavuşanlardan olması beklenir[*].

[*] En’am 6/54, Meryem 19/60, Taha 20/82, Furkan 25/70-71.


(Kasas 28/68)
وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Senin Rabbin, tercih ettiğini[1*] yaratır. İnsanların seçim hakkı olan şeylerden de seçim yapar[2*]. Allah, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.

[1*] (Şâe = شاء) fiili için bkz Kasas 28/56. ayetin dipnotu. 

[2*] Allah seçip yaratmazsa insan hiçbir şey yapamaz (İnsan 76/29-30, Tekvir 81/27-29).

(Kasas 28/69)
وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Senin Rabbin, sinelerinin neyi gizlediğini ve onların neyi açığa vurduklarını bilir[*].

[*] Bakara 2/77, Hud 11/5, Nahl 16/23, Neml 27/25, 74.


(Kasas 28/70)
وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
O, Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur[1*]. Şimdi de sonrasında da her şeyi mükemmel yapmak, ona özgüdür[2*]. Karar onundur. Siz onun huzuruna çıkarılacaksınız[3*].

[1*] Bakara 2/255,  Âl-i İmran 3/2, Nisa 4/87, Taha 20/8, Neml 27/26, Teğabün 64/13.

[2*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.

[3*] En'am 6/62, Kasas 28/88.


(Kasas 28/71)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ اَفَلَا تَسْمَعُونَ
De ki: Hiç düşündünüz mü Allah, geceyi kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar sürdürse Allah‘tan başka size bir ışık getirecek ilah kimdir? Hâlâ dinlemeyecek misiniz?


(Kasas 28/72)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ
De ki: Hiç düşündünüz mü Allah, gündüzü kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar sürdürse dinleneceğiniz geceyi Allah‘tan başka size getirecek ilah kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?


(Kasas 28/73)
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Allah, geceyi içinde dinlenesiniz diye, gündüzü de lütfundan arayasınız diye kendinden bir ikram olarak sizin için oluşturdu. Belki görevlerinizi yerine getirirsiniz[*].

[*] Yunus 10/67, İsra 17/12, Neml 27/86, Mü'min 40/61 Nebe 78/10-11.


(Kasas 28/74)
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Onlara seslenip: “Ortaklarım olduğunu iddia ettikleriniz nerede?” diyeceği günü düşün[*]!

[*] Nisa 4/41, Nahl 16/84, 89, Zümer 39/69.


(Kasas 28/75)
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
(O gün) Her toplumun içinden bir şahit çıkarır[1*], şöyle deriz: “Getirin kanıtınızı!” Böylece bütün gerçeklerin Allah’tan yana olduğunu öğrenirler. Uydurdukları ortaklar onlardan uzaklaşıp gitmiş olur[2*].

[1*] Nisa 4/41, Nahl 16/84, 89, Zümer 39/69.

[2*] En’am 6/24, 94, A’raf 7/53, Yunus 10/30, Hud 11/21, Nahl 16/87, Kehf 18/52.


(Kasas 28/76)
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓواُ بِالْعُصْبَةِ اُ۬ولِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ
Karun, Musa’nın kavminden /İsrailoğullarından idi[*] ama onlara karşı haddini aştı. Ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarları bile güçlü bir topluluğa ağır geliyordu! Bir gün kavmi ona şöyle dedi: “Şımarma! Allah şımaranları sevmez.

[*] Ankebut 29/39, Mü’min 40/23-25. Karun Tevrat'ta Korah adıyla geçer ve İsrailoğullarındandır. İki yüz elli İsrailli önderle birlikte Musa’ya başkaldırmıştır (Çölde Sayım 16:1).


(Kasas 28/77)
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya çalış. Dünyadan da payını unutma. Allah sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap. Yeryüzünde düzeni bozmaya çalışma. Allah bozguncuları sevmez.”


(Kasas 28/78)
قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعًاۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ
Karun dedi ki: “Bu zenginlik bana, sadece bende olan bilgi sayesinde verildi[1*].” O, kendisinden önceki nesiller içinden daha güçlü ve daha zengin nice kimseleri Allah'ın helak ettiğini bilmiyor muydu? Suçlulara işledikleri günahlar sorulmayacaktır[2*].

[1*] Allah insanları zenginlik ve fakirlikle imtihan eder. Çoğu kimse, zenginleşince kendisini öne çıkarır, fakir düşünce de suçu Allah’a atar (Zümer 39/49-50, Fussilet 41/50, Fecr 89/15-16).

[2*] Yapıp ettikleri her şey, amel defterlerinde yazılı olacağı için (Kehf, 18/49, Kamer 54/52-53) neler yaptıkları onlara sorulmayacak (Rahman 55/39) ama niçin yaptıkları sorulacaktır. Yani suçlular yapıp ettiklerinin hesabını vereceklerdir (A’raf 7/6, Hicr 15/92-93, Nahl 16/56, 93, Enbiya 21/23, Ankebut 29/13, Zuhruf 43/19, Tekasür 102/8).


(Kasas 28/79)
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
Karun bütün haşmetiyle kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatı peşinde olanlar[*] dediler ki: “Ah keşke Karun’a verilenin bir benzeri bizde de olsa! O, gerçekten büyük bir paya sahip!”

[*] Bakara 2/200-202, Hud 11/15-16, İsra 17/18-20.


(Kasas 28/80)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ
ٍİlim sahibi olanlar ise şöyle dediler: “Yazık size! Allah’ın, inanıp güvenen ve iyi işler yapanlara vereceği karşılık daha iyidir. Buna da ancak sabırlı olanlar /duruşunu bozmayanlar ulaştırılır[*].”

[*] Bakara 2/155-157, Al-i İmran 3/195, Nisa 4/134.


(Kasas 28/81)
فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ
Sonra onu da konağını da yerin dibine geçirdik[*]. Allah’tan başka yardım edecek kimsesi olmadı. Kendi kendine de bir şey yapamadı.

[*] Ankebut 29/40.


(Kasas 28/82)
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
Daha düne kadar onun yerinde olmak isteyenler şöyle demeye başladılar: “Vay be! Demek ki Allah, kullarından tercih ettiği kişi için[1*] rızkı genişletirmiş de daraltırmış da[2*]. Allah bize iyilikte bulunmasaydı bizi de batırırdı. Vay be! Demek ki kâfirler umduklarına kavuşamazlarmış.”

[1*] Şâe (شاء) fiili için bkz Kasas 28/56. ayetin dipnotu. 

[2*] Ra’d 13/26, İsra 17/30, Ankebut 29/62, Rum 30/37, Sebe 34/36, 39, Zümer 39/52, Şura 42/12.

 


(Kasas 28/83)
تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُوًّا فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَادًاۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
İşte son yurt! Orayı yeryüzünde üstünlük taslamak ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere has kılarız. Mutlu son takva sahiplerinin /kendini yanlışlardan koruyanların hakkıdır[*].

[*] A’raf 7/128, Hud 11/49, Ra’d 13/22-24, 35


(Kasas 28/84)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Kim (Allah’ın huzuruna) bir iyilikle gelirse ona daha iyisi vardır. Kim de bir kötülükle gelirse kötü işler yapanlara sadece yaptıklarının karşılığı verilir[*].

[*] Nisa 4/40, En’am 6/160, Neml 27/89-90, Mümin 40/40.


(Kasas 28/85)
اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Kur’an’a uymayı sana farz kılan Allah, elbette seni sılana (Mekke’ye[1*]) döndürecektir. De ki: “Bu rehberi kimin getirdiğini, kimin de açık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi Rabbim bilir[2*].”

[1*] "Sıla" “gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer” anlamındadır. Burada sıla anlamı verilen kelime  “dönmek ve tekrarlamak” anlamına gelen avd (عود) mastarından türemiş mekân zarfı olan mead (مَعَادٍ)’dır.  Muhammed aleyhisselamın sılası yani dönüp geleceği yer Mekke’dir. Bu dönüş vaadi Mekke’nin fethiyle gerçekleşmiştir (Feth 48/1, 27, Nasr 110/1).

[2*] En’am 6/117, Nahl 16/125, Necm 53/30, Kalem 68/7.


(Kasas 28/86)
وَمَا كُنْتَ تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يرًا لِلْكَافِر۪ينَۘ
Bu kitabın sana verileceğini hiç beklemezdin[1*]. Bu, sadece Rabbinin bir ikramı olarak sana verildi. Öyleyse sakın kafirlere arka çıkma[2*]!

[1*] Ankebut 29/48, Şura 42/52, Duha 93/7.

[2*] Nisa 4/105, Yunus 10/94-95.


(Kasas 28/87)
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
Allah’ın ayetleri sana indirildikten sonra sakın seni onlardan uzaklaştırmasınlar[1*]! Sen Rabbine çağır; sakın müşriklerden olma[2*]!

[1*] Maide 5/49, İsra 17/73.

[2*] En’am 6/14, Yunus 10/105, Zümer 39/65.


(Kasas 28/88)
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah ile birlikte başka bir ilahı yardıma çağırma[1*]! Allah’tan başka ilah yoktur. Onun zatı dışında her şey helak olur[2*]. Karar onundur. Siz onun huzuruna çıkarılacaksınız[3*].

[1*] Yunus 10/106, Şuara 26/213.

[2*] Rahman 55/26-27.

[3*] Kasas 28/70.