HİCR
[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.
[2*] Kur’an-ı Kerim, muhkem /hüküm bildiren ve müteşabih/muhkemlerin benzeri olup onların ayrıntılarını ortaya koyan ayetlerden oluşur. Bu metot sayesinde Kitab’ın tamamı ayrıntılı olarak açıklanmış (mufassal), böylece kendisi de apaçık (mübin) hale gelmiş olur.
[3*] Kur’ân kelimesi son Kitabın isimlerinden biridir. Kitaptaki hükümlere ulaşmayı sağlayan ayet kümeleri anlamına gelir. Bu sebeple Kur’an’ı Kerim Arapça kur’anlardan oluşur (Yusuf 12/2, Taha 20/113, Zümer 39/27,28, Fussilet 41/3, Zuhruf 43/3) Bir konuyu anlatan muhkem bir ayet ile onu açıklayan müteşabih (muhkem ayetle benzeşen) ayetler, o konuya ait ayetler kümesini yani kur’an’ı oluşturur (Al-i İmran 3/7, Zümer 39/23). Kelimenin bu anlama geldiğinin delillerinden biri İsra 17/78’de geçen “ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ = kur'ân el fecr” ifadesidir. Sabah kızıllığının kümeleşmesi anlamına gelir. Hicr Suresinin bu ayetinde kelimenin belirlilik takısı olmadan kullanılması da ayet kümesi anlamındaki kullanımlara örnek teşkil eder. Bunun benzer ayeti olan Neml Suresinin ilk ayetinde ise özel isim olarak القرآن şeklinde bu ayettekinin tam tersi bir kullanımla Kitabın özel ismi olarak kullanılmıştır. Kur’an kelimesi ile ilgili olarak ayrıca Bakara Suresi 185. Ayetin dipnotuna bakınız.
[*] İnanıp güvenmeyen biri, hayatı ne kadar iyi de olsa zaman zaman iç huzursuzlukları yaşar. Bu sıkıntılar, onun eksikliklerini ve hatalarını fark etmesi için Allah tarafından kendisine verilen ilhamdır. Bunlardan kimi sıkıntısını gidermek için kendisini düzeltme yolunu seçerken kimisi de çareyi daha da azgınlaşmakta bulur. Bu sıkıntının kafirler üzerindeki etkisi En'am 6/125'te, Allah'ın bütün insanlara ilham yoluyla uyarılarda bulunduğu bilgisi de Şems 91/8'dedir.
[1*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24,En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209).
[2*] Her nebiye cinlerin etkisinde kaldığı, aklını kaybettiği şeklinde suçlamalar yöneltilmiştir (Hud 11/87, Şuara 26/27). Muhammed aleyhisselama da yöneltilen bu suçlamalar ayetlerle çürütülmüştür (Kalem 68/2, Tekvir 81/22).
[*] Örneğin Lut Kavminin yok edilmesi işi için gönderilen melekler. O melekler hem gerçek bir iş sebebiyle geldiler, hem de o iş gerçekleri açıkça ortaya çıkarmış oldu. Arapçada EL HAKKI (الحَقِّ) kelimesinin bu çift anlamlı özelliği ne yazık ki Türkçe bakımından mümkün değildir. Örneğin Kur’an-ı Kerim hem bir gerçektir hem de gerçekleri gösterir. Bu nedenle çeviri genelinde EL HAKKI geçen ayetlere parantez veya dipnot ile açıklama getirme ihtiyacı oluşmuştur. (Hud 11/69-83)
[*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24).
[*] En’am 6/10, Ra’d 13/32, Enbiya 21/41, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.
[*] Burada suçluların kalbine işlenen, Allah’ın kitabıdır. Bir şeyi hafife almak için onda eksiklik aramak gerekir. Allah’ın kitabında eksiklik arayanlar, farkında olmadan onun doğruluğunu kavramış olurlar. Onun için bütün kafirler gerçekleri örtmek ve yalan söylemek zorunda kalırlar (En’am 6/33, Hud 11/59, Şuara 26/192-201, Neml 27/14).
[1*] Sünnet, yol demektir. Yolun doğrusu da olur, eğrisi de. Allah’ın sünneti onun doğru yoludur (Nisa 4/26, İsra 17/77). Onun dışındaki bütün sünnetler yanlış yollardır (Al-i İmran 3/131, Enfal 8/38, Kehf 18/55).
[2*] Kehf 18/55
[*] Burç (بُرج), Arapçada köşk ve kale anlamına gelir (Mekâyîs). Birinci kat semanın her tarafını süsleyen yıldız kümeleri uzaktan, köşkler ve kaleler gibi gözükürler (Nisa 4/78, Furkan 25/61, Buruc 85/1).
[*] Saffat 37/10, Cin 72/8-9.
[*] Dağlar yer kabuğunun bizi savurmasını önler (Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Lokman 31/10). Dağlar olmasaydı, depremler daha fazla zarar verirdi. Dağların üzerindeki alan tabanlarının kapsadığı alandan fazla olduğu için de yeryüzünü genişletir.
[1*] Yasin 36/12, Kaf 50/43.
[2*] Meryem 19/40.
[*] İyi işler yapmakta önde giden ve öncülük eden kimseler olduğu gibi, umursamayıp iyilikten geri duranlar da vardır (Fatır 35/32, Vakıa 56/7-14).
[*] İlk insan olan Adem ile daha sonra yaratılan eşi Havva, diğer insanlar gibi döllenmiş yumurtadan yaratılmıştır. Toprak Adem ve eşi için ana rahmi görevi görmüştür (Müminun 23/12-14).
[*] İnsan vücudunun dış kısmına yani cildine “beşere (البشرة)” denir. Beşer (البشر) kelimesi Kur’an’da, insan anlamında kullanılır ve bununla, insanın diğer canlılardan farklı olan fiziki yapısına dikkat çekilir. İnsan, elbise giymek zorunda olan tek varlıktır. Elbise onun, dünyanın her yerinde ve her mevsimde yaşamasına imkan verir (A’raf 7/26; Nahl 16/5, 81). Kur’an, ilk insan olan Adem aleyhisselamın topraktan yaratılan ilk beşer olduğunu açıkça bildirir (Furkan 25/54, Rum 30/20, Sad 38/71). Bütün bunlar, insanın başka bir varlıktan evrilerek oluştuğu iddialarını reddetmektedir.
[1*] Bakara 2/30-33.
[2*] Secdenin kök anlamı, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). Bakara 2/58, Nisa 4/154, A’raf 7/161 ve Yusuf 12/4 ve 100. âyette bu anlamdadır. Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimlerinin birbiri ile olan eğimleri secde olduğu (Hac 22/18) gibi gölgenin uzayıp kısalması da secdedir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Namaz kılarken yapılan secde, yere yapışmaya benzer şekildedir (Nisa 4/103).
[*] Din, “âdet, durum; ceza, karşılık görme ve itaat” anlamlarına gelir (es-Sıhâh). Bunlardan “boyun eğme” ve “karşılık görme” anlamları öne çıkar. Dinde boyun eğilen Allah’tır. Onun emirlerine uyulur ve karşılığı ondan beklenir. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı gündür (Nûr 24/25, Zâriyât 51/6).
[*] Bu ayetten Meleklerin de ömürlü varlıklar olduğu ancak bazılarına Kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar yaşama hakkı tanındığı anlaşılıyor.
[*] Bu ayetten anlaşılacağı üzere İblis, kendi suçunu Allah’a atmaktadır. Geleneksel kader anlayışının temelinde aynı mantık vardır. Bunlar her şeyin ezelden belirlenmiş olduğunu iddia ederek kendi hatalarını Allah’a mal ederler.
[*] Samimiyeti onaylanmış anlamı verdiğimiz ‘muhlas’ kelimesinin mastarı ihlastır. İhlas sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmayıp kulluğu sadece ona yapan, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır. Bu vasfa sahip olana “muhlis”, bu vasfı Allah tarafından onaylanmış olana da “muhlas” denir. İblis, bu özelliğe sahip olanları yoldan çıkaramaz. (Hicr, 15/40; Sad, 38/83).
[*] Nahl 16/98-101.
[*] Araf 7/43.
[1*] “(Bedeninin) Kalıntısının kalmasını” anlamı verdiğimiz kelime ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, İnanmadıkları için yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalan Lut aleyhisselamın eşi ve diğerleri ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer. (Araf 7/83, Şuara 26/171, Neml 27/57, Ankebut 29/32-33, Saffat 37/135) Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı Fil’dir. Orada ğabir kelimesi “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” sözü ile örneklendirilir (Fil 105/5). Demek ki yanardağ külleri altında kalan cesetlerin içi yok olur ama dışında bir şeyler kalır. Saffat 37/137-138
[2*] Aynı olaylar farklı ayrıntılarla şu ayetlerde anlatılmaktadır: Hud 11/69-76, Ankebut 29/31-32, Zariyat 51/24-34.
[1*] Ankebut 29/33.
[2*] Kamer 54/30-39.
[*] Kamer 54/34
[*] Allah'ın Elçisinin evlilik dışı ilişkiyi onaylaması mümkün olmadığından burada (onlarla evlenin) sözünün gizli emir olarak yer alması zorunludur. Cümleyi yarım bırakmış olması, halkın Lut aleyhisselamı çok bunalttığını gösterir. Bu ayet, din farkının evlenmeyi haram kılmadığını da gösterir. Çünkü Tahrim Suresi 10. ayete göre Lut'un karısı kafirdi ama onun eşi olmaya devam ediyordu.
[*] “Kalıntıları okuyabilen” anlamını verdiğimiz “mütevessim” kelimesi, “bir ize bakarak o izin sahibini tanıyabilen kişi” demektir. Ayette geçen kişiler, o topluluktan geriye kalan izler üzerinde inceleme yaparak bahsedilen toplumun başına gelenleri anlayabilecek olanlardır.
[*] Eyke, Şuayb aleyhisselamın elçi gönderildiği Medyen’in (A’raf 7/85) diğer adıdır (Şuarâ 26/176-189)
[*] Hicr, Salih aleyhisselamın elçi gönderildiği Semud kavminin yaşadığı yerdir. (A’raf 7/73-74, Hud 11/61, Şuara 26/141-149, Fecr 89/9).
[1*] Hem gerçek varlıklar hem de gerçekleri gösterir içerikte. Göklerin ve yerin, Allah’ın ayetlerinden olması ve emin olmak isteyenler için buralarda pek çok delil bulunması ile ilgili diğer ayetler Nuh 71/15-17, Casiye 45/12,13, Bakara 2/164, Al-i İmran 3/190, En’am 6/99, Yunus10/6, 101, Ra’d 13/2.
[2*] Taha 20/15, Hac 22/7, Sebe 34/3, Mü’min 40/59, Casiye 45/32.
[3*] Zuhruf 43/89.
[1*] Mesânî (مثَانِي), ikişerler demektir. Ayetler, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içerenler ve onların benzeri olup onları açıklayan müteşâbihlerden oluşur. Aralarında ikili ilişki vardır (Zümer 39/23) İşte bu ilişkiyi belirten kelime mesânî’dir.
[2*] Ayette geçen “o mesânîden yedisini, o muazzam ayet kümesini” ifadesi ile yedi ayetlik Fatiha sûresi kast edilmiştir. Bununla ilgili olarak Nebîmizden şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Elhamdulillâhi rabbi’l-âlemîn (Fatiha) bana mesânîden verilmiş yedi ayettir, muazzam ayet kümesidir." (Buhârî, Tefsir, 1; Nesâî, İftitah, 26.) Bu sebeple namazın her rekâtında Fatiha sûresini okumak, Allah’ı, onun en yüce kur’an’ını/ayetler kümesini okuyarak anmak olduğundan oldukça önemlidir.
[*] Taha 20/131
[*] En’am 6/33-34, Hud 11/12.
[*] Ayette secde edenler (السَّاجِدِينَ) ifadesi geçer. Secdenin kök anlamı eğilme ve kendini aşağı görmedir (Müfredat).