ENBİYA

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Enbiya 21/1)
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
İnsanların hesap verme zamanı yaklaştı oysa onlar umursamazlık içindeler, yüz çevirip dururlar[*].

[*] A’raf 7/185, Enbiya 21/97, Kamer 54/1.


(Enbiya 21/2)
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Rablerinden kendilerine gelen her yeni zikri /bilgiyi sadece eğlenerek dinlerler[*].

[*] Şuara 26/5-6.


(Enbiya 21/3)
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Dinlerken kalpleri boş işlerle meşguldür. Yanlışa dalan bu kimseler, aralarında gizlice şöyle konuşurlar: “Bu da sizin gibi bir beşerden başka nedir ki[*]! Göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?”

[*] En’âm 6/91, Hûd 11/25-27, İbrahim 14/9-10, Mu’minûn 23/24, Teğâbün 64/5-6.


(Enbiya 21/4)
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
(Elçimiz onlara) Dedi ki: “Rabbim, göklerde ve yerde söylenen her sözü bilir. O, her şeyi dinleyen ve bilendir[*].”

[*] Ra’d 13/9-10, Mücadele 58/7.


(Enbiya 21/5)
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
Aslında şunları dediler: “Karmakarışık düşler! Hayır, onu kendisi uydurdu[1*]. Yok, o bir şairdir[2*]. (Eğer elçi ise) Bize, öncekilere gönderilenler gibi bir mucize getirse ya[3*]!”.

[1*] Yunus 10/38, Hud 11/13, 35, Furkan 25/4, Secde 32/3, Sebe 34/8, Ahkaf 46/8.

[2*] Saffat 37/36, Tur 52/30, Hakka 69/41.

[3*]ٍ İsra 17/90-93, Furkan 25/7-8, Ankebut 29/50-51.


(Enbiya 21/6)
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Bunlardan önce helak ettiğimiz kentlerden hiçbiri inanmamıştı; şimdi bunlar mı inanacaklar[*]!

[*] İstedikleri mucizeleri gördükleri halde inanmayan bütün toplumlar helak edilmiştir (İsra 17/59).


(Enbiya 21/7)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Senden önce elçi olarak gönderdiklerimiz de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkası değildi[1*]. Bilmiyorsanız ehl-i zikre /önceki kitapların uzmanlarına sorun[2*].

[1*] En’am 6/9, Yusuf 12/109, Nahl 16/43.

[2*] Zikir, hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Nahl 16/43-44, Enbiya 21/24). Ehl-i zikir de o kitapta uzmanlaşmış kişi demektir.


(Enbiya 21/8)
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
O elçileri yemek yemeyen bedenler kılmadık; ölümsüz de değillerdi[*].

[*] Mâide 5/75, Furkan 25/7.


(Enbiya 21/9)
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
Sonunda verdiğimiz sözü tuttuk; elçileri ve uygun gördüğümüz[1*] kişileri kurtardık[2*]. Aşırı gidenleri de helak ettik.

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Allah Teâlâ, bütün resullerine ve onların yanında yer alanlara yardım eder ve onları düşmanlarından korur (Maide 5/67, Yunus 10/103,  Rûm 30/47, Saffat 37/171-173). Yahudiler, İsa aleyhisselamı öldürdüklerini söyler (Nisa 4/157), Hıristiyanlar da sistemlerini, İsa aleyhisselamın çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine gö­ründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. Bazı İncillere Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddiaları da sokuşturulmuştur (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29). Hâlbuki Kur’an, bu iki nebinin öldürüldüklerinden değil, ecelleri ile öldüklerinden söz eder ve öldükleri gün tam bir güven içinde olduklarını bildirir (Meryem 19/15, 33). Kur’an’da her şeyin örneği verilmiştir (ٍİsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27). Eğer böyle bir şey olsaydı onun da bir örneği olurdu. Nebilerin ve resullerin öldürülmeleri mümkün olmadığına göre onların öldürülmesinden söz eden (Bakara 2/87, 91-92, Al-i İmran 3/112, 183) ayetlerde geçen katl (قتل) sözüne, kelimenin ikinci anlamı olan izlâl  (اذلال) yani değerini düşürme (Müfredât) anlamını vermek gerekir. Nebiler gibi dürüst davranmaya davet eden insanların değerlerini düşürme gayretleri bugün de devam etmektedir (Al-i İmran 3/21-22). Allah onlara da kurtarma sözü vermiştir (A’râf 7/163-166, Hud 11/116).

 

(Enbiya 21/10)
لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
(Ey ehl-i zikir /önceki kitapların uzmanları!) Size, kendi kitaplarınızın bilgisini de içeren bir kitap indirdik[*]. Bu bağı kuramıyor musunuz?

[*] Surenin 3. ayetinden 10.  ayetine kadar olan kısmı ile Nahl suresinin 43 ve 44. ayetleri arasında benzerlik bulunmaktadır. Şöyle ki; 3. ayette Resûlullah’ı kastederek “Bu da sizin gibi bir beşerden başka nedir ki!” şeklinde itirazda bulunanlardan bahsedilmişti. 7. ayette ise, Nahl sûresinin 43. ayetinde olduğu gibi rasûl olarak bir beşerin gönderilmesine yapılan itiraza “Bilmiyorsanız ehl-i zikre /önceki kitapların uzmanlarına sorun!” şeklinde cevap vardır. 8. ayette, resullerin beşer olduğu vurgulandıktan sonra, yine Nahl sûresinin 44. ayetinde olduğu gibi 9 ve 10. ayetlerde hitap Ehl-i Kitab’a yöneltilmekte ve resullere tabi olanların kazanacağına, diğerlerinin de kaybedeceğine dair Allah’ın kuralına atıfta bulunulmakta, bu kuralı Ehl-i Kitab’ın bildiği îmâ edilmektedir (Mü’min 40/51; Mücâdele 58/21; Nûr 24/55; Saffât 37/171 vd.). 10. âyette ise Ehl-i Kitab’ın dikkati Kur’ân’a çekilmekte Kitab’ın sıfatı olarak (ف۪يهِ ذِكْرُكُمْ) ifadesi geçmektedir. “Kendi kitaplarınızın bilgisini de içeren” şeklinde meal verdiğimiz bu ifadeyle Ehl-i Kitab’a, Muhammed (s.a.v.)’e indirilen Kur’ân’ın içinde, onlara indirilenin de olduğu yani Kur’ân’ın, ellerindeki kitapları tasdik ettiği mesajı verilmektedir. Benzer şekilde mesela Mü’minûn 23/71. ayette de, insanlara zaten bildikleri ve okuyup durdukları şeylerin yani zikrin geldiği, görmezden gelmekle kendi zikirlerinden de yüz çevirdikleri bildirilmektedir. Yine Enbiyâ sûresinin 24. ayetinde Yüce Allah, kendisine ortaklar edinenler için Resûlullah’tan “Haydi getirin delilinizi! Bu Kur’an benimle birlikte olanların zikri, benden öncekilerin de zikridir” demesini istemekte, 25. ayette de tüm resullerin tevhid ilkesi üzere gönderildikleri bildirilmektedir (Müminun 23/68-71).


(Enbiya 21/11)
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ
Yanlışlar yapan nice kenti kırıp geçirdik[*] ve arkalarından başka topluluklar oluşturup geliştirdik.

[*] En’âm 6/6, 131, Yunus 10/13, Hûd 11/117, Kehf 18/59, Hac 22/45, Kasas 28/59.


(Enbiya 21/12)
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ
Baskınımızı hissedince hemen oradan kaçıyorlardı.


(Enbiya 21/13)
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ
“Kaçmayın, şımartıldığınız şeylere ve evlerinize dönün! Belki sizden bir şeyler istenir[*].”

[*] İtibarlı olduğunuzdan dolayı belki sizden bir şey isterler.


(Enbiya 21/14)
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Şöyle dediler: “Vay halimize! Biz gerçekten yanlış yapan kişilerdik[*]!”

[*] Enbiyâ 21/46, 97.


(Enbiya 21/15)
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يدًا خَامِد۪ينَ
Bu şekildeki feryatları, onları biçilmiş ekin, alevi sönmüş ateş gibi yapmamıza kadar sürmüştü.


(Enbiya 21/16)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Gökleri, yeri ve ikisinin arasında olanları, oyun oynayalım diye yaratmadık[*].

[*] Duhan 44/38-39.


(Enbiya 21/17)
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ
Eğlenmek isteseydik eğlenceyi katımızda olanlarla yapardık. Yapsak öyle yapardık.


(Enbiya 21/18)
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Tam aksine, hakkı batılın üstüne atarız, onun beynini dağıtır; batıl bir anda yok olup gider[1*]. (Ey batıla saplananlar!) Yaptığınız nitelemelerden dolayı çekeceğiniz var[2*]!

[1*] İsrâ 17/81, Sebe 34/49.

[2*] Enbiya 21/2-5.


(Enbiya 21/19)
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ
Göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’a aittir. Onun yanında olanlar ona kulluk etmekten ne büyüklenerek geri durur ne de yorulurlar[*].

[*] Nisa 4/172, A’râf 7/206, Nahl 16/48-49, İsrâ 17/44, Fussilet 41/38.


(Enbiya 21/20)
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ
Onlar gece gündüz, bir gevşeklik göstermeden ona boyun eğerler.


(Enbiya 21/21)
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ
“Yoksa yeryüzünden ilahlar mı edindiler, (ölüleri) onlar mı diriltip ortaya çıkaracak[*]?”

[*] Kalem 68/36-43.


(Enbiya 21/22)
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulurdu[*]. Bütün yönetimin (arşın) Rabbi /Sahibi olan Allah, onların yaptıkları nitelemelerden uzaktır.

[*] İsrâ 17/42, Mu’minun 23/91.


(Enbiya 21/23)
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
Allah, yaptığından sorgulanamaz. Ama onlar sorgulanırlar[*].

[*] A'raf 7/6, Hicr 15/92, Tekâsür 102/8.


(Enbiya 21/24)
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Yoksa Allah ile aralarına girecek ilahlar mı edindiler? De ki: “Kanıtınızı getirin. Bu Kur’an, benimle birlikte olanların zikri /kitabı, benden öncekilerin de zikridir[*].” Aslında onların çoğu, bu gerçeği bilmezler de yüz çevirirler.

[*] Allah’ın indirdiği kitaplardan hiçbirinde müşrikler lehine bir delil bulunmaz (Ahkaf 46/4).


(Enbiya 21/25)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ
Senden önce gönderdiğimiz her elçiye mutlaka şunu vahyetmişizdir: “Benden başka ilah yoktur, kulluğu bana yapın[*].”

[*] Nahl 16/36.


(Enbiya 21/26)
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ
“Rahman çocuk edindi.” dediler. Bu ona yakıştırılamaz! Aslında onlar, değerli kullardır[*].

[*] Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar İsa’yı, Mekke müşrikleri de melekleri Allah’ın çocuğu sayarlar (En’am 6/100-102, Tevbe 9/30, Bakara 2/116, Yunus 10/68, Nahl 16/57Meryem 19/88-92).

 


(Enbiya 21/27)
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ
Onun sözünün önüne geçmezler; hep onun emriyle hareket ederler.


(Enbiya 21/28)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
Onların önlerinde olanı da arkalarında kalanı da Allah bilir[1*]. Onun razı olduğu kişiden başkasına şefaat edemez /destek veremezler[2*]. Onlar, Allah’tan çekindikleri için korkudan titrerler.

[1*] Önlerinde olan, o anda var olandır. Arkalarında kalan ise önceden yaptıklarıdır (Sebe 34/9, Yasin 36/9). 

[2*] En’am 6/61, Ra’d 13/14, Necm 53/26, Tarık 86/4.


(Enbiya 21/29)
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟
Onlardan her kim “Ben Allah ile aranızda bir ilahım!” derse, onu Cehennem ile cezalandırırız. Bu yanlışı yapanları işte böyle cezalandırırız[*].

[*] Âl-i İmrân 3/79-80, Maide 5/116-118, En’am 6/83-88.


(Enbiya 21/30)
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
Kâfirlik edenler görmediler mi, gökler ve yer bütün halinde idi, onları ayırdık ve her canlı varlığı sudan yarattık[*], hâlâ inanmayacaklar mı?

[*] Nûr 24/45.


(Enbiya 21/31)
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Yer kabuğu onları sarsmasın diye yerde sabit dağlar oluşturduk[1*]. Gidecekleri yere ulaşsınlar diye de geniş yollar oluşturduk[2*].

[1*] Dağ anlamına gelen (راسي) râsi” kelimesinin çoğulu olan (رواسي) revasi”, Kur’an’da 9 kez geçmektedir. Bu ayette olduğu gibi 2 ayette daha (ميد) meyd” fiiliyle birlikte kullanılmıştır (Nahl 16/15, Lokman 31/10). Meyd, “gidip gelme, sallanma, sarsılma” anlamlarına gelmektedir. Bu sebeple kelimenin geçtiği üç ayete, “sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi” şeklinde meal verilmekte, bu da dağların bulunduğu bölgelerde deprem olmadığı gibi bir yanlış anlamaya sebep olmaktadır. Oysa ayetteki (أَن تَمِيدَ بِكُمْ) en temide bikum” ifadesini “sizi sarsar diye” şeklinde çevirmek metne daha uygun olacaktır. Dolayısıyla ayetin meali “sizi sarsar diye yere sabit dağlar yerleştirdi” şeklinde olmalıdır. Ayette insanları sarsacak olan “yeryüzü”dür (الأرض). Dağların varlığı insanları bu sarsıntı esnasında korumak, daha güvenli bir yerleşim yeri oluşturmak içindir. Ayette dağların yeri sabitlemesinden bahsedilmemektedir. Nitekim toprak, kum ve alüvyonlu kıyı kesimlerin depremlerde en uzun süreli sarsıntı yaratan, sarsıntının şiddetinin en büyük, hızının en fazla olduğu bölgeler olduğu, dağlık ve kayalık alanlarda ise bu sarsıntıların çok daha kısa ve yavaş olduğu yerbilimleri tarafından da tespit edilmiş gerçeklerdir. Ayet bu gerçeği dile getirmekte, bu özelliğinden dolayı dağlar için demir atma, sabitleme kök anlamından türetilmiş (رواسي) revasi kelimesi kullanılmaktadır.

[2*] Nahl 16/15, Taha 20/53, Zuhruf 43/10, Nuh 71/19-20.


(Enbiya 21/32)
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık[*]. Ama onlar göğün ayetlerinden /göstergelerinden yüz çeviriyorlar.

[*] Hac 22/65, Rum 30/25, Fatır 35/41.


(Enbiya 21/33)
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan odur. Her biri bir yörüngede akıp gider.[*]

[*] Gece ile gündüz, Güneş ve Ay gibi birer varlıktır. Bunların her birinin kendi yörüngesi vardır (Yasin 36/40).


(Enbiya 21/34)
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Senden önce hiçbir beşeri ölümsüz yapmadık. Sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklar[*]!

[*] Âl-i İmrân 3/144, Zümer 39/30.


(Enbiya 21/35)
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her canlı ölümü tadacaktır[1*]. Sizi imtihan[2*] için, şerle de hayırla da zor bir denemeden geçireceğiz[3*]. (Sonunda) Huzurumuza çıkarılacaksınız.

[1*] Âl-i İmrân 3/185, Ankebût 29/57.

[2*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat).  Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[3*] En’am 6/42-45, A’raf 7/94-95,168, Fecr 89/15-16.


(Enbiya 21/36)
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُوًاۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ
O kâfirler seni gördüklerinde, “İlâhlarınıza dil uzatan bu mu!” diyerek sadece hafife alırlar[1*]. Onlar, Rahman’ın zikrini /kitabını görmezlikte direnen kimselerdir[2*].

[1*] Furkan 25/41

[2*] En’âm 6/33

 


(Enbiya 21/37)
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
İnsan aceleci bir yapıda yaratılmıştır[1*]. Size ayetlerimi göstereceğim[2*]; benden bunu hemen istemeyin!

[1*] İsrâ 17/11.

[2*] Fussilet 41/53, Neml 27/93.


(Enbiya 21/38)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar şöyle derler: “Dürüstseniz söyleyin bu vaat ne zaman[*]?”

[*] Yunus 10/48, Neml 27/71, Secde 32/28, Yasin 36/48, Mülk 67/25.


(Enbiya 21/39)
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Kâfirlik edenler, o ateşi, yüzlerinden ve sırtlarından savamayacakları, yardım da göremeyecekleri zamanı keşke bilseler!


(Enbiya 21/40)
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Aslında o, hiç beklemedikleri bir anda[1*] gelecek ve onları şaşırtacaktır. Onu ne geri çevirebilecekler ne de kendilerine süre verilecektir[2*].

[1*] En’âm 6/31, A’râf 7/187, Zuhruf 43/66, Muhammed 47/18.

[2*] Bakara 2/162, Âl-i İmrân 3/88, Nahl 16/85


(Enbiya 21/41)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Senden önce gelen elçiler de mutlaka hafife alınmışlardı. Sonunda onunla alay edenleri, hafife aldıkları şey kuşatıverdi[*].

[*] En’âm 6/10, Ra’d 13/32, Hicr 15/11, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.

 

 


(Enbiya 21/42)
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ
Onlara de ki: “Sizi, gece-gündüz Rahmana karşı kim koruyabilir!” Aslında onlar, (senden değil) Rablerinin /Sahiplerinin zikrinden /kitabından yüz çeviriyorlar[*].

[*] Mu’minûn 23/71.


(Enbiya 21/43)
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ
Yoksa onları bize karşı koruyacak ilahları mı var? Onların /ilah sandıklarının, kendilerine bir fayda sağlamaya güçleri yetmez, bizden bir yakınlık da göremezler[*].

[*] Furkan 25/3, A’raf 7/197.


(Enbiya 21/44)
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
Hâlbuki onlara ve atalarına rahat bir hayat yaşattık, hatta ömürleri kendilerine uzun bile geldi[1*]. Şimdi görmüyorlar mı, yurtlarına geliyor, çemberi sürekli daraltıyoruz[2*]. Bu durumda onlar mı bize galip gelecekler!

[1*] Hadid 57/16.

[2*] Allah’ın gelmesi, Allah’ın dininin gelmesidir. Bir yere Allah’ın dini gelince onun etki alanı genişlerken diğerlerininki daralır (Ra’d 13/41). Nebimizin Mekke’de dini tebliğ etmeye başlamasından sonra İslam’ın etkisi sürekli artarken kâfirlerin etkisi azalıyordu.


(Enbiya 21/45)
قُلْ اِنَّمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
De ki: “Ben sadece sizi vahiyle uyarıyorum[1*].” Ama o sağırlar, uyarıldıklarında çağrıya kulak vermezler ki[2*]!

[1*] En’âm 6/19, 92, Kâf 50/45.

[2*] Yunus 10/42, Neml 27/80, Rum 30/52, Zuhruf 43/40.


(Enbiya 21/46)
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Onlara, Rabbinin azabından küçük bir şey dokunsa hemen şöyle derler: “Vay halimize! Biz yanlışlar içindeydik[*].”

[*] Enbiyâ 21/14, 97.


(Enbiya 21/47)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔاۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Kıyamet /mezardan kalkış günü hassas teraziler kurarız[1*]; kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yaptıkları bir hardal danesi ağırlığında da olsa onu oraya getiririz[2*]. Hesap görücü olarak biz yeteriz.

[1*] A’râf 7/8-9, Mu’minun 23/102-103, Kâria 101/6-11.

[2*] Nisa 4/40, Lokman 31/16, Zilzal 99/7-8.


(Enbiya 21/48)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Musa ile Harun’a, hak ile batılı ayıran[*]; yanlışlardan korunanların önlerini aydınlatan ve akılda tutmaları gereken bilgileri içeren kitabı verdik.

[*] Bakara 2/53, Âl-i İmrân 3/4.


(Enbiya 21/49)
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Kendilerini yanlışlardan koruyanlar; içten içe[*] Rablerinden çekinen ve hesap verme saatinden dolayı korkudan titreyen kimselerdir.

[*] “İçten içe” anlamı verdiğimiz kelime el-ğayb = الغيب‘dır. Bkz: Bakara 2/3.


(Enbiya 21/50)
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
Bu Kur’ân, akılda tutulması gereken çok faydalı bir bilgidir[*]; onu biz indirdik. Şimdi siz bunu inkar mı ediyorsunuz?

[*] En’âm 6/92, 155; Hicr 15/9; Sâd 38/29.


(Enbiya 21/51)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
İbrahim’e olgunluğunu erkenden vermiştik. Biz onu biliyorduk.


(Enbiya 21/52)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Bir gün babasına ve halkına şöyle demişti: “Karşılarında saygıyla durduğunuz şu heykeller de nedir?”


(Enbiya 21/53)
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Dediler ki “Biz bildik bileli atalarımız onlara kulluk ederler.”


(Enbiya 21/54)
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Dedi ki: “Siz de atalarınız da belli ki doğru yoldan çıkmışsınız.”


(Enbiya 21/55)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
Dediler ki: “Ciddi misin, yoksa sen şakacılardan mısın?”


(Enbiya 21/56)
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
İbrahim: “Hayır! Sizin Rabbiniz /Sahibiniz, göklerin ve yerin Rabbidir, onları yaratmış olandır. Ben bunu gözüyle görmüş gibi bilenlerdenim[*].” dedi.

[*] En’am 6/76-81.


(Enbiya 21/57)
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
(İçinden şöyle dedi:) Vallahi sizler çekilip gittikten sonra putlarınıza kesinlikle bir oyun kuracağım.”


(Enbiya 21/58)
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا اِلَّا كَب۪يرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Sonra hepsini paramparça etti ama kendisine başvururlar diye sadece büyüğüne dokunmadı.


(Enbiya 21/59)
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
“Bunu ilahlarımıza kim yaptı? O gerçekten yanlış yapanlardan biridir” dediler.


(Enbiya 21/60)
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
“İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duyduk.” dediler.


(Enbiya 21/61)
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
“Öyleyse getirin onu halkın önüne; belki onlar görmüşlerdir” dediler.


(Enbiya 21/62)
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
(İbrahim getirilince) “Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın, İbrahim?” dediler.


(Enbiya 21/63)
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
“Belki onların şu büyüğü yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara (kırılan putlara) sorun!” dedi.


(Enbiya 21/64)
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
Bunun üzerine kendilerine geldiler ve şöyle dediler: “Biz, gerçekten yanlış yoldayız[*]!”

[*] İltifat. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki “left = لفت” kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır: ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.


(Enbiya 21/65)
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
Sonra tekrar eski hallerine döndüler (ve şöyle dediler): “İyi biliyorsun ki bunlar konuşamazlar.”


(Enbiya 21/66)
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـًٔا وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
“Yani size hiçbir şekilde fayda veremeyecek, zararı da dokunmayacak şeyleri, Allah ile aranıza koyup onlara mı kulluk ediyorsunuz?


(Enbiya 21/67)
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Sizden de Allah ile aranıza koyarak kulluk ettiklerinizden de bıktım! Hiç aklınızı kullanmayacak mısınız?”


(Enbiya 21/68)
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Dediler ki: “Bir şey yapacaksanız, yakın şunu da ilahlarınıza destek verin!”


(Enbiya 21/69)
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Biz de “Ey ateş! İbrahim için serin ve güvenli ol!” dedik.


(Enbiya 21/70)
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
Ona bir oyun kurmak[*] istediler; ama zararın en büyüğünü onlara verdik.

[*] كَيْدً = keyd, çare bulmak ve gidermek anlamına gelir (es-Sıhah ve Mekayîs’ul-luğa).


(Enbiya 21/71)
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
İbrahim’i ve Lût’u kurtarıp herkes için bereketli kıldığımız yere (Filistin’e) yerleştirdik.


(Enbiya 21/72)
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
İbrahim’e, İshak’ı ve ona ilaveten Yakub'u verdik; hepsini de iyi kimseler yaptık[*].

[*] Meryem 19/49, Ankebût 29/27, Sad 38/45-47.


(Enbiya 21/73)
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Onları, emrimizle yol gösteren önderler yaptık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namazı düzgün ve sürekli kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar yalnız bize kulluk eden kimselerdi[*].

[*] Şuarâ 26/69-87, Sâffât 37/83-101, Zuhruf 43/26-28, Mümtahine 60/4-6.


(Enbiya 21/74)
وَلُوطًا اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ
Lut’a doğru karar verme yeteneği ve ilim verdik. Onu, pis işler yapan bir kentten kurtardık. Onlar yoldan çıkmış kötü bir topluluktu[*].

[*] A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Hicr 15/61-75, Şuara 26/160-175, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138.


(Enbiya 21/75)
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟
Onu iyilik ve ikramımız içine aldık; çünkü o iyi kişilerdendi.


(Enbiya 21/76)
وَنُوحًا اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Nuh’u da... O, bunlardan önce yalvarıp yakarmıştı da isteğini kabul etmiş, onu ve ailesini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık.


(Enbiya 21/77)
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan o topluluğa karşı Nuh’a yardım etmiştik. Onlar kötü bir topluluktu. Sonunda hepsini suda boğduk[*] .

[*] A’raf 7/59-64; Hud 11/25-49, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82.


(Enbiya 21/78)
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ
Davut ve Süleyman… Bir ekin ile ilgili karar veriyorlardı. Bir topluluğun koyun ve keçileri geceleyin orada yayılmıştı. Biz de onların kararlarının şahidi idik.


(Enbiya 21/79)
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلًّا اٰتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًاۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
İkisine de ilim[*] ve doğru karar verme yeteneği verdiğimiz halde kararı Süleyman’ın vermesini sağladık. Dağları ve kuşları da Davud'un emrine verdik; onunla beraber tesbih (ibadet) ederlerdi. Bunları yapan bizdik.

[*] Neml 27/15.


(Enbiya 21/80)
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ
Davud’a, (saldırıda) alacağınız darbelere karşı sizi koruyacak zırhlı elbise yapmayı da öğretmiştik[*]. Artık şükredersiniz / görevinizi yerine getirirsiniz, değil mi?

[*] Sebe 34/10-11, Sâd 38/17-20.


(Enbiya 21/81)
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ
Kuvvetli esen bir rüzgârı da Süleyman’ın emrine verdik. Onun emri ile bereketli kıldığımız yere doğru akıp giderdi[*]. Biz her şeyi biliriz.

[*] Sad 38/36-40.


(Enbiya 21/82)
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ
Onun için dalgıçlık yapan ve daha başka işler gören şeytanları da emrine verdik. Onları gözetim altında tutuyorduk[*].

[*] Sebe 34/12-14.


(Enbiya 21/83)
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Eyüb… O bir gün Rabbine şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Ben (yorgunluk ve acı veren[*]) bir derde düştüm sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.”

[*] Sad 38/41.


(Enbiya 21/84)
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ
İsteğini kabul edip derdine derman olduk. Katımızdan ona bir ikram ve kulluk edenlere güzel bir örnek olsun diye ailesini geri getirdik ve onlarla birlikte bir o kadarını daha verdik[*].

[*] Sâd 38/41-44.


(Enbiya 21/85)
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsmail, İdris ve Zülkifl… Hepsi de sabırlı /duruşunu bozmayan kimselerdendi[*].

[*] Sad 38/48.


(Enbiya 21/86)
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Onları iyilik ve ikramımız içine aldık, çünkü onlar iyi kimselerdendi.


(Enbiya 21/87)
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
Zünnûn[1*] (Yunus)… Hayatı kendisine dar etmeyeceğimizi düşünerek bir gün kızgın bir şekilde çekip gitmiş, sonra (balığın karnındaki) karanlıklar[2*] içinde şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Senden başka ilah yoktur. Sana boyun eğerim; ben yanlış yapanlardan oldum.”

[1*] Zünnûn”, balık sahibi demek olup Yunus’un (a.s.) lakabıdır. Ona aynı anlama gelen “sahibü’l-hût” da denir (Kalem 68/48). Ona bu lakapların verilmesinin sebebi şudur: Yunus (a.s.) görev yerini, izinsiz olarak terk edip dolu bir gemiye binmişti. Birini gemiden atmak için kura çekildi. Kura kendisine çıkınca denize atıldı ve bir balık onu yuttu. Bu sırada  pişman olan ve Allah’tan af dileyen Yunus (a.s.) balığın karnında ölüp gitmekten kurtuldu (Saffât 37/139-145).

[2*] Yunus aleyhisselam yaptığı hataya karşılık büyük bir balık tarafından yutulmuştu. Ayetteki “karanlıklar” ifadesi balığın karnını anlatmaktadır. (Bkz.. Saffat 37/139-148) Bu ayete göre o, balık tarafından yutulduğunu anlamamış, karanlık bir deliğe girdiğini sanmıştı. Balığın yuttuğunu fark etseydi ölmek üzere olduğunu anlayacağı için tövbenin ona fayda vermeyeceğini de bilirdi (Nisa 4/17-18).

(Enbiya 21/88)
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
İsteğini kabul ettik ve onu da üzüntüsünden kurtardık. İnanıp güvenenleri işte böyle kurtarırız.


(Enbiya 21/89)
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ
Zekeriya... O da bir gün Rabbine şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Rabbim, beni tek başıma bırakma gerçi sen varislerin en iyisisin!”


(Enbiya 21/90)
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ
Onun da isteğini kabul ettik ve eşini doğum yapabilecek hale getirerek ona Yahya’yı bağışladık. Onlar hayırlarda yarışır, bize umut ve korku ile yalvarırlardı. Bize karşı derin bir saygı içindeydiler[*].

[*] Al-i İmran 3/38-41, Meryem 19/2-11.


(Enbiya 21/91)
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Namusunu korumuş kadına (Meryem’e) gelince, onun içine ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir ayet /bir mucize kılmıştık[*].

[*] Buradaki ruh, Allah’tan gelen bilgidir (İsrâ 17/85). O bilgi, Allah’ın İsa aleyhisselama, anasının rahminde iken (Tahrim 66/12) öğrettiği kitap bilgisi ve konuşmadır (Al-i İmran 3/48, Meryem 19/30-33) Böylece o ve annesi, insanlar için birer ayet /mucize olmuşlardır (Meryem 19/21, Müminun 23/50).


(Enbiya 21/92)
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
İşte bu sizin (bağlı olduğunuz) ümmettir, tek bir ümmet. Ben de sizin Rabbinizim /Sahibinizim, öyleyse yalnızca bana kulluk edin[*]!

[*] Mu’minun 23/52.
 


(Enbiya 21/93)
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
Fakat onlar, işlerini /dinlerini kendi aralarında böldüler[*]. Hepsi huzurumuza çıkacaktır.

[*] Bakara 2/213, En’âm 6/159, Mu’minun 23/53 Rûm 30/31-32.


(Enbiya 21/94)
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Her kim inanarak iyi işlerden yaparsa onun çabası görmezlikten gelinmez[1*]. Biz onu, kayda geçirmekteyiz[2*].

[1*] Al-i İmrân 3/115, Nisa 4/124, Nahl 16/97, Taha 20/112.

[2*] Zuhruf 43/80, Câsiye 45/29, Kâf 50/17-18; İnfitâr 82/10-12.


(Enbiya 21/95)
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Helak ettiğimiz bir kentin halkının huzurumuza gelmemesi diye bir şey yoktur.


(Enbiya 21/96)
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
Nihayet Ye’cüc ve Me'cüc (onların kabirleri)[1*] açıldığında; onlar her bir tümsekten[2*] akın ettiğinde

[1*] Yecuc ve Mecuc, yeryüzünde fesat çıkaranlardır (Kehf 18/94-99). Bunlar Allah’ın lanetini ve cehennemi hak etmiş kimselerdir (Ra’d 13/25).

[2*] Bu tümsekler bitki gibi toprağa ekilen insanların kabirlerinin üzerinde oluşan çıkıntılardır.


(Enbiya 21/97)
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
tümüyle gerçek olan o vaat (cezalandırma vakti) yaklaşmış olur[1*]. Bir de bakarsın ki (kabirlerinden çıkan bütün) kâfirlerin gözleri yuvalarından fırlamış şöyle diyorlar: “Vay halimize, bu konuda umursamazlık içindeydik[2*], aslında biz yanlışa dalan kimselerdik!”

[1*] Gerçek vaad, cehennem azabı ile ilgili vaaddir (Enbiya 21/39-40, Yasin 36/48-54).  

[2*] Yasin 36/52.


(Enbiya 21/98)
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
(Onlara şöyle hitap edilir:) “Siz de Allah ile aranıza koyarak kulluk ettikleriniz de cehenneme atılıp yakılacak şeylersiniz[*]. Siz oraya gireceksiniz.”

[*] Bakara 2/23.


(Enbiya 21/99)
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Bunlar ilah olsalardı oraya girmezlerdi. Hepsi orada, ölümsüz olarak kalırlar.


(Enbiya 21/100)
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
Orada nefes verişleri hırıltılıdır. Onlar orada kimseyi dinleyemezler.


(Enbiya 21/101)
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
Yaptıklarının en güzeli ile karşılama sözü verdiklerimiz var ya[*] işte onlar Cehennemden uzak tutulacak olanlardır.

[*] Bunlar büyük günahlardan uzak duran kişilerdir. Bkz. Nisa 4/31, 95, Yunus 10/26, Ra’d 13/18, Necm 53/31-32, Hadid 57/10.


(Enbiya 21/102)
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ
Cehennemin hışırtısını dahi duymayacaklar, canlarının çektiği nimetler içinde ölümsüz olarak kalırlar[*].

[*] Neml 27/89, Sebe 34/37.


(Enbiya 21/103)
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
O en büyük dehşet onları üzmeyecek[*], melekler: “Bu sizin gününüz, size söz verilen gündür” diyerek onları karşılayacaklardır.

[*] Neml 27/89, Sebe 34/37.


(Enbiya 21/104)
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ
O gün gökleri, yazılı sayfaları dürer gibi dürecek[1*], yaratmayı da ilk başlattığımız gibi tekrarlayacağız[2*]. Bu sözü verdik, biz bunu mutlaka yapacağız.

[1*] İbrahim 14/48, Zümer 39/67.

[2*] Yunus 10/4, 34, Neml 27/64, Rum 30/11, 27.


(Enbiya 21/105)
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Akıldan çıkarılmaması gereken bilgileri verdikten sonra kitaplara hep şunu yazdık: Yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır."[*]

[*]  Zebûr,  hikmet dolu kitap anlamındadır. (ez-Zeccâ, Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuhu) Ali- İmrân 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği açıklandığı için bu ayette elif lâmlı olarak geçmesi,  bunun bütün nebîlere verilen kitaplar olduğunu gösterir. Keşşaf da bu görüşe yer vermiştir. Bununla ilgili Kur’an ayetleri şöyledir: Allah, içinizden inanıp güvenen ve iyi iş yapanlara söz vermiştir; öncekileri hâkim kıldığı gibi bunları da mutlaka yeryüzüne hâkim kılacak, razı olduğu dini bunlar için sabitleştirecek ve korku çekmelerinin ardından güvene kavuşturacaktır. Bunlar, bana kulak verirler ve hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da ayetleri görmezlikten gelen olursa, işte onlar, yoldan çıkmışlardır. Namazı düzgün ve sürekli kılın, zekâtı verin ve bu elçiye boyun eğin ki iyilik bulasınız. Ayetleri görmezlikten gelenler (kafirler), sakın bu topraklarda inanıp güvenenleri (müminleri) aciz bırakacaklarını hesap etmesinler. Varıp kalacakları yer cehennemdir.  Ne kötü hale gelmektir o!” (Nur 24/55-57) İncil’de de şu ifadeler geçer: Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar.” (Matta İncili 5:5)  

 

 


(Enbiya 21/106)
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ
İşte bunda, kulluğunu yapan bir topluluk için gerçekten yeterli mesaj vardır.


(Enbiya 21/107)
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Biz seni âlemler için sadece bir rahmet /iyilik ve ikram olsun diye elçi gönderdik[*].

[*] Bu ayete dayanılarak gelenekte Muhammed aleyhisselamın sadece kişiliğinin rahmet olduğu öne çıkarılır. Halbuki ayetten açıkça anlaşıldığı gibi asıl rahmet olan, kişiliğinden ziyade elçiliğidir (Bakara 2/119, İsra 17/105, Furkan 25/56, Ahzab 33/45, Sebe 34/28, Fatır 35/24, Fetih 48/8). Bu durum bütün nebiler için geçerlidir (Bakara 2/136, 285, Al-i İmran 3/84, Duhan 44/5, 6). Nebimizin kişiliğinin de önemli olduğunu gösteren ayetler için bkz. Ahzab 33/6, Kalem 68/4.


(Enbiya 21/108)
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
De ki: Bana sadece ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Siz ona teslim olmuş kimselersiniz değil mi?”


(Enbiya 21/109)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ
Yüz çevirirlerse de ki: “Size aynı duyuruyu yaptım. Tehdit edildiğiniz şey yakın mıdır, yoksa uzak mıdır bilmem.


(Enbiya 21/110)
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
Allah, açıkça söylenenleri bilir. O, gizlediklerinizi de bilir[*].

[*] Taha 20/7.


(Enbiya 21/111)
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Bilmiyorum, belki o (azabın gecikmesi) sizin için bir imtihan[*] ve bir süreye kadar verilmiş fırsattır.”

[*] Fitne için bkz. Enbiya 21/35. ayetin dipnotu.


(Enbiya 21/112)
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
(Elçimiz) Dedi ki: “Rabbim, sen doğru olan kararı ver!” (Ey müşrikler!) Bizim Rabbimiz; iyiliği sonsuz olandır. Yakıştırdığınız şeyler karşısında yardımına sığınılacak olan odur.