BEYYİNE

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Beyyine 98/1)
لَمْ يَكُنِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ مُنْفَكّ۪ينَ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُۙ
Ehlikitaptan /kitaplarında uzman olanlardan ve müşriklerden[1*] kâfirlik edenler, kendilerine o beyyine/ açık delil gelinceye kadar çözülmüş değillerdi;[2*]

[1*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Buna rağmen Allah’a daha çok yaklaşmak amacıyla araya çeşitli aracılar konup onlara itaat edilerek (Zümer 39/3), o aracılar ilah haline getirilir (A’raf 7/30). Putların ilah olamayacağını herkes kolayca anlayacağından, onlara tapan kimse bilerek şirk koşmuş olur. İnsanların çoğu gök cisimleri, melekler, din büyükleri ve daha nice varlığa Allah’a benzer nitelikler yükleyerek, onları Allah ile aralarına koyar ve müşrik olurlar. Ancak Bakara 2/22’de, “bile bile Allah’a benzer nitelikte varlıklar uydurmayın” ifadesinin kullanılması, bilmeden yapılan yanlışların affedileceğini gösterir (Bakara 2/286). Bunun örneği İbrahim aleyhisselamdır. O, büluğa erdiği andan itibaren putların rab olmayacağını anlamıştı. Ama gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar yıldızın, ayın ve güneşin kendi rabbi olduğunu sanıyordu. Onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz kesin tavrını ortaya koydu (En’am 6/75-79, Enbiya 21/51-64) ve ulaştığı bu bilgiyi hemen toplumuna anlatarak onları da uyardı (En’am 6/79-83). Onun bu konuda, bile bile yaptığı bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşriklerden saymamıştır (Bakara 2/135, Âl-i imran 3/18, 67, 95, En’am 6/161, Nahl 16/123, Enbiya 21/52-56). Benzer durum, herkes için de geçerlidir. Hiçbir Müslüman puta tapmaz ama bugün Müslümanlar, Nebimiz Muhammed aleyhisselamı, ilim adamlarını ve din adamlarını rab edindiklerinin farkında değillerdir. Allah Teala Kur’an’ı sadece kendisinin açıkladığını, açıklamayı bir ilme göre yaptığını (A’raf 7/52), yaptığı açıklamalara, konuyu bilenlerden oluşan bir ekibin ulaşabileceğini (Fussilet 41/3) bildirmiş, başkasının yapacağı açıklamayı kabul etmenin onu ilah yapmak olduğunu açıkça ifade etmiştir (Hud 11/1-2). Ama geleneksel yapı, bir çok ayeti gizlemiş, bir çoğuna da yanlış anlamlar vermiş ve Nebimiz Muhammed aleyhisselamın da ayetleri açıklama yetkisinin olduğunu, hatta onun da hüküm koyabileceğini bütün Müslümanlara kabul ettirmiştir. Kur’an’ı açıklama yetkisi alimlere de verilerek mezhepler oluşturulmuş ve bir ilahlar piramidi meydana getirilmiştir. Bu yapıyı, bilmeden kabul edenlerin bir sorumluluğu olmaz (Bakara 2/120, 145, 286). Ama birçok ayeti gizleyip birçoğunun da anlamını bozarak Müslümanları bu hale sokanlar, en ağır cezaya çarptırılacaklardır (A’raf 7/44-45).

[2*] Bakara 2/213, Âl-i İmran 3/19, Casiye 45/17.


(Beyyine 98/2)
رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ يَتْلُوا صُحُفًا مُطَهَّرَةًۙ
tertemiz sayfaları bağlantılarıyla birlikte okuyan Allah’ın elçisi (gelinceye kadar)...[*]

[*] Maide 5/19, En’am 6/155-157, Tâhâ 20/133-134.


(Beyyine 98/3)
ف۪يهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌۜ
O sayfalarda dosdoğru yazılar vardır.[*]

[*] “Yazılar” şeklinde çevirdiğimiz kelime “kütüb”dür. Onun tekili olan “kitab (كتاب)” kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Arapçada kelimeleri ekleyerek yazılan her türlü yazıya “kitab” denir (Müfredat). 

 
 

(Beyyine 98/4)
وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ
Kendilerine kitap verilenler, ancak onlara o beyyine/ açık delil geldikten sonra bölünüp parçalandılar.[*]

[*] Şirk içinde olduğunu bilmeyen birine, durumunu ortaya koyan ayetler bağlantıları ile birlikte okununca irkilir ve bir müddet sonra gerçekleri görür (Enbiya 21/62-65). Bütün gerçekleri gördükten sonra bazıları doğrulara yönelir (Neml 27/44), bazısı da çıkarlarından vazgeçemediği için (Kasas 28/57) eski inancına geri döner ve artık bile bile müşrik olur (Âl-i İmran 3/105, Şûrâ 42/14).


(Beyyine 98/5)
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ
Halbuki (tıpkı bu kitapta emredildiği gibi) onlara da Allah’ın dinine bir şey katmadan[1*] doğrudan doğruya O’na kulluk etmeleri, namazı düzgün ve sürekli kılmaları, zekâtı vermeleri dışında bir şey emredilmemişti[2*]. İşte bu dosdoğru dindir.[3*]

[1*] “Bir şey katmadan” meali verdiğimiz ifade “muhlis olarak” anlamındadır. Muhlis, ihlaslı kişi demektir. İhlas; sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmadan kayıtsız şartsız olarak ona içten boyun eğen, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır (Zümer 39/2).

[2*] Bakara 2/83, Şûra 42/13, Enbiya 21/73. Namaz  ve zekat da Allah’a kulluğun gereği olarak yapılan ibadetlerdir. Onların ayrıca zikredilmesi, önemlerine vurgu içindir. 

[3*] Tevbe 9/31, Yusuf 12/40, Enbiya 21/25, Rum 30/30-31,43.


(Beyyine 98/6)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ
Ehlikitaptan ve müşriklerden kâfirlik edenler, ölümsüz olarak kalmak üzere Cehennem ateşinde olacaklardır[1*]. İşte onlar yaratılmışların en şerlileridir.[2*]

[1*] Nisa 4/167-169.

[2*] Enfal 8/22.

 

(Beyyine 98/7)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar var ya… İşte onlar yaratılmışların en hayırlılarıdır.


(Beyyine 98/8)
جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
Onların Rableri katında alacağı karşılık, ölümsüz olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlerdir[1*]. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır[2*]. İşte bu (ödül), Rabbinden çekinenler içindir.

[1*] Kur’an’da, cennetlik ve cehennemlik olanlar için iki kelime kullanılır. Birisi “sonsuza kadar” anlamına gelen “ebeden (أَبَدًا)” diğeri de “ölümsüz olan” anlamındaki “hâlid (خَالِد)”dir. Cennetlikler için Nisa 4/57,122; Maide 5/119, Tevbe 9/20-22,100; Tegabun 64/9, Talak 65/11 ayetlerine; cehennemlikler için Nisa 4/168-169, Ahzab 33/64-65, Cin 72/23 ayetlerine bakınız.

[2*] Âl-i İmran 3/15, Maide 5/119, Tevbe 9/72, 100, Mücadele 58/22, Fecr 89/27-28.