A'RAF

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(A'raf 7/1)
الٓمٓصٓۜ
Elif-Lâm-Mîm-Sâd![*]

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(A'raf 7/2)
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Bu, kendisiyle uyarıda bulunman için sana indirilmiş bir kitaptır. Bundan dolayı içinde bir sıkıntı olmasın! Bu kitap, müminler için akılda tutulması gereken doğru bilgidir.[*]

[*] İbrahim 14/52, Tâhâ 20/2-4, Kâf 50/37.

 

(A'raf 7/3)
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَ
Rabbinizden size indirilene uyun; Allah ile aranıza koyduğunuz velilere[1*] uymayın. Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz![2*]

[1*] Veli (çoğulu evliya), araya başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki veya daha çok kişiden her birini ifade eder (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah (Kaf 50/16), herkesin velisi yani en yakınıdır. Her şey gayet açık olduğu halde Allah’ı kendine uzak görenler ona, aracılarla ulaşmaya çalışırlar. Aracıları, veli veya evliya diye tanımlar ve kendilerini Allah’a ulaştırmaları için onların sözünü Allah’ın sözünün önüne geçirir, onlara kul köle olurlar (Zümer 39/3, Ahkaf 46/5). Bunu bile bile yapan (Bakara 2/22, En’âm 6/75-79), onları ilahlaştırmış (A’raf 7/3, 30) ve tövbe edilmediği taktirde asla affedilmeyecek şirk günahına girmiş olur (Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Ahkaf 46/4-6).
 
 

(A'raf 7/4)
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ
Biz nice kenti helak ettik. Onlara baskınımız, ya gece yatarlarken ya da öğlende uyurlarken geldi.[*]

[*] En’am 6/6, Kasas 28/58, Kamer 54/51.

 

(A'raf 7/5)
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Baskınımız gelince “Biz, gerçekten yanlışlara dalan kimseleriz!” demelerinden başka bir yalvarışları olmadı.[*]

[*] Enbiya 21/11-14.


(A'raf 7/6)
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Kendilerine elçi gönderilenleri mutlaka sorguya çekeceğiz.[1*] Elçileri de mutlaka sorguya çekeceğiz.[2*]

[1*] En’am 6/130, Kasas 28/65, Zümer 39/71, Mülk 67/6-11.

[2*] Maide 5/109.


(A'raf 7/7)
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ
Sonra (olup bitenleri) bir bilgiye göre[1*] onlara kesinlikle bir bir anlatacağız; çünkü biz uzakta değiliz.[2*]

[1*] Allah insanları ve cinleri imtihan için yaratmış (Zariyat 51/56, Mülk 67/2), ömür boyu neler yaptıklarını tespit edip (Bakara 2/155, Âl-i İmran 3/142, Muhammed 47/31) kayda geçirtmiştir. Sonuçları ahiret gününde açıklayacaktır.

[2*] Kehf 18/49, Zümer 39/69-70, Kaf 50/18, Hakka 69/19-29, İnşikak 84/7-15.


(A'raf 7/8)
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
O gün terazi kurulacağı gerçektir.[1*] Kimin tartıları (sevapları) ağır gelirse işte onlar umduklarına kavuşacak olanlardır.[2*]

[1*] Enbiya 21/47.

 


(A'raf 7/9)
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
Kimin tartıları (sevapları) hafif gelirse onlar da ayetlerimiz karşısında yanlış davranmaları sebebiyle kendilerini hüsrana uğratmış olacaklardır.[*]

[*] Mü’minun 23/103-104, Kâria 101/8-11.

 

(A'raf 7/10)
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ۟
Sizi yeryüzüne, kesinlikle biz yerleştirdik, orada size geçim imkanları oluşturduk.[1*] Görevlerinizi ne kadar az yerine getiriyorsunuz![2*]

[1*] Hicr 15/20.

[2*] Mü’minun 23/78, Secde 32/9, Mülk 67/23.


(A'raf 7/11)
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ
Sizi (Atanız Âdem’i) kesinlikle biz yarattık, sonra, size özgün bir biçim verdik.[1*] Sonra meleklere “Âdem’e secde edin /onun karşısında saygıyla eğilin!”[2*] dedik; İblis hariç hemen secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.[3*]

[1*] Hiç kimse diğerinin tıpa tıp aynısı değildir (Âl-i İmran 3/6, Mü’min 40/64, Haşr 59/24, Teğabun 64/3, İnfitar 82/6-8).

[2*] Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

[3*] Bakara 2/34, Hicr 15/27-31, İsra 17/61, Kehf 18/50, Tâhâ 20/116, Sâd 38/71-74.

 

(A'raf 7/12)
قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Allah: “Sana emrettiğimde secde etmemene yol açan engel neydi?” diye sordu. İblis: “Ben ondan daha değerliyim. Çünkü beni ateşten yarattın, onu balçıktan yarattın.” diye cevap verdi.[*]

[*] Hicr 15/32-33, İsra 17/61-62, Sâd 38/75-76.

 

(A'raf 7/13)
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ
Allah dedi ki: “İn oradan (Mele-i A’la’dan)! Orada büyüklük taslamaya hakkın yok. Çık! Sen kendini küçük düşürenlerdensin.”[*]

[*] Hicr 15/34, İsra 17/63, Sâd 38/77.


(A'raf 7/14)
قَالَ اَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
İblis: “Bunların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana yaşama fırsatı ver.” dedi.[*]

[*] Hicr 15/36, İsra 17/62, Sâd 38/79.

 

(A'raf 7/15)
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ
Allah: “(Tamam) Sen kendisine yaşama fırsatı verilenlerdensin”[*] dedi.

[*] Ayetten anlaşılacağı üzere melekler (cinler) ölümlü varlıklardır. Öyle olmasaydı İblis, ömrünün uzatılmasını istemezdi. Bunların bazılarına ve İblis’e belli bir güne kadar süre tanınmıştır (Hicr 15/38Sâd 38/81). Onların son günü, bütün canlıların öleceği gündür (Kasas 28/88. Rahman 55/26-27). 

 

(A'raf 7/16)
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
İblis dedi ki: “Madem beni yanlış kurgulara daldırdın,[1*] ben de onlar için, kesinlikle senin doğru yolunun üstünde oturacağım.[2*] Böylece boş hayallere dalıp yoldan çıkanlardan oldu.

[1*] Bu ayetten anlaşılacağı üzere İblis, kendini suça sevk edenin Allah olduğunu iddia etmektedir. Kadercilik anlayışının temelinde de aynı mantık vardır. Kaderciler, her şeyi Allah’ın belirlediğini iddia ederek kendi hatalarını Allah’a mal ederler (En’am 6/148-149).

[2*] Hicr 15/39, Sâd 38/82.

 

(A'raf 7/17)
ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ
Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu, şükretmeyen /sana karşı görevlerini yerine getirmeyen kişiler olarak göreceksin.”[*]

[*] Bu ayetten anlaşılacağı üzere İblis, kendini suça sevk edenin Allah olduğunu iddia etmektedir. Kadercilik anlayışının temelinde de aynı mantık vardır. Kaderciler, her şeyi Allah’ın belirlediğini iddia ederek kendi hatalarını Allah’a mal ederler (En’am 6/148-149).


(A'raf 7/18)
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫مًا مَدْحُورًاۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Allah dedi ki: “Değersizleştirilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan! Hele onlardan biri sana uysun ben de cehennemi sizin tamamınızla doldururum!”[*]

[*] Hicr 15/42-43, İsra 17/63, Sâd 38/85.


(A'raf 7/19)
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Âdem! Sen ve eşin şu bahçeye[1*] yerleşin. İstediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa yanlış yapanlardan olursunuz.”[2*]

[1*] Orası dünyadaki bir bahçedir. Arapçada gövdeli bitkilerle örtülü bahçeye ‘cennet’ denir (Müfredat, Bakara 2/266). Âdem, dünyada yaratıldı, kendine göklerin ve yerin bilgileri öğretildi (Bakara 2/30-31). Onun, eşinin ve soyundan gelen bütün insanların yaşadığı ve kıyamet günü yeniden diriltilecekleri yer dünyadır (A’râf  7/25). Âdem ve eşinin girdikleri cennet /bahçe, ahiretteki cennet olamaz. Çünkü orası bir imtihan yeri değil, imtihanı kazananlara ödül olarak verilecek yerdir (Âl-i İmran 3/15Kalem 68/34Beyyine 98/7-8).


(A'raf 7/20)
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ
Şeytan ikisine de bedenlerindeki[1*] (elbise ile)[2*] örtülü yerleri göstermek için onlara fısıldayıp şöyle dedi: “Rabbiniz bu ağacı size sırf ikiniz de hükümdar[3*] ya da ölümsüzlerden olursunuz diye yasakladı.”[4*]

[1*] Beden diye meal verdiğimiz sev’e (سوأة) kelimesine, tefsir ve meallerde edep yeri anlamı verilir. Bu anlam, Kur’an bütünlüğüne uymaz. Nitekim, Maide 5/31 ve A’raf 7/27. ayetlerde “sev’e” kelimesi tüm beden için kullanılmıştır. 

[2*] Parantez içine “elbise ile” ifadesini koymamızın sebebi A’raf 7/27. ayettir. Elbise, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. İnsanı diğer canlılardan ayıran şeylerdendir (A’raf 7/26). Âdem ile Havva elbiseyi, sırf edep yerlerini örtmek için değil, vücutlarını sıcaktan, soğuktan korumak ve güzel görünmek için giymişlerdir (A’raf 7/26, Nahl 16/81, Enbiya 21/80).

[3*] Elimizdeki Kur'ân nüshalarında “melekeyn (iki melek)” olarak harekelenen kelime, “melikeyn (iki melik)” şeklinde de harekelenmiştir (Keşşaf). Melik, en üst yetkili, sultan ve hükümdar demektir. Bu okuyuşu, Tâhâ 20/120. ayet de onayladığı için bu ayete yukarıdaki anlamdan başkası verilemez. Tefsir ve meallerde ‘melekeyn (iki melek)’ tercih edilmiştir ama Âdem aleyhisselamın kendisine secde eden meleklere özenmesi düşünülemez.

[4*] Tâhâ 20/120.


(A'raf 7/21)
وَقَاسَمَهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ
“Ben sadece sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diyerek ikisine de yeminler etti.[*]

[*] Âdem aleyhisselam ve eşi bu bahçede bulundukları sürece ne sıkıntı ne açlık çekecekler ne de çıplak kalacaklardı (Tâhâ 20/118). Şeytan da Allah’tan aldığı izin gereği (İsra 17/64) onlara karşı son derece samimi görünerek onların ayaklarını kaydırmaya çalışmış ve bunu başarmıştır (Bakara 2/35-38).

 

(A'raf 7/22)
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Böylece ikisini de kandırıp suça sürükledi. O ağaçtan tattıklarında ikisinin de tüm bedenleri kendilerine göründü ve bahçenin yapraklarını üstlerine koymaya (örtünmeye) başladılar.[*] Rableri onlara şöyle seslendi: “Ben ikinize de şu ağacı yasaklamadım mı? ‘Şeytan ikiniz için de apaçık bir düşmandır’

[*] Tâhâ 20/121.


(A'raf 7/23)
قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize yanlış yaptık. Eğer sen bizi bağışlamaz ve ikramda bulunmazsan biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan[1*] oluruz.”[2*]

[1*] Buradaki  “hüsrana uğrayanlar” ifadesi, Adem ve Havva’dan önce de hüsrana uğrayanların olduğunu gösterir. Onlar ancak daha önce yaratılmış olan cin (Hicr 15/29) topluluğundan olabilir (Fussilet 41/25, Ahkaf 46/18).

[2*] Bakara 2/37, Tâhâ 20/122.

 

(A'raf 7/24)
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Allah dedi ki: “Biriniz diğerine düşman olarak (üçünüz de)[1*] oradan inin! Sizin için bu topraklarda yerleşecek yer ve bir süreye kadar geçiminizi sağlayacak şeyler bulunacaktır.”[2*]

[1*] Önceki iki ayette zamirler, Arap dili açısından iki kişiyi, Âdem’i ve Havva’yı gösterecek şekilde kullanıldığı halde bu ayette ikiden fazla kişiyi gösterecek şekilde kullanılmıştır. İblis de Âdem’i ve Havva’yı yoldan çıkarma suçu işlediğinden bu ifade tarzı onun da o bahçeden çıkarıldığını gösterir (Bakara 2/38).  

[2*] Bakara 2/36, Tâhâ 20/123.


(A'raf 7/25)
قَالَ ف۪يهَا تَحْيَوْنَ وَف۪يهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ۟
(Allah) Dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve (tekrar diriltilip) oradan çıkarılacaksınız.”[*]

[*] Tâhâ 20/55, Rum 30/25, Nuh 71/17-18. Bu ayetin bir benzeri, Tevrat’ın Yaratılış 3:19 pasajında bulunur: “Alın teri dökerek ekmek yiyip sonunda toprağa döneceksin, çünkü ondan alındın. Topraksın, yine toprağa döneceksin.” 


(A'raf 7/26)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشًا۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ey Âdemoğulları! Size hem bedeninizi örten hem de sizi güzel gösteren elbise indirdik.[1*] Sizi koruyan elbise var ya işte o en iyisidir.[2*] Bu, Allah’ın ayetlerindendir[3*] /göstergelerindendir, belki akıllarındaki doğru bilgileri kullanırlar.

[1*] Her şeyin kaynağı Allah’ın katındadır. Allah onları, belli bir ölçüye göre indirir (Hicr 15/21). Elbise yapımına sebep olan maddeleri de Allah yeryüzüne, belli bir ölçüye göre indirmiştir.

[2*] "Sizi koruyan elbise" diye meal verdiğimiz tamlama, “libâsu't-takva” yani takva elbisesidir. Takva, korunma demektir. Takva elbisesi, vücudu sıcaktan, soğuktan ve kötü bakışlardan koruyan elbisedir. İnsandan başka elbise giyen canlı yoktur. Bu özelliğinden dolayı insan, dünyanın her yerinde ve her koşulda yaşayabilmektedir (Nahl 16/81, Enbiya 21/80Nûr 24/31, Ahzab 33/59).

[3*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır. İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/52-53, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında çelişki olmaz, aksine kopmaz bir bağ vardır. Bilimin kaynağı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır.


(A'raf 7/27)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاۜ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْۜ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Ey Âdemoğulları! Şeytan sakın sizin başınızı yakmasın.[1*] Nitekim o, ana-babanızın bedenlerini birbirlerine göstermek için elbiselerini sıyırarak onları o bahçeden çıkartmıştı.[2*] O ve tayfası, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytanları,[3*] inanmayanların velileri /en yakınları yaptık.”

[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır. Bağlamı ile düşünülünce bu ayetteki anlamının “başını yakma” olduğu ortaya çıkar. 

[2*] A’raf 7/22.

[3*] Şeytanlar, doğru yoldan çıkmış olan ama başkalarını da çıkarmak için doğru yolun üstünde oturan insanlar ve cinlerdir (Bakara 2/14, En’âm 6/71, 112, A’raf 7/30, Şuara 26/221-223, Nas 114/1-6).

 

 


(A'raf 7/28)
وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Onlar, bir cinsel suç işlediği zaman “Atalarımızı bu işi yaparken bulduk,[1*] bunu bize Allah emretmiştir.” derler.[2*] De ki: “Allah hayasızlığı emretmez.[3*] Siz Allah hakkında bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?”[4*]

[1*] Bu sure Mekke’de indiği için bu söz, öncelikle Mekke müşriklerine aittir. Benzer durum Müslümanlarda da vardır. Bütün mezhepler, esir kadına yani cariyeye sahip olan bir erkeğin onunla nikahsız ilişkide bulunmasını caiz görür. Onlar, görüşlerini ispat için bazı ayetleri görmezden gelir (Nisa 4/25, Nur 24/32-33), bazılarına da yanlış anlam verirler (Müminun 23/5-7, Meâric 70/29-31). Halbuki Allah Teala, esirler de dahil her kadın ve erkeğe, nikahsız ilişkiyi yasaklar ve namuslarını korumalarını emreder (Nur 24/32-33). Ama bugün, Müslümanların büyük bölümü, mezheplere dayanarak bunu Allah’ın caiz gördüğünü söyler (Bakara 2/170, Maide 5/104, Lokman 31/21, Zuhruf 43/22-24).

[2*] En’am 6/148-149, Nahl 16/35.

[3*] Nahl 16/90.

[4*] Bakara 2/169, A’raf 7/33.


(A'raf 7/29)
قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ
De ki: “Benim Rabbim hakka uygun davranmayı emreder. Siz, secde edilen her yerde bütün benliğinizle ona yönelin, Allah’ın dinine bir şey katmadan ona dua edin.[1*] Siz, Allah’ın sizi yaratmaya başladığı hale (çamura) döneceksiniz”.[2*]

[1*] Zümer 39/2-3.

[2*] Allah, her insanın yaratılışını çamurdan başlatmıştır (Secde 32/7). İnsan ölünce ilk haline dönecektir (Bakara 2/28).

 

(A'raf 7/30)
فَر۪يقًا هَدٰى وَفَر۪يقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
Allah (insanlardan) bir takımının doğru yolda olduğunu onaylar. Bir takımı da sapkın sayılmayı hak eder.[1*] Sapkınlar, şeytanları evliya edinen[2*] /Allah’tan daha yakın konumda tutan, üstelik kendilerini doğru yolda sananlardır.[3*]

[1*] Nahl 16/36.

[2*] Evliyâ, velinin çoğuludur. Burada veli, bir çocuğa veli olmak veya bir vilayete vali olmak gibi başkasını bağlayıcı söz söyleme yetkisine sahip olmak anlamındadır. Bu ayete göre, Allah’tan başka, kayıtsız şartsız emrine uyulan her varlık, Allah ile araya konulmuş şeytandır. Sapıtanlar, bu şeytanların emrine girenlerdir. Bunlar, Allah’ı ikinci sıraya koydukları için müşrik olurlar. (Al-i İmran 3/ 151). 

[3*] Zuhruf 43/36-37.


(A'raf 7/31)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
Ey Âdemoğulları! Secde edilen her yerde süsünüzü üzerinize alın /ebisenizi giyinin.[1*] Yiyin, için; ama israf etmeyin.[2*] Allah israf edenleri sevmez.

[1*] Bu ayette “süs” diye meal verdiğimiz ziynet (الزينة) kelimesi, A’raf 7/26. ayette “güzel gösteren” anlamındaki (رِيش) kelimesi ile ifade edilmiştir. Elbise kadının da erkeğin de ziynetidir. Bedenlerini örten bu zinet onları hem güzel gösterir hem de sıcaktan, soğuktan ve kötü bakışlardan korur. 

[2*] İsraf, sınırı aşmaktır (Müfredat). İsraf ile aynı kökten fiiller Kur’an’da, sınırı aşan her türlü davranış (Âl-i İmran 3/147, Nisa 4/6) ve harcama anlamında kullanılır. Ayrıca Allah’ın ayetlerine aykırı olarak yapılan her davranış için de kullanılmaktadır (Tâhâ 20/127, Zümer 39/53).
 

 


(A'raf 7/32)
قُلْ مَنْ حَرَّمَ ز۪ينَةَ اللّٰهِ الَّت۪ٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِه۪ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِۜ قُلْ هِيَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
De ki: “Allah’ın kulları için ortaya çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim haram edebilir!”[1*] De ki: “Bunlar dünyada müminler içindir (ama kâfirler de faydalanır). Kıyamet /mezardan kalkış gününde ise sadece müminler için olacaktır.”[2*] Bilen bir topluluk için âyetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklarız.

[1*] Maide 5/87, Yunus 10/59, Nahl 16/116.

[2*] Dünyadaki süsler ve temiz rızıklar aslında müminler içindir; ancak Allah zorlayıcı düzen kurmadığı için tüm insanlar istifade ederler. Ahirette ise sadece cennet ahalisi bu imkanları kullanabilecektir (A’raf 7/50, Hac 22/23, Fatır 35/33). Bu ayet ayrıca İslam’da “bir lokma bir hırka” düşüncesinin olmadığının delilidir (Kasas 28/77).

 


(A'raf 7/33)
قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًا وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
De ki: “Rabbim sadece şunları haram kılmıştır: Fuhuş çeşitlerinin[1*] açığı ve gizlisi,[2*] günahlar,[3*] hakka tecavüz,[4*] Allah’ın, hakkında güçlü delil indirmediği bir şeyi O’na ortak saymanız[5*] ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeniz.”[6*]

[1*] Fuhuş çeşitleri diye meal verdiğimiz “fevahiş (فَوَاحِشَ)” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki (Araf 7/80, Ankebut 29/28) Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki olur. 

[2*] En’am 6/151.

[3*] Günah’ anlamı verilen ism (إِثْمَ) kelimesi, kişiyi sevaptan yani iyiliklerden uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Allah, ‘ism’ olarak tanımladığı her davranışı, haram saymıştır (Bakara 2/219).
 
 
[5*] İnsanların çoğu ellerinde hiçbir delil olmadığı halde Allah’tan başkasına kulluk ederler (A’raf 7/71, Yusuf 12/40, Hac 22/71).
 

(A'raf 7/34)
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
Her toplumun bir eceli[1*] vardır. Ecelleri gediği zaman bir an bile erteleyemezler, öne de alamazlar.[2*]

[1*] Toplumların, insanlar gibi bir eceli vardır (Yunus 10/49). Yanlışa dalan toplumlar, kendi ecellerini kısaltır. Tevbe edip doğru yola girerlerse Allah onların ecelini tekrar eski haline getirir. Allah Teala şöyle buyurur: (Azap gelip çatmadan) iman edip imanının faydasını gören bir kent olsaydı keşke! Bunun tek istisnası Yunus’un kavmidir. İman ettiklerinde rezil edici azabı dünya hayatında üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süre nimetlerden yararlandırdık (Yunus 10/98).

[2*] Yunus 10/49, Hicr 15/5, Nahl 16/61, Mü’minun 23/43, Sebe 34/30.

 


(A'raf 7/35)
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪يۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Ey Âdemoğulları! İçinizden, ayetlerimi size tam olarak anlatan elçiler geldiğinde kim yanlışlardan sakınır ve kendini düzeltirse onların üzerinde ne bir korku olur ne de onlar üzülürler.[*]

[*] Bakara 2/38, En’am 6/48, 130, Ahkaf 46/13.

 

(A'raf 7/36)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan ve büyüklük taslayanlar var ya işte onlar o ateşin /cehennemin ahalisidir. Onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır.[*]

[*] Bakara 2/39, Maide 5/10, 86, Hac 22/57, Rum 30/16, Teğabun 64/10.

 

(A'raf 7/37)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَص۪يبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Bir yalanı Allah’a mâl eden veya onun ayetleri karşısında yalana sarılandan daha büyük yanlış yapan kişi kimdir?[1*] Bu kitapta bildirilenlerden onların payına düşenler[2*] başlarına gelecektir. Elçilerimiz /ölüm melekleri,[3*] canlarını almak için onlara geldiğinde: “Allah ile aranıza koyup yalvardıklarınız nerede?” diye sorarlar. Onlar “Yanımızdan kaybolup gittiler!” diye cevap verirler ve kâfir olduklarına bizzat kendileri şahitlik ederler.[4*]

[1*] En'am 6/21, 93, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18, Ankebut 29/68, Zümer 39/32.

[2*] Nisa 4/40; En'âm 6/160; Neml 27/89-90; Kasas 28/84; Mü’min 40/40.

[3*] Azrail adında bir ölüm meleği olduğuna inanılır. Halbuki bu ayette ölenin ruhunu alan melekler için “elçilerimiz” ifadesi kullanılmıştır. Bütün melekler, Allah’ın, görev verdiği elçilerdir (Hac 22/75, Fatır 35/1). Şu ayetlerde de ruhları almakla görevli olanlar için melaike = melekler ifadesi geçer: Enfal 8/50-51, Muhammed 47/27-28. Arapçada çoğul, en az üç olduğu için insanların canını almakla görevli melekler üç veya daha fazladır (En’am 6/61 Nahl 16/28, 32, Secde 32/11). Hadislerde de durum aynıdır (Buhârî, Cenâiz 69, Enbiyâ 31; Müslim, Fezâil 157, 158; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10; Müsned, 2/269, 351; 4/287; 5/395). Azrail kelimesinin, muhtemelen İbrânice asıllı olduğu, önceleri Yahudi iken daha sonra Müslüman olduğu söylenen Ka’b el-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi şahısların etkisiyle İslami eserlere geçtiği düşünülmektedir. Çünkü Rabbilere (Yahudi din bilginlerine) ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı zikredilir, bunlardan bir tanesi de Azrael’dir (DİA, Azrâil mad.). 

[4*] En’am 6/130.


(A'raf 7/38)
قَالَ ادْخُلُوا ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِۜ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا ف۪يهَا جَم۪يعًاۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُو۫لٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِۜ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ
Allah onlara şöyle diyecektir: “Sizden önce yaşamış insan ve cin topluluklarının içinde o ateşe /cehenneme girin!” Oraya giren her topluluk, kendi kardeş topluluğunu lanetleyecek /dışlayacaktır.[1*] Nihayet hepsi orada birbirleriyle buluşunca, sonrakiler, öncekiler için[2*] şöyle diyeceklerdir: “Rabbimiz! İşte bizi bunlar saptırdılar. Sen o ateşin azabını bunlar için bir kat artır.”[3*] Allah diyecek ki “Hepinizinki birer kat[4*] artacak ama siz bunu bilmiyorsunuz.”

[1*] Ankebut 29/25, Ahzab 33/66-68, Fussilet 41/29.

[2*] İbrahim 14/21.

[3*] Sâd 38/61.

[4*] Furkan 25/68-69.

 

(A'raf 7/39)
وَقَالَتْ اُو۫لٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ۟
Öncekiler sonrakilere şöyle diyecek: “Sizin bizden bir üstünlüğünüz yok ki! Siz de kazandıklarınıza karşılık bu azabı tadın.”[*]

[*] Sebe 34/31-33, Sâffât 37/25-31, Mü’min 40/47-48.


(A'raf 7/40)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenler için göğün kapıları açılmayacak, deve iğne deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyeceklerdir.[*] Suçluları işte böyle cezalandırırız.

[*] A’raf 7/36.


(A'raf 7/41)
لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ
Onlar için cehennemden bir yerleşim alanı ve üzerlerinde örtüler olacaktır. Yanlış yapanları işte böyle cezalandırırız.[*]

[*] Fatır 35/36.


(A'raf 7/42)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۘ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara gelince -ki biz kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemeyiz-[1*] işte onlar cennet ahalisidir. Onlar orada ölümsüz olarak kalacaklardır.[2*]

[1*] Bakara 2/286, En’am 6/152, Mü’minun 23/62.

[2*] Bakara 2/82, Nisa 4/122, Yunus 10/9, Ra’d 13/29, Kehf 18/30-31, 107-108, Hac 22/50, Ankebut 29/58.


(A'raf 7/43)
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
İçlerindeki çekememezliği söküp atarız.[1*] Alt taraflarından ırmaklar akar ve şöyle derler: “Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür.[2*] Allah göstermeseydi biz bu yolu kendiliğimizden bulamazdık.[3*] Rabbimizin elçileri gerçekten doğruyu getirmişler.”[4*] Onlara şöyle seslenilecektir: “İşte Cennet! Bu, size, yaptıklarınıza karşılık olarak verildi.”[5*]

[1*] Hicr 15/47. 

[2*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık (Fatiha 1/2).

[3*] Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister, kendi arzularının peşinde olanlar da onu yoldan çıkarmak isterler (Nisa 4/26-27). Allah, doğru yolu tercih edenlerin içlerini rahatlatır. Onlara, korku ve üzüntü çektirmez. Yanlış yola girenler, menfaatlerini önceledikleri için gerçekleri görmemekte direnir ve yalana sarılırlar. Allah onlara da dünyayı cehennem eder (Bakara 2/38-39). Doğruları gördükleri halde yanlışta ısrar ettikleri için onların ahirette kendilerini savunmaları mümkün olmaz.    

[4*] Yunus 10/9-10, Fatır 35/33-34.

[5*] Meryem 19/61-63, Zuhruf 43/72.


(A'raf 7/44)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّاۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Cennet ahalisi, o ateşin /cehennemin ahalisine: “Rabbimizin verdiği sözün gerçek olduğunu biz gördük.[1*] Peki, Rabbinizin size verdiği sözün gerçek olduğunu siz de gördünüz mü?” diye seslenir. Onlar da “Evet!” derler. Bunun üzerine onların arasında, yüksek sesle seslenen biri şöyle haykırır: “Allah’ın laneti yanlışa dalanlara olsun![2*]

 
[2*] Hud 11/18.

(A'raf 7/45)
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
Onlar, ahireti görmezlikten gelerek[1*] Allah’ın yolundan engelleyen ve o yolda kolayca anlaşılamayacak bir eğrilik oluşturmak[2*] isteyenlerdir.”

[1*] Bakara 2/79-80, Âl-i İmran 3/23-24.

[2*] İvec (عوج), çok dikkat etmedikçe anlaşılamayacak eğriliktir (Müfredat). Allah’ın yolunda böyle bir eğrilik isteyenler, yaptıkları yanlışlar kolaylıkla anlaşılmasın diye doğruya çok yakın görünecek çarpıtmalar yaparlar. Ayette sözü edilen kişilerin en çok istediği budur. Bu sebeple en tehlikeli yanlış, doğruya en çok benzeyendir (Âl-i İmran 3/99, Hûd 11/19, İbrahim 14/3, Kehf 18/1, Zümer 39/28). 


(A'raf 7/46)
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Cennettekiler ile cehennemdekiler arasında bir engel /bir sur[1*] vardır. A’raf’ta[2*] /surun yüksek kısımlarında herkesi yüzlerindeki işaretlerden[3*] tanıyan değerli şahsiyetler bulunur.[4*] Onlar, cennet ahalisinden olup henüz oraya girmemiş ama girmeyi bekleyenlere[5*] şöyle seslenirler: “Size selam olsun! (Siz güvenlik ve esenlik içinde olacaksınız.)”

[1*] Hadid 57/13’e göre bu engel, Cennet ile Cehennem arasında bulunan surdur.

[2*] A’râf, yukarıya doğru yükselen şey” anlamına gelen “urf (عرف)’un çoğuludur (Lisan’ul-arab). Öyleyse el-a’raf, Cennet ile Cehennem arasında bulunan surun üstündeki yüksek yerlerdir.

[3*] Cennetliklerin yüzü ak, cehennemliklerin yüzü kara olur, Yunus 10/27, Rahman 55/41, Abese 80/40-42). Yüzü kara olanlar, inandıktan sonra kafir olanlardır  (Âl-i İmran 3/106-107) Bunlar, bütün delilleri görmüş, doğruluğu konusunda en küçük şüphesi kalmamış, daha sonra yalana sarılarak kafir olmuşlardır (Bakara 2/39, Âl-i İmran 3/86-91). Böyle kimseler, yoldan çıkmakla kalmaz, kolayca anlaşılamayacak saptırmalar yaparak başkalarını da yoldan çıkarırlar. Bunu, dünyayı ahiretten çok sevdikleri için yaparlar (İbrahim 14/3). İşte yüzleri kara olan ve cehennemden çıkmayacak olanlar bunlardır (Zümer 39/53-60). 

[4*] Enbiya 21/101-103.

[5*] Bunlar, günahları sevaplarından fazla olanlarla (A’raf 7/9) bilmeden şirk günahı işleyenlerdir (Bakara 2/22). Allah, bile bile şirk günahı işleyenleri bağışlamayacaktır (Nisa 4/115-116).


(A'raf 7/47)
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
(Cennete gitme umudunda olanların) Bakışları ateş ahalisine çevrilince şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi, yanlışlara dalmış olan bu toplulukla birlikte bulundurma!”


(A'raf 7/48)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
A’râf ahalisi, (Cennet ile Cehennem arasındaki surun yüksek yerlerinde olanlar) yüzlerindeki işaretlerden tanıdıkları bazı kimselere şöyle seslenirler: “Sizin (mal ve taraftar) toplamanız da büyüklenmeniz de işinize yaramadı.[*]

[*] Sebe 34/34-35, Casiye 45/10.

 

(A'raf 7/49)
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
(Cennete girecek olanları göstererek şöyle derler:) Sizin “Allah onlara iyilikte bulunmaz!” diye yemin ettikleriniz bunlar mıydı? (Cennete girecek olanlara da şöyle derler:) “Cennete girin! Artık sizin üzerinizde ne bir korku kalacak ne de üzüleceksiniz”.[*]

[*] Yunus 10/3. ayete göre “Cennete girin” diyen, Allah tarafından şefaat etme izni verilen kişidir. Âl-i İmran 3/185, Meryem 19/68-72.


(A'raf 7/50)
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
Ateş ahalisi, cennet ahalisine: “Suyunuzdan ya da Allah’ın size verdiği rızıklardan bize de akıtın!” diye seslenirler. (Cennettekiler de) “Allah, onları kâfirlere haram kıldı.”[*] derler.

[*] A’raf 7/32.


(A'raf 7/51)
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Dünya hayatına aldanarak dinlerini eğlence ve oyun haline getirenler,[1*] ayetlerimizi bile bile inkar edip bugüne varmayı nasıl unuttularsa biz de bugün onları unutacağız.[2*]

[1*] En’am 6/70.

[2*] Nahl 16/62, Tâhâ 20/126, Secde 32/14, Casiye 45/34.

 

(A'raf 7/52)
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Şurası bir gerçek ki, biz onlara,[1*] inanan ve güvenen topluluğa rehber ve ikram olması için bir ilme[2*] göre, ayrıntılı olarak açıkladığımız bir Kitap getirdik.

[1*] Bu surenin 41. ayetinden buraya kadar, cennetliklerin cennetteki, cehennemliklerin de cehennemdeki durumu anlatıldıktan sonra Allah’ın onlara, bir ilme göre açıkladığı bir kitap indirdiğinden söz edilmesi, onun her bir nebiye verilen kitap ve hikmet olduğunu (Âl-i İmrân 3/81) gösterir. Bu durumda Nebilere, kitap ile birlikte verilen hikmetin, o kitaptan, Allah’ın belirlediği yöntemle doğru hüküm çıkarma ilmi olduğu dışında bir şey olmaz. Nitekim Nebimiz Muhammed aleyhisselam da kendine indirilen ve öğretilen kitap ve hikmeti (Nisa 4/113) ümmetine öğretmiş ve Kur’an’dan doğru hüküm çıkarmanın yollarını göstererek onları geliştirmiştir (Bakara 2/151, Âl-i İmran 3/164).  

[2*] Bu ilim (bilgi, yöntem), ayetlerin ayetler ile açıklandığı Kur’an yöntemidir. Daha detaylı bilgi için bkz. Âl-i İmran 3/7, Hud 11/1,2 ve dipnotları.

 

(A'raf 7/53)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Onlar Kitabın bildirdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? O sonuç gerçekleştiği gün, daha önce onu akıllarından çıkaranlar[1*] şöyle diyecekler: “Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş! Bize şefaat edecek olanlar varsa şefaat etsinler[2*] veya (dünyaya) geri gönderilelim de yapmış olduğumuz şeylerden başkalarını yapalım!”[3*] Onlar kendilerini hüsrana uğratmışlardır. (Şefaatçi diye) uydurdukları da onların yanlarından kaybolup gitmiş olur.[4*]

[1*] Tâhâ 20/124-126, Zuhruf 43/36-37.

[2*] Şefaat, birine eşlik etmek veya arka çıkmaktır (El-Ayn, Müfredât). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir, yani arka çıkıp destek olabilirler (Nisa 4/85) ama mahşer günü, Nebiler dahil, kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/254, İnfitar 82/17-19). Cennete gitmiş biri, bilerek işlediği şirk günahı ile değil de (Bakara 2/22) diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş yakınına, Allah’ın onayıyla şefaat edebilir yani onu yanına alabilir (Tur 52/21). Çünkü Allah’ın onayı olmadan şefaat olmaz (Bakara 2/255, Tâhâ 20/109, Sebe 34/23).

[3*] En’am 6/27-28, Secde 32/12, Fatır 35/36-37, Zümer 39/58-59.

[4*] Bakara 2/166-167, En’am 6/22-24, 94, Yunus 10/28-30, Hud 11/21, Nahl 16/87, Kasas 28/74-75, Fussilet 41/48.


(A'raf 7/54)
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde[1*] yaratan, sonra arşa /yönetimin başına[2*] geçen Allah’tır. Gündüzü, sürekli peşinde olan gece ile örter. Koyduğu kanuna göre hizmetinize verilmiş olan Güneş’i, Ay’ı ve yıldızları da O yaratmıştır.[3*] Dikkat edin! Yaratmak ve kural koymak[4*] yalnız ona aittir! Bütün varlıkların Rabbi /sahibi olan Allah, ne yüce bir bereket kaynağıdır!

[1*] Yer ve göklerin toplam altı günde yaratıldığını gösteren ayetler şunlardır: Yunus 10/3, Hud 11/7, Furkan 25/59, Secde 32/4-5, Fussilet 41/9-12, Kaf 50/38, Hadid 57/4. Allah katındaki bir gün bize göre bin yıl kadar olduğu için (Hac 22/47) bu ayetteki altı gün altı bin yıla denk gelir.

[2*] Arş, üst yönetim makamını gösteren mecaz ifadedir (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Türkçede onun yerine padişahlar için "taht", diğer yöneticiler için "koltuk" kelimesi kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Tâhâ 20/5, Furkan 25/59, Secde 32/4, Hadid 57/4).

[3*] Rad 13/2, İbrahim 14/33, Nahl 16/12, Ankebut 29/61, Lokman 31/29, Fatır 35/13, Yasin 36/37-40, Zümer 39/5, Leyl 92/1-2.

[4*] Yunus 10/3, 31, Hud 11/123, Rad 13/31, Yasin 36/82.


(A'raf 7/55)
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
Rabbinize yalvarıp yakararak içten içe dua edin.[1*] O, sınırları aşanları sevmez.[2*]

[1*] A’raf 7/56, Secde 32/16.

[2*] Maide 5/87.

 

(A'raf 7/56)
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
(Allah tarafından) Düzeni sağlandıktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.[1*] O’na (Rabbinize, azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin.[2*] Allah’ın rahmeti, güzel davrananlara yakındır.

[1*] A’raf 7/85.

[2*] A’raf 7/55.


(A'raf 7/57)
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
O, rüzgârları ikramından önce müjdeci[1*] olarak gönderendir. Rüzgârlar, yüklü bir yağmur bulutunu kolayca yükseltince onu ölü /çorak bir toprağa sevk ederiz. O bulutla oraya su indirir, o suyla her türlü ürünü çıkarırız. Ölüleri de işte böyle (topraktan) çıkaracağız.[2*] Belki (yeniden dirilme konusunda) doğru bilgi sahibi olursunuz.

[1*] Furkan 25/48-49, Neml 27/63, Rum 30/46.

[2*] Rum 30/19, Fatır 35/9, Fussilet 41/39, Zuhruf 43/11, Kaf 50/9-11.

 

(A'raf 7/58)
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِدًاۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟
(Toprağı) güzel bir beldenin bitkisi Rabbinin izniyle (kolayca) çıkar. (Toprağı) kötü olanın bitkisi ise zar-zor çıkar.[*] Şükreden /görevlerini yerine getiren bir topluluk için ayetlerimizi değişik açılardan böyle anlatırız.

[*] Maide 5/100, İbrahim 14/26.


(A'raf 7/59)
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Nuh’u halkına elçi gönderdik.[1*] Onlara şöyle dedi: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız[2*] /kulluk edeceğiniz bir varlık yoktur. Ben, size azametli bir günün azabının gelmesinden korkuyorum.”

[1*] Nuh kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Yunus 10/71-73, Hud 11/25-48, Mu’minun 23/23-30, Şuara 26/105-122, Saffat 37/75-82, Kamer 54/9-16, Nuh 71/1-28.

[2*] İlah, ibadet edilen varlıktır (Müfredat). İbadet, kayıtsız şartsız boyun eğmektir. Allah’tan başka, kayıtsız şartsız boyun eğilecek bir varlık yoktur. İblis, sadece Adem’e saygı konusunda Allah’a boyun eğmediği için kafir olmuş (Bakara 2/34) ve kendi arzusunu kendine ilah edinmişti (Casiye 45/23). Bunu, en üst seviyedeki bir melek veya İsa aleyhisselam bile yapsaydı aynı duruma düşerdi (Nisa 4/172-173). Allah, Adem ile eşini bir bahçeye yerleştirmiş, her şeyden bol bol yemelerini söylemiş ama “Şu ağaca yaklaşmayın, yoksa yanlış yapanlardan olursunuz” demişti (Bakara 2/35). Ayrıca şeytanın onlara düşman olduğunu bildirerek uyarıda bulunmuştu (Tâhâ 20/117). Ama onlar Allah’ın emrini ve uyarısını dinlemedi, şeytana uyup o ağaçtan yediler. Daha sonra suçlarını kabul ederek tövbe ettiler, Allah da tövbelerini kabul etti (Bakara 2/37, A’raf 7/22-23). Allah, imtihan için yarattığı insanlara ve cinlere (Zariyat 5/56) inanç ve ifade hürriyeti verdiğinden (Kehf 18/29) kendine başkaldıran İblis’in, kıyamete kadar yaşama isteğini kabul etmiş, doğru yolun üstüne oturup insanları yoldan çıkarma kararına da engel olmamıştır (İsra 17/61-65). Her şeyi açık ve net bir şekilde görüp inananların bir kısmı, bu hürriyetten dolayı yoldan çıkmış, birbirleriyle savaşmışlar, kimi inanmış, kimi de kafir olmuştur (Bakara 2/253, Âl-i İmran 3/86-90). Kafirler, kafir olduklarını kabul etmedikleri için (Hicr 15/2) gruplaşmışlar ve her grup kendine göre bir din anlayışı oluşturmuştur. Allah, onları müşrik saymış ve onlarla bir işimizin olamayacağını bildirmiştir (En’âm 6/159, Rum 30/30-32) Bu sebeple, kendi sözünü veya bir başkasının sözünü, bile bile Allah’ın sözünün önüne geçiren herkes müşrik olur. Bunu, bilmeden yapanı Allah müşrik saymaz (Bakara 2/22). 
 

(A'raf 7/60)
قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Halkının ileri gelenleri dediler ki: “Biz seni gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.”[*]

[*] Hud 11/27.


(A'raf 7/61)
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Nuh dedi ki: “Ey halkım! Bende bir sapkınlık yok. Ama ben, varlıkların Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.[*]

[*] Şuara 26/107.

 

(A'raf 7/62)
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyor /bildiriyor ve sizin iyiliğinizi istiyorum. Ben Allah’tan, sizin bilmediğiniz şeyleri öğreniyorum.[*]

[*] Şuara 26/108-110.

 

(A'raf 7/63)
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
İçinizden bir adama, sizi uyarması için, sizin de yanlışlardan sakınmanız ve iyilik bulmanız için Rabbinizden akılda tutulması gereken doğru bir bilgi gelmesine mi şaşırdınız?”[*]

[*] Yunus 10/2, Sâd 38/4, Kaf 50/2.


(A'raf 7/64)
فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا عَم۪ينَ۟
Fakat onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla birlikte gemide olanları kurtardık. Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanları da suda boğduk.[*] Çünkü onlar bir körler topluluğu olmuşlardı.

[*] Yunus 10/73, Enbiya 21/77, Furkan 25/37, Şuara 26/120, Saffat 37/82.

 

(A'raf 7/65)
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُودًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ
Âd halkına da kardeşleri Hûd’u gönderdik.[*] Dedi ki: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur. Yanlışlardan sakınmayacak mısınız?”

[*] Hud kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Hud 11/51-60, Şuara 26/124-140, Fussilet 41/15-16, Ahkaf 46/21-25, Kamer 54/18-21, Zariyat 51/41-42, Hâkka 69/6-8, Fecr 89/6-8.


(A'raf 7/66)
قَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Halkının önde gelenlerinden, ayetleri görmezlikte direnenler şöyle dediler: “Biz seni gerçekten akılsızlık içinde görüyoruz. Biz senin gerçekten yalancılardan olduğunu düşünüyoruz.”[*]

[*] A’raf 7/60.


(A'raf 7/67)
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Dedi ki: “Ey halkım! Bende bir akılsızlık yok. Ama ben, varlıkların Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.[*]

[*] A’raf 7/61.

 

(A'raf 7/68)
اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ
Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyor /bildiriyorum.[*] Ben sizin iyiliğinizi isteyen, güvenilir biriyim.

[*] Ahkaf 46/23.

 

(A'raf 7/69)
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Yoksa sizi uyarsın diye, içinizden birine Rabbinizden akılda tutulması gereken doğru bir bilgi /bir kitap gelmesine mi şaşırdınız?[1*] Hatırlasanıza Allah, Nuh halkından sonra sizi onların yerine getirdi ve iri yapılı kıldı.[2*] Allah’ın nimetlerini aklınızda tutun ki umduğunuza kavuşasınız.”

[1*] A’raf 7/63.

[2*] Hud 11/52, Fussilet 41/15.

 

(A'raf 7/70)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Dediler ki: “Şimdi sen bize, sadece Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettikleri şeyleri bırakalım diye mi geldin? Doğru sözlülerdensen bizi tehdit ettiğin şeyi getir bakalım!”[*]

[*] Hud 11/53-54, Ahkaf 46/22.

 

(A'raf 7/71)
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌۜ اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ
Hûd dedi ki: “Rabbinizden üzerinize bir pisliğin ve bir öfkenin gelmesi kesinleşti. Siz benimle, Allah’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği,[1*] isimlerini sizin ve atalarınızın taktığı şeyler konusunda mı tartışıyorsunuz? Öyleyse bekleyin; ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”[2*]

[1*] İnsanların çoğu ellerinde hiçbir delil olmadığı halde Allah’tan başkasına kulluk ederler (En’am 6/81, Yusuf 12/40, Kehf 18/15, Hac 22/33, 71).

[2*] Hud 11/55.

 

(A'raf 7/72)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ۟
Sonra onu ve onunla birlikte olanları, tarafımızdan bir ikram ile kurtardık. Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanların da kökünü kestik.[*] Onlar inanıp güvenmiş kimseler değillerdi.

[*] Hud 11/58, Şuara 26/139, Fussilet 41/16, Ahkaf 46/24-25, Kamer 54/18-20, Zariyat 51/41-42, Hakka 69/6-8.

 

(A'raf 7/73)
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًاۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْۜ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Semud halkına da kardeşleri Salih’i gönderdik.[*] Dedi ki: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir belge geldi. İşte Allah’ın dişi devesi! O sizin için bir ayet/ bir mucizedir. Onu rahat bırakın, Allah’ın toprağında otlasın. Sakın ona kötülük etmeyin, yoksa sizi acıklı bir azap yakalar.

[*] Salih Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Hud 11/61-68, Hicr 15/80-84, Şuara 26/141-159, Neml 27/45-53, Fussilet 41/17-18, Zariyat 51/43-45, Kamer 54/23-31, Hakka 69/4-5, Şems 91/11-15.


(A'raf 7/74)
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًاۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Hatırlasanıza; Allah, Âd halkından sonra onların yerine sizi getirdi ve bu topraklara yerleştirdi. Buranın düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlarını oyup evler yapıyorsunuz.[*] Allah’ın nimetlerini aklınızdan çıkarmayın. Bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.”

[*] Hicr 15/82, Şuara 26/146-149, Fecr 89/9.


(A'raf 7/75)
قَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحًا مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, ezilenlere, onlardan inanmış olanlara şöyle dediler: “Siz Salih’in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini mi sanıyorsunuz!”[*] Dediler ki: “Biz onunla gönderilene inanıp güveniyoruz.”

[*] Kamer 54/23-25.

 

(A'raf 7/76)
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّذ۪ٓي اٰمَنْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
Kendilerini büyük görenler: “Biz de sizin inandıklarınızı yok sayıyoruz” dediler.[*]

[*] Hud 11/62.

 

(A'raf 7/77)
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Sonra dişi deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrine baş kaldırmış oldular.[1*] Şöyle dediler: “Ey Salih! Eğer Allah’ın elçilerinden isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir bakalım!”[2*]

[1*] Hud 11/65, Şuara 26/157, Kamer 54/29, Şems 91/14.

[2*] Şuara 26/154.


(A'raf 7/78)
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَ
Çok geçmeden onları öyle bir yer sarsıntısı tuttu ki yurtlarında çöküp kaldılar.[*]

[*] Hud 11/67-68, Hicr 15/83, Şuara 26/158, Neml 27/51-52, Fussilet 41/17, Kamer 54/31, Hakka 69/5, Şems 91/14.

 

(A'raf 7/79)
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِح۪ينَ
Salih onlardan uzaklaştı[1*] ve şöyle dedi: “Ey halkım! Ben gerçekten Rabbimin mesajını size tebliğ ettim /bildirdim. İyiliğiniz için çaba gösterdim. Ama siz iyiliğinizi isteyenlerden hoşlanmıyorsunuz.”[2*]

[1*] Elçiler toplumlarının içinde iken Allah onlara azap etmez (Enfal 8/33).

[2*] Benzer sözleri, kavmi helak edilen Şuayb Aleyhisselam da söylemiştir (A’raf 7/93).


(A'raf 7/80)
وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Lût’u da elçi gönderdik.[1*] Bir gün o, halkına şöyle demişti: “Siz o çirkin işi mi yapıyorsunuz/ eşcinsel ilişkide[2*] mi bulunuyorsunuz!? Hiçbir toplum bu çirkin işte sizin kadar ileri gitmedi![3*]

[1*] Lut Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Hud 11/77-83, Hicr 15/61-77, Enbiya 21/74-75, Şuara 26/160-174, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138, Zariyat 51/31-37, Kamer 54/33-40.

[2*] Eşcinsellik diye meal verdiğimiz kelime, fuhuş anlamında olan el-fahişe (الْفَاحِشَةَ)’dir. Türkçede para karşılığı yapılan cinsel ilişkiye fuhuş dendiği için, yanlış anlamaya yol açmasın diye bu anlam verilmiştir. Kur’an’a göre, erkek erkeğe, kadın kadına ve nikahsız olarak kadınla erkek arasındaki ilişkilere fuhuş denir. Ayrıntılar için bkz. Nisa 4/15-16 ve dipnotları.

[3*] “sebeka (سبق)” fiilinin asıl anlamı, yürüyüşte öne geçmektir. Esas anlamıyla kullanıldığı ayetlerde yarışma (Yusuf 12/17) ve koşuşma (Yusuf 12/25) şeklindedir. Bu kelime diğer türden öne geçmeler için ise mecazen kullanılır (Müfredat). Bir hususta diğerlerinin önüne geçmek (Ahkaf 46/11), zaman sıralamasında diğerlerinin önüne geçmek (Taha 20/129) gibi anlamları mecazdır. Lut kavmi, eşcinselliği ulu orta, zor kullanarak ve örgütlü bir şekilde yapıyordu (Hud 11/78-79, Hicr 15/67-70, Neml 27/54, Ankebut 29/29, Kamer 54/37). Bu konuda onları geçen hiçbir toplum olmamıştı.

(A'raf 7/81)
اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
Siz gerçekten kadınları ikinci sıraya atıyor, şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Aslında siz aşırı giden bir topluluksunuz.”[*]

[*] Şuara 26/165-166, Neml 27/55, Ankebut 29/28.

 

(A'raf 7/82)
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Halkının ona cevabı sadece şu sözleri oldu: “Çıkarın onları ülkenizden! Onlar temiz kalmaya çalışan insanlardır!”.[*]

[*] Şuara 26/167, Neml 27/56, Ankebut 29/29.

 

(A'raf 7/83)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Onu ve karısı dışındaki ailesini kurtardık. Karısı, (bedeninin) kalıntısı kalanlardan oldu.[*]

[*] “(Bedeninin) Kalıntısı kalanlardan” anlamı verdiğimiz kelime ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, inanmadıkları için yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalan Lut aleyhisselamın eşi ve diğerleri ile ilgili olarak bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer (Hicr 15/60, Şuara 26/171, Neml 27/57, Ankebut 29/32-33, Saffat 37/135 ). Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı Fil’dir. Orada ğabir kelimesi, “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” sözü ile örneklendirilir (Fil 105/5). Demek ki yanardağ külleri altında kalan cesetlerin içi yok olur ama dışında bir şeyler kalır (Saffat 37/137-138).


(A'raf 7/84)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Üzerlerine bir yağmur (pişmiş balçıktan taş ve kül yağmuru)[*] yağdırdık. Şimdi sen o suçluların sonunun nasıl olduğunu bir düşün!

[*] Hud 11/82-83, Şuara 26/172-173, Neml 27/58, Saffat 37/136, Zariyat 51/32-34, Kamer 54/38-39. Bu taşlar, Tevrat’ın Yaratılış 19:24 bölümünde gökten yağdırılan kükürt ve ateş olarak tarif edilmiştir. Bu maddeler çoğunlukla bir yanardağ patlaması sonucunda ortaya çıkmaktadır.

 

 


(A'raf 7/85)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik.[*] Dedi ki “Ey halkım! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir belge geldi, artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanlara, mallarını ve haklarını eksik vermeyin. (Allah tarafından) Düzeni sağlandıktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Sizin için hayırlı olan budur, buna bir inanıp güvenseniz!

[*] Şuayb Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Hud 11/84-95, Hicr 15/78-79, Şuara 26/176-191, Ankebut 29/36-37.

 

(A'raf 7/86)
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلًا فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Tehditler savurarak, Allah’a inanıp güvenenleri onun yolundan engelleyerek ve o yolda kolayca anlaşılamayacak bir eğrilik[*] olmasını isteyerek her yola başvurmayın. Hatırlayın ki bir zamanlar sayıca azdınız, Allah sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğunu bir düşünün!

[*] A’raf 7/45.


(A'raf 7/87)
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Benimle gönderilene bir kesiminiz inanıyor, bir kesiminiz de inanmıyorsa Allah aramızda kararını verinceye kadar duruşunuzu bozmayın![*] O, karar verenlerin en iyisidir.”

[*] Hud 11/93.


(A'raf 7/88)
قَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ
Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri şöyle dediler: “Ey Şuayb! Ya kayıtsız şartsız bizim dini yaşama biçimimize dönersiniz ya da seni ve beraberindeki inananları kesinlikle ülkemizden çıkarırız!”[*] Şuayb dedi ki: “Biz (sizin dininizden) hoşlanmasak da mı?

[*] İbrahim 14/13, Kehf 18/20, Meryem 19/46.

 

(A'raf 7/89)
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
Allah bizi, sizin dini yaşama biçiminizden kurtardıktan sonra tekrar ona geri dönersek Allah’a karşı kesinlikle bir yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah farklı bir tercihte bulunmadıkça ona geri dönmemiz olacak şey değildir.[1*] Rabbimizin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Bizimle halkımızın arasını hakka uygun bir biçimde aç, bu şekilde arayı açmayı en iyi yapan sensin!”[2*]

[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[2*] Benzer bir duayı Musa Aleyhisselam da yapmıştır (Maide 5/25).


(A'raf 7/90)
وَقَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا اِنَّكُمْ اِذًا لَخَاسِرُونَ
Halkının kafirlik eden ileri gelenleri şöyle dediler: “Hele Şuayb’a bir uyun; siz o zaman kesinlikle kaybedeceksiniz!”[*]

[*] A’raf 7/92.


(A'raf 7/91)
فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ
Çok geçmeden onları öyle bir yer sarsıntısı tuttu ki yurtlarında çöküp kaldılar.[*]

[*] Hud 11/94, Şuara 26/189, Ankebut 29/37.

 

(A'raf 7/92)
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ
Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlardı. Kaybedenler, Şuayb’ı yalancı sayanlar oldu.[*]

[*] Hud 11/95.


(A'raf 7/93)
فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟
Şuayb onlardan uzaklaştı ve şöyle dedi: “Ey halkım! Ben Rabbimin mesajlarını size tebliğ ettim /bildirdim. İyiliğiniz için de çaba gösterdim. Kafirlik etmiş bir topluluk için ben nasıl dertleneyim!”[*]

[*] Benzer sözleri, kavmi helak edilen Salih Aleyhisselam da söylemiştir (A’raf 7/79).

 

(A'raf 7/94)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Biz hangi kente bir nebiyi elçi olarak gönderdiysek oranın halkını mutlaka maddi sıkıntılara ve bedensel sıkıntılara soktuk ki bize yalvarıp yakarsınlar.[*]

[*] En’am 6/42.


(A'raf 7/95)
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Daha sonra sıkıntıların yerine güzellikler verdik. Nihayet çoğaldılar ve şöyle dediler: “Atalarımızın da başına (benzer) bedensel sıkıntılar ve refah gelmişti.”[*] Sonunda farkında değillerken onları ansızın yakaladık.

[*] Yunus 10/12, 21, Hud 11/9-11.

 

(A'raf 7/96)
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Eğer o kentlerin ahalisi, inanıp güvenseler ve yanlışlardan sakınsalardı, onlara, göğün ve yerin bolluk ve bereket kapılarını açardık.[*] Fakat yalana sarıldılar. Biz de elde ettiklerine karşılık onları yakaladık.

[*] Allah Teala, dine uygun yaşayan herkese dünyevi nimetler vaat etmiştir (Maide 5/66, Hud 11/52, Nuh 71/10-12, Cin 72/16-17).

 

(A'raf 7/97)
اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَٓائِمُونَۜ
O kentlerin ahalisi, gece uyurlarken baskınımıza karşı güvende miydiler?[*]

[*] Nahl 16/45-47.

 

(A'raf 7/98)
اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
Ya da o kentlerin ahalisi, gündüzün[1*] eğlenirken baskınımıza karşı güvende miydiler?[2*]

[1*] Duha kelimesi, günün bir bölümüne karşılık kullanıldığında kuşluk vaktini (Taha 20/59), yani güneşin yükselmeye başladığı vakti; geceye karşılık kullanıldığında da gündüz vaktini ifade eden kelimelerle tercüme edilmiştir.

[2*] Yusuf 12/107.


(A'raf 7/99)
اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ۟
Peki ya şimdikiler Allah’ın planına karşı güvende midirler?[1*] Kaybeden topluluklar dışında hiç kimse Allah’ın planına karşı kendini güvende göremez.[2*]

[1*] Mülk 67/16-17.

[2*] Mearic 70/28.


(A'raf 7/100)
اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Eski sahiplerinden sonra o yerlere mirasçı olanları şu gerçek hâlâ yola getirmedi mi: Eğer tercihte bulunsak, günahlarına karşılık onları da musibete uğratırız.[1*] Onların kalpleri üzerinde yeni bir yapı oluştururuz da artık bir şey dinlemezler.[2*]

[1*] Taha 20/128, Secde 32/26.

[2*] Bu durum, kişi tövbe edip kendini düzeltinceye kadar devam eder (Nisa 4/17-18, Furkan 25/68-71). Tövbe etmeyip kendini düzeltmezse cehenneme gider (Âl-i İmran 3/86-90).


(A'raf 7/101)
تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ
İşte bunlar, bir kısım haberlerini sana tam olarak anlattığımız kentlerdir.[1*] Onlara gönderilen elçiler açık belgeler getirdiler; ama onlar önceden yalan saydıklarına inanmaya yanaşmadılar. Allah, kafirlerin kalpleri üzerinde işte böyle bir yapı oluşturur.[2*]

[1*] Hud 11/100, Tâhâ 20/99.

[2*] Yunus 10/74.

 

(A'raf 7/102)
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ
Onların çoğunun verdikleri sözde durduklarını görmedik; ama çoğunun gerçekten yoldan çıkmış kimseler olduğunu gördük.[*]

[*] Hadid 57/26.


(A'raf 7/103)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Sonra onların ardından Musa’yı ayetlerimizle /mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelenlerine gönderdik.[*] Onlar da mucizeler karşısında yanlışa daldılar. Bak bakalım, o bozguncuların sonu nasıl oldu!

[*] Yunus 10/75, Hud 11/96-97, Mü’minun 23/45-46, Mü’min 40/23-24, Zuhruf 43/46.

 

(A'raf 7/104)
وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
Musa şöyle dedi: “Ey Firavun! Ben, varlıkların Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.[*]

[*] Şuara 26/16-17, Duhan 44/17-18.

 

(A'raf 7/105)
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
Görevim, Allah hakkında sadece gerçeği söylemektir. Rabbinizden size açık bir belge de getirdim. Sen İsrailoğullarını benimle beraber gönder.”[*]

[*] Tâhâ 20/47, Mü’minûn 23/45-48, Şuara 26/17.

 

(A'raf 7/106)
قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Firavun dedi ki: “Bir mucize ile geldiysen onu getir bakalım! Tabii doğru sözlü kimselerden isen…”[*]

[*] Şuara 26/30-31.


(A'raf 7/107)
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
Musa, değneğini attı. Bir de ne görsünler; o apaçık devasa bir yılan!


(A'raf 7/108)
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
Elini (koynundan) çıkardı, o da seyredenlerin önünde anında bembeyaz kesildi.[*]

[*] Şuara 26/33. Bu mucize Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 4:6-7 pasajlarında da anlatılmaktadır. Elimizdeki Tevrat metinlerinde bu görüntünün hastalık sebebiyle olduğu yazılıyken, Kur’an’ın Taha 20/22, Neml 27/12 ayetleri bunun herhangi bir sorun sebebiyle olmadığını vurgulamaktadır.

 

(A'raf 7/109)
قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
Firavun’un halkından ileri gelenler dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir sihirbaz![*]

[*] Şuara 26/34.


(A'raf 7/110)
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
Sizi ülkenizden çıkarmak istiyor.” “(Firavun dedi ki[*]) Peki ne emredersiniz?”

[*] Yunus 10/78, Taha 20/62-64, Şuara 26/34-35,


(A'raf 7/111)
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
Dediler ki: “Onu ve kardeşini oyala, şehirlere adam toplayacak kişiler gönder,[*]

[*] Şuara 26/36.


(A'raf 7/112)
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ
Bilgin sihirbazların hepsini alıp sana getirsinler.”[*]

[*] Şuara 26/37.

 

(A'raf 7/113)
وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
Sihirbazlar Firavun’a geldiler ve şöyle dediler: “Galip gelen biz olursak elbette bir ödülümüz olur, değil mi?”[*]

[*] Şuara 26/41.

 

(A'raf 7/114)
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
Dedi ki: “Evet, siz kesinlikle benim yakın adamlarımdan olacaksınız.”[*]

[*] Şuara 26/42.


(A'raf 7/115)
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ
Sihirbazlar dediler ki: “Musa! (Önce) sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım?”[*]

[*] Tâhâ 20/65.


(A'raf 7/116)
قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ
Musa: “Siz atın!” dedi.[1*] Onlar (iplerini ve değneklerini) atınca insanların gözlerini boyadılar. Onları dehşete düşürdüler. Büyük bir sihir /göz boyaması meydana getirdiler.[2*]

[1*] Yunus 10/80, Şuara 26/43.  

[2*] Tâhâ 20/66, Şuara 26/44.

 

(A'raf 7/117)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Musa’ya: “Değneğini at!” diye vahyettik. Bir de ne görsünler! Değnek, sihirbazların uydurdukları[1*] şeyleri yalayıp yutuyor.[2*]

[1*] “Uydurma” anlamı verilen kelime “ifk =إفك” kökündendir. İfk, yalan ve asılsız şeylerle birini bir şeyden çevirmektir. (el-Ayn). Sihirbazların kurdukları düzenekler ve aldatmacalar bu kelimeyle ifade edilmektedir.

[2*] Tâhâ 20/69, Şuara 26/44.

 

(A'raf 7/118)
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
Böylece (Musa ile ilgili) bütün gerçek ortaya çıktı. Sihirbazların yaptıkları da boşa gitti.[*]

[*] Yunus 10/81-82.


(A'raf 7/119)
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ
Orada yenildiler ve küçük düştüler.


(A'raf 7/120)
وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ
Sihirbazlar bir anda kendilerini secdeye kapanmış buldular.[*]

[*] Tâhâ 20/70, Şuara 26/46.

 

(A'raf 7/121)
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Biz varlıkların Rabbine /Sahibine inanıp güvendik.” dediler.[*]

[*] Şuara 26/47.


(A'raf 7/122)
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
“Musa’nın ve Harun’un Rabbine...”[*]

[*] Şuara 26/48.


(A'raf 7/123)
قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Firavun dedi ki: “Ben izin vermeden O’na inandınız, öyle mi? Bu, kesinlikle halkı buradan çıkarmak için şehrimizde kurduğunuz bir plandır. İleride öğreneceksiniz![*]

[*] Tâhâ 20/71.

 

(A'raf 7/124)
لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi mutlaka asacağım.”[*]

[*] Şuara 26/49.


(A'raf 7/125)
قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
Dediler ki: “Nasıl olsa Rabbimize döneceğiz.[*]

[*] Tâhâ 20/72, Şuara 26/50.

 

(A'raf 7/126)
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِم۪ينَ۟
Senin bize bu cezayı vermenin tek sebebi Rabbimizin ayetleri bize gelince onlara inanmış olmamızdır. Ey Rabbimiz! Bize büyük bir direnme gücü ver! Canımızı da sana teslim olmuş kişiler olarak al.”[*]

[*] Tâhâ 20/73, Şuara 26/51.


(A'raf 7/127)
وَقَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
Firavun’un halkından ileri gelenler dediler ki: “(Sihirbazları cezalandıracaksın da) bu topraklarda bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını terk etsinler diye Musa’yı ve halkını serbest mi bırakacaksın? Firavun dedi ki: “(Yok öyle şey!) Yakında onların oğullarını öldürecek, kadınlarını sağ bırakacağız.[*] Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz.”

[*] Bakara 2/49, A’raf 7/141, İbrahim 14/6, Kasas 28/4, Mü’min 40/25.

 

(A'raf 7/128)
قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِ۠ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
Musa halkına şöyle dedi: “Siz yardımı Allah’tan isteyin ve sabredin /duruşunuzu bozmayın. Bu topraklar Allah’ındır. Kulları içinden uygun gördüğünü buraya mirasçı kılar. Mutlu son, yanlışlardan sakınanlarındır.”[*]

[*] Kasas 28/83.

 

(A'raf 7/129)
قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟
Dediler ki: “Sen gelmeden önce de geldikten sonra da hep eziyet gördük.”[1*] Musa şöyle dedi: “Belki de Rabbiniz, düşmanınızı yok edecek ve bu topraklarda sizi onların yerine geçirecektir.[2*] Sonra da sizin nasıl davranacağınıza bakacaktır.”[3*]

[1*] Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 5:6 ve devamı pasajlarında, Musa ve Harun (a.s.) Mısır’a varıp Firavun’la konuştuktan sonra Firavun’un İsrailoğulları üzerindeki baskısını artırdığı ve onlara yüklediği işleri daha da ağırlaştırdığı anlatılmaktadır. 

[2*] A’raf 7/137.

[3*] Yunus 10/13-14.

 

(A'raf 7/130)
وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Belki akıllarını başlarına alırlar diye Firavun hanedanını kurak geçen yıllar ve kıtlıkla cezalandırdık.[*]

[*] A’raf 7/94, Zuhruf 43/48, Duhan 44/17.

 

(A'raf 7/131)
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Başlarına iyi bir şey gelince “Bu bizim hakkımızdır!” derlerdi. Onlara bir kötülük dokunursa o zaman da “Bu uğursuzluk Musa’nın ve yanındakilerin yüzündendir.” derlerdi. Bilesiniz ki onlara gelen her uğursuzluk sadece Allah katındandır ama onların çoğu bunu bilmiyor.[*]

[*] Nisa 4/78-79, Neml 27/47, Yasin 36/18-19, Şûrâ 42/30-31.

 

(A'raf 7/132)
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
(Musa’ya) Dediler ki: “Bizi büyülemek için hangi mucizeyi getirirsen getir, sana inanacak değiliz.”[*]

[*] İnanmayanların benzer tavırları için bkz: En’am 6/25, A’raf 7/146, Kamer 54/2.

 


(A'raf 7/133)
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ
Bunun üzerine onlara su baskınını, çekirge, kımıl zararlısı,[1*] kurbağa ve kan afetini,[2*] ayrı ayrı mucizeler olarak gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve suçlular topluluğu haline geldiler.[3*]

[1*] Yarım kanatlılardan, sap, çiçek, yaprak ve başakları emerek veya yiyerek ekin hastalığına yol açan, vücudu kalkana benzeyen zararlı bir böcek. (TDK)

[2*] Kan afetinin ayrıntıları Tevrat’ın (Mısır’dan Çıkış 7:19-21) pasajlarında anlatılmaktadır.

[3*] İsra 17/101, Neml 27/12-14.  Allah’ın, Firavun ve halkına çektirdiği azaptan İsrailoğulları etkilenmemiştir (Mısır’dan Çıkış 7:21,24; 8:8,22-23; 9:3-4,6-7,13-35; 10:21-23).

(A'raf 7/134)
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ
Başlarına her bir afet geldiğinde şöyle dediler: “Ey Musa! Sana verdiği söz sebebiyle Rabbine bizim için yalvar! Eğer bu afeti üzerimizden kaldırırsan kesinlikle sana inanacak ve kesinlikle İsrailoğullarını seninle birlikte göndereceğiz.”[*]

[*] Zuhruf 43/49.


(A'raf 7/135)
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Ne zaman o afeti, sözlerini tutabilecekleri bir süreye kadar kaldırsak derhal sözlerinden dönerlerdi.[*]

[*] Zuhruf 43/50.


(A'raf 7/136)
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Nihayet onlara hak ettikleri cezayı verdik; onları denizde boğduk[*] çünkü onlar ayetlerimiz karşısında yalana sarılıyor ve onlardan habersiz gibi davranıyorlardı.

[*] Bakara 2/50, Enfal 8/54, İsra 17/103, Tâhâ 20/78, Şuara 26/66, Zuhruf 43/54-55, Zariyat 51/40.

 

(A'raf 7/137)
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
Ezilmiş olan halkı ise bereketli kıldığımız o toprakların doğusuna da batısına da mirasçı kıldık.[1*] Sabırlı olmalarına /duruşlarını bozmamalarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği en güzel söz böylece yerine gelmiş oldu.[2*] Firavun’un ve halkının ustaca yaptıkları ve yükseltmiş oldukları her şeyi de yerle bir ettik.[3*]

[1*] İsra 17/104.

[2*] A’raf 7/128-129, Şuara 26/57-59, Kasas 28/5, Duhan 44/25-28. Tevrat’ta şu ifadeler geçer: “Sözünü tutup halkı İsrail'e esenlik veren RAB'be övgüler olsun. Kulu Musa aracılığıyla verdiği iyi sözlerin hiçbiri boşa çıkmadı." (1.Krallar 8: 56)

[3*] Bu âyet, günümüze kadar ulaşan Mısır piramitlerinin ve birçok eserin, Musa (as) dönemindeki Firavun tarafından yapılmadığını gösterir. 

 

(A'raf 7/138)
وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَٓا اِلٰهًا كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌۜ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putlar karşısında saygıyla duran bir topluluğa rastladılar. “Ey Musa! Onların kendilerine özel tanrıları gibi sen de bize özel bir tanrı yapsana!” dediler.[*] Musa: “Siz gerçekten cahillik eden bir halksınız.” dedi.

[*] Allah’ın İsrailoğullarına yaptığı onca ikrama rağmen onlar yoldan çıktılar (Bakara 2/54-61, A’raf 7/129, Yunus 10/12-14, Tâhâ 20/85-97, Alak 96/6-7).

 

(A'raf 7/139)
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ ف۪يهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Bunların içinde oldukları şey /din, çökmeye mahkumdur. Yapmakta oldukları şeyler batıldır/ asılsızdır.[*]

[*] İsra 17/81, Enbiya 21/18, Sebe 34/49.

 

(A'raf 7/140)
قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪يكُمْ اِلٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Size Allah’tan başka ilah mı ararım?[1*] Üstelik o sizi çağdaşlarınıza üstün kıldı.”[2*] dedi.

[1*] En’am 6/164.

[2*] Duhan 44/32.

 

(A'raf 7/141)
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Onlar size kötü bir azap çektirmek istiyor; oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda, Rabbinizin yıpratıcı büyük bir imtihanı vardı.[*]

[*] A’raf 7/127, Bakara 2/49, İbrahim 14/6, Kasas 28/4, Mü’min 40/25.

 

(A'raf 7/142)
وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰث۪ينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ م۪يقَاتُ رَبِّه۪ٓ اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخ۪يهِ هٰرُونَ اخْلُفْن۪ي ف۪ي قَوْم۪ي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَب۪يلَ الْمُفْسِد۪ينَ
Musa ile otuz geceliğine sözleştik, ona on gece daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre tam kırk gece oldu.[*] Musa kardeşi Harun’a dedi ki: “Halkımın arasında benim yerime sen geç. Yapıcı ol, bozguncuların yoluna uyma!”

[*] Musa aleyhisselam, Tûr’a otuz günlüğüne çağrılmış ama oraya erken gidince (Tâhâ 20/83) bu ayete göre Allah süreyi kırk gün kırk geceye çıkarmıştır (Bakara 2/51). Bu husus, Tevrat’ın Çıkış 24:18 pasajında anlatılmıştır.

 

 


(A'raf 7/143)
وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪يۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًاۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Musa belirlediğimiz süre için gelip Rabbi de onunla konuşunca[1*] “Rabbim! Bana kendini göster de sana bakayım.” dedi. Allah: “Sen beni asla göremezsin;[2*] ama şu dağa bak, eğer o, yerinde kalabilirse sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi dağa görününce onu yerle bir etti, Musa da düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde şöyle dedi: “(Rabbim) ben sana içten boyun eğerim, sana tövbe ettim / dönüş yaptım. Ben inananların ilkiyim.”

[1*] Nisa 4/164.

[2*] Musa aleyhisselamın Allah’ı görme isteği ve bu isteğin gerçekleşmeyeceği bilgisi Tevrat’ın Mısırdan çıkış 33/19-20 pasajlarında da anlatılmaktadır.

 

(A'raf 7/144)
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Allah dedi ki “Ey Musa! Mesajlarımla ve bire bir konuşmamla seni bu insanlar içinde seçkin bir konuma getirmiştim.[*] Şimdi de sana verdiğimi (levhaları) al ve şükredenlerden /görevini yerine getirenlerden ol.”

[*] Tâhâ 20/9-16.

 

(A'raf 7/145)
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْص۪يلًا لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ
O levhalara onun için her türlü öğüdü ve her şeyin ayrıntılı açıklamasını yazdık.[*] (Ona şöyle dedik) “Bunlara sıkı sarıl; halkına emret, onlar da en güzel biçimde sarılsınlar. Yoldan çıkmışların yurdunu yakında size göstereceğim.”

[*] En’am 6/154Kasas 28/43.


(A'raf 7/146)
سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلًاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Bulundukları yerde haksızca büyüklenenleri ayetlerimden çevireceğim. Onlar bütün ayetleri görseler bile onlara inanmazlar.[1*] Akla uygun olan yolu görseler onu yol edinmez, ama yanlış kurgulanan yolu görseler onu yol edinirler. Bunun sebebi ayetlerimiz karşısında yalana sarılmaları ve ayetlerden habersiz gibi davranmalarıdır.[2*]

[1*] A’raf 7/132.

[2*] A’raf 7/136.

 

(A'raf 7/147)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
Ayetlerimiz karşısında ve ahirete varma hakkında yalana sarılanların amelleri boşa gider.[*] Onlara sadece yaptıklarının karşılığı verilecektir.

[*] Yunus 10/7-8, Kehf 18/105.


(A'raf 7/148)
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌۜ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْد۪يهِمْ سَب۪يلًاۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِم۪ينَ
Musa’nın halkı, ondan sonra süs eşyalarından, böğürebilen bir boğa heykeli edindi. Onun kendileriyle konuşmadığını ve kendilerine bir yol göstermediğini görmediler mi? Onu (ilah) edindiler ve yanlışa dalan kimseler oldular.[*]

[*] Bakara 2/51, 92, Tâhâ 20/86-88.

 

 


(A'raf 7/149)
وَلَمَّا سُقِطَ ف۪ٓي اَيْد۪يهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Pişman olup akılları başlarına gelince gerçekten sapmış olduklarını gördüler ve şöyle dediler: “Eğer Rabbimiz bize ikramda bulunmaz ve bizi bağışlamazsa kesinlikle kaybedenlerden oluruz.”[*]

[*] İblis’in vesvesesine inanıp yasak ağacın meyvesinden yiyen Âdem Aleyhisselam ve eşi de benzer şekilde Allah’tan af dilemişlerdir (A’raf 7/23).

 

(A'raf 7/150)
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak halkına döndüğünde:[1*] “Benden sonra arkamdan ne kötü iş yapmışsınız. Rabbinizin (cezalandırma) emrinin bir an önce gelmesini mi istediniz!” dedi.[2*] Levhaları attı[3*] ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Harun dedi ki: “Anamın oğlu! Bu topluluk beni ezdi, neredeyse öldürüyorlardı. Sakın düşmanları sevindirme! Beni bu zalimler topluluğuyla bir tutma!”[4*]

[1*] Allah Musa’ya, halkının yoldan çıktığını daha önce söylemişti. Bkz. Tâhâ 20/83 vd.

[2*] Tâhâ 20/86.

[3*] Bu olay Tevrat’ta şu şekilde anlatılmaktadır: “Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı.” (Tevrat /Mısır’dan Çıkış 32:19).

[4*] Tâhâ 20/92-94.

 

(A'raf 7/151)
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟
Musa dedi ki “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi iyilik ve ikramının içine al. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.”[*]

[*] Musa aleyhisselamın suçu, levhaları atması ve işin esasını öğrenmeden halkın sapmasından Harun aleyhisselamı sorumlu tutmasıdır. Harun’un suçu da Musa’nın yokluğunda toplumunu iyi yönetememiş olmasıdır. Musa Aleyhisselamın benzer bir duası için bkz: Maide 5/25. 

 

(A'raf 7/152)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ
Boğayı (ilah) edinenler[1*] var ya… Hem Rablerinin öfkesi hem de dünya hayatında alçaklık, onların yakalarına yapışacaktır. İftiracıları[2*] işte böyle cezalandırırız.[3*]

[1*] A’raf 7/148.

[2*] Boğayı yapan Sâmiri ve taraftarları, boğanın Musa’nın (as) ilahı olduğunu ama Musa’nın onu unuttuğunu iddia ederek ona iftira atmışlardır (Tâhâ 20/88). Musa (as) Allah’ın elçisi olduğu için bu, Allah’a da atılan bir iftira olur.

[3*] Tâhâ 20/97.

 

(A'raf 7/153)
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Kötü işler yapıp daha sonra tövbe edenler /dönüş yapanlar ve inanıp güvenenler (bilsinler ki), bütün bunların ardından senin Rabbin, elbette çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.[*]

[*] Furkan 25/70-71, Şûrâ 42/25.


(A'raf 7/154)
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ
Öfkesi geçip sakinleşince, Musa levhaları aldı. Onlardaki yazılarda Rablerinden korkanlar için bir rehber ve ikram vardı.[*]

[*] A’raf 7/145.


(A'raf 7/155)
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلًا لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ
Musa, belirlediğimiz yer için halkından yetmiş adam seçti. Şiddetli bir yer sarsıntısı onları (orada) sarsınca şöyle dedi: “Rabbim! Gerek görseydin onları da beni de daha önce helak ederdin. Aramızdan akılsızca davrananların yaptıkları yüzünden bizi helak mı edeceksin![1*] Bu, senin imtihanından[2*] başka bir şey değildir. Böylece sen, kimilerinin yoldan saptığına karar verir, kimilerinin de yola geldiğini onaylarsın. Sen bizim velimiz /en yakınımızsın. Öyleyse bizi bağışla, bize ikramda bulun. Sen bağışlayanların en iyisisin.

[1*] Ayette geçen yetmiş kişiden Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış 24:1 pasajında bahsedilir. Bunların İsrailoğullarının ileri gelen kişileri olduğu da Çölde Sayım 16:25 pasajından anlaşılır. Musa ve Harun’un (a.s.) ayetteki yakarışları, Tevrat’ın Çölde Sayım 16:20-22 pasajlarında da anlatılır.

[2*] Fitne için bkz. A’raf 7/27. ayetin dipnotu.


(A'raf 7/156)
وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ
Bu dünyada da ahirette de bize güzel şeyler yaz; biz sana yöneldik.” Allah dedi ki: “Saptığına karar verdiğim[1*] kişiyi azabıma çarptırırım, rahmetim ise her şeyi kapsar. Onu, yanlışlardan sakınanlara[2*] ve zekât verenlere yazacağım.[3*] Ayetlerimize inanıp güvenen şu kişilere de (yazacağım):

[1*] Şâe (شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz Araf 7/89. ayetin dipnotu.

[2*] Bakara 2/3- 5, 177.


(A'raf 7/157)
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulacakları ümmi[1*] nebi olan bu resule uyanlardır.[2*] Bu resul onların iyi şeyleri yapmalarını ister, onları kötü şeylerden sakındırır. Onlara temiz ve lezzetli şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.[3*] Onların ısrını /ağır yükünü[4*] ve üzerlerindeki prangaları[5*] kaldırır. Ona inanıp güvenen, onun değerini bilen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya işte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.”

[1*] Arapçada anasından doğduğu gibi kalıp okuma yazma bilmeyen kişiye ümmi denir (Lisan’ul-Arab). Müfessirler buna dayanarak Muhammed aleyhisselamın okuma yazma bilmediğini söylerler. Oysa Mekkeli müşrikler, Kur’an’ın Muhammed aleyhisselama birileri tarafından yazdırıldığını iddia ediyorlardı (Furkan 25/5). Eğer okuma yazma bilmeseydi onu yakından tanıyan Mekkeliler, böyle bir iddiada bulunamazdı. Kur’an’da ümmî kelimesi üç farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi “kendilerine ilahi kitap verilmemiş olan" (Âl-i İmran 3/20), ikincisi “kendilerine verilen ilahi kitabın içeriğini bilmeyen” (Bakara 2/78), üçüncüsü de -Mekke’nin  ümmü'l kurâ (şehirlerin anası) olarak adlandırılmasından dolayı- “Mekkeli olan”dır (Âl-i İmran 3/75, Cum’a 62/2). Nebimiz daha önce ilahî kitap bilgisine sahip değildi (Ankebut 29/47-48, Şûrâ 42/52-53) ama Kur’an’da ona, ümmî denmesinin nedeni bu değildir. Son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan geleceği ve Mekke’den çıkacağı Tevrat ve İncil’de yazılı olduğundan (Tevrat /Tesniye 18:18,19, Mezmurlar 84:6, 118:22-26; İncil /Matta 21:42-44) Kur’an’da ona ümmî denmesinin nedeni, Mekkeli olmasıdır (A’raf 7/158).

[2*] Tevrat’taki ifade şöyledir: “Onlara kardeşleri (İsmailoğulları) arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adımla konuşan bu peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım.” (Tesniye 18:18,19). İncil’de de şu ifadeler yer alır: “Şimdi ise beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki içinizden hiçbiri bana, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. Ama bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem Paraklit size gelmez.” (Yuhanna 16:5-7). “Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki o, yani Gerçeğin Ruhu (Paraklit) gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. Baba’nın nesi varsa benimdir. ‘Benim olandan alıp size bildirecek’ dememin nedeni budur.” (Yuhanna 16:12-15). 

[3*] Fıkıh geleneğinde bu ayete dayanılarak Muhammed aleyhisselâma haram koyma yetkisinin verildiği ve onun bu yetkiyle Kur’an’da bulunmayan bazı haramlar koyduğu kabul edilir. Hâlbuki Allah’ın elçisinin iyiliği emredip kötülüğü yasaklaması, tayyibâtı (iyi ve temiz şeyleri) helal, habâisi (kötü ve pis şeyleri) haram kılması, insanların üzerlerindeki ‘ısr’ı yani yeni gelecek resûle inanmak gibi ağır bir yükü kaldırıp zincirleri kırması, esasında Kur’an’da var olanı bildirmesidir. Bu fiillerin Resûlullâh’a izafe edilmesi, onun resûl /elçi olması sebebiyledir. Allah’ın elçileri, Allah’ın kitabındaki emir ve yasakları, hiçbir ilave veya eksiltme yapmaksızın olduğu gibi tebliğ ederler. Pek çok ayette Allah’ın, tayyibâtı helal, habâisi haram kıldığı bildirildiğine göre (Bakara 2/168; Mâide 5/88; Nahl 16/114-115) aynı fiillerin Resûlullâh’a nispet edilmiş olması, onun, yalnızca kitapta yani Kur’an’da bulunan hükümleri tebliğ etmesi anlamına gelir, ona kendiliğinden hüküm koyma yetkisi vermez. Bu sebeple Nebîmiz, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi kendisine haram kıldığı için uyarılmıştı (Tahrîm 66/1). Bu, onun “nebî” vasfıyla yaptığı kişisel bir tercihi idi. Eğer bir şeyi haram kılma yetkisi olsaydı böyle bir uyarı yapılmazdı. 

[4*] Bu, önceki ümmetlere yüklenen, gelecek nebiye inanma ve ona destek olma sorumluluğudur. (Bkz. Bakara 2/286 ve dipnotu).

[5*] Yaptıkları hatalar yüzünden İsrailoğullarına ağır sorumluluklar yüklenmişti (Nisa 4/160-161, En’am 6/146). Tevrat’ta da bu durum benzer bir şekilde “zincir” kavramıyla mecazileştirilmiştir. “Alay etmeyin artık, yoksa zincirleriniz daha da kalınlaşır. Çünkü bütün ülkenin kesin bir yıkıma uğrayacağını Rab’den, Her Şeye Egemen Rab'den duydum.” (Yeşaya 28:22)


(A'raf 7/158)
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًاۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
De ki: “Ey insanlar! Ben, göklerde ve yerdeki tüm yetkilere sahip olan Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim.[1*] Ondan başka ilâh yoktur. O hem hayat verir hem öldürür.[2*] Öyleyse siz, Allah'a ve Resulüne, Allah'ın bütün sözlerine inanıp güvenen bu ümmî nebiye inanın. Ona uyun ki doğru yola girmiş olasınız. ”

[1*] Sebe 34/28.

 


(A'raf 7/159)
وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ
Musa’nın halkından (İsrailoğullarından) doğruları gösteren ve onlarla adaleti sağlayan bir toplum daima vardır.[*]

[*] Âl-i İmran 3/113, Maide 5/66, A’raf 7/181.

 

(A'raf 7/160)
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطًا اُمَمًاۜ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Onları ayrı ayrı toplumlar olarak on iki boya ayırmıştık. Halkı Musa’dan su isteyince ona: “Değneğinle taşa vur.” diye vahyettik. Taştan on iki pınar fışkırdı. Her bir bölük, su içeceği yeri öğrendi.[1*] Üzerlerine bulutları gölgelik yapmış, men /ekmek[2*] ve selva /bıldırcın indirmiş, “Verdiğimiz rızıkların temiz ve lezzetli olanlarından yiyin.” demiştik. Onlar yanlışı bize değil, kendilerine yapıyorlardı.[3*]

[1*] Bakara 2/60.

[2*] Tevrat’ta “men” ile ilgili şu ifadeler vardır: “Rab Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.” (Çıkış 16/4-5) “Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “Rabbin size yemek için verdiği ekmektir bu.” dedi” (Çıkış 16/13-15). İsrailoğulları, Allah’ın men ve selva ikramı için “Tek çeşit yemeğe katlanamayacağız” diye yakınmışlardı (Bakara 2/61). Buna göre men ve selvâ bir arada tek çeşit yemek sayılmaktadır. Bu da men’in ekmek gibi yenecek veya ekmek yapmaya yarayacak bir gıda maddesi olmasını gerektirir. Nitekim men ile ilgili şu bilgiler de mevcuttur: “Menin kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış, 16/14, 31). Men hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları men’i toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar, 11/8).” (DİA) (Bakara 2/57, Tâhâ 20/80).

[3*] Bakara 2/57.


(A'raf 7/161)
وَاِذْ ق۪يلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا نَغْفِرْ لَكُمْ خَط۪ٓيـَٔاتِكُمْۜ سَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
Bir gün onlara şöyle denmişti: “Şu kente yerleşin. İstediğiniz yerden yiyin. “Günah yükümüzü kaldır!” deyin ve o kapıdan boyun eğerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. Güzel davrananlara daha fazlasını vereceğiz.”[*]

[*] Bakara 2/58, Nisa 4/154.

 

(A'raf 7/162)
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ۟
İçlerinden yanlışa dalanlar, kendilerine söylenen sözü hemen başka bir sözle değiştirdiler.[1*] Biz de yanlışa dalmalarına karşılık onların üzerine gökten bir afet gönderdik.[2*]

[1*] Kendilerine verilen: “Oraya yerleşin” emrini, sanki “onlarlarla şavaşın” denilmiş gibi değiştirerek emre karşı çıkmış  ve şöyle demişlerdi: “Ey Musa! Orada çok zorba bir halk var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz! Eğer onlar oradan çıkarlarsa biz o zaman gireriz.”(Maide 5/22) “Ey Musa! Onlar orada oldukları sürece biz asla oraya girmeyiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla ikiniz savaşın! Biz işte şurada oturup bekleyeceğiz.” (Maide 5/24).

[2*] Bakara 2/59, Maide 5/26


(A'raf 7/163)
وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Bunlara (bu Yahudilere) deniz kıyısında olan o kenti sor. Oranın halkı, Şabat’ta /iş bırakma gününde sınırı aşıyordu.[*] Bekledikleri balıklar, iş bırakmaları gereken günde (Cumartesi günü) onlara görünerek akın akın gelir, çalışabilecekleri günlerde gelmezdi (onlar da iş bırakma emrini çiğneyip avlanırdı). Yoldan çıkmaları sebebiyle onları böyle yıpratıcı bir imtihandan geçiriyorduk.

[*] Bakara 2/65, Nisa 4/47, 154-155, Nahl 16/124. İş bırakma emriyle ilgili Tevrat’taki hüküm şöyledir: “Tanrın Rabb’in buyruğu uyarınca Şabat /iş bırakma gününü tut ve kutsal say. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabb’e Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın hizmetçin, öküzün, eşeğin ya da herhangi bir hayvanın, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Öyle ki, senin gibi erkek ve kadın hizmetçilerin de dinlensinler.” (Tesniye 5:12-14)


(A'raf 7/164)
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
İçlerinden bir toplum (öğüt verenlere) şöyle demişti: “Allah’ın yok edeceği ya da çetin[1*] bir cezaya çarptıracağı bu halka ne diye öğüt veriyorsunuz?” Dediler ki: “Hem Rabbinize karşı bir mazeretimiz[2*] olsun hem de belki bunlar yanlışlardan sakınırlar diye (bunu yapıyoruz).”[3*]

[1*] Çetin, ayetteki  şedîd (شديد) sözcüğünün karşılığıdır. Şedîd, ‘güçlü bağla bağlı’ anlamındadır. Allah, vereceği cezayı, kulunun suçuna bağlamıştır (En'âm 6/160).

[2*] Bu ayet, her müminin çevresindeki olaylara karşı duyarlı olması ve yanlış yapanlara en azından öğüt vererek müdahale etmesi gerektiğinin delilidir. 

[3*] Mürselat 77/5-6.


(A'raf 7/165)
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Onlar kendilerine hatırlatılan doğru bilgileri unutunca biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Yanlışa dalanları ise yoldan çıkmalarına karşılık çetin bir azaba çarptırdık.[*]

[*] Enbiya 21/9.

 

(A'raf 7/166)
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ
Kendilerine konulan yasaklara baş kaldırdıklarında onlara: “Maymunlara, alçaklara dönüşün!”[*] dedik.

[*] Cumartesi yasağını çiğneyenler maymunlar gibi olmuşlardı. Bu, onlara has fiziksel bir dönüşüm değil, benzer davranışları gösteren herkese uygulanan bir dışlama biçimidir (Bakara 2/65, Nisâ 4/47, Maide 5/60). Ayette geçen hasiîn (خاسئين) kelimesi, cemi müzekker kalıbında olduğu için maymunların değil insanların sıfatı ve kâne (كان)’nin ikinci haberidir. Eğer maymunların sıfatı olsaydı, kelime hâsie (خاسئة) şeklinde olurdu.

 

(A'raf 7/167)
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
O zaman Rabbin, kıyamet gününe kadar, onlara kötü bir azap vermek isteyenleri, onların üzerlerine salacağını ilan etti. Senin Rabbin, hem cezalandırması çabuk olan hem de çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.[*]

[*] En’am 6/165.


(A'raf 7/168)
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَمًاۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Onları yeryüzünde çeşitli toplumlara böldük. İçlerinden iyi olanlar olduğu gibi iyi olmayanlar da vardı. Belki dönerler diye onları hem iyiliklerle hem kötülüklerle yıpratıcı bir imtihandan geçirdik.[*]

[*] A’raf 7/94-95.


(A'raf 7/169)
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Arkalarından o kitaba mirasçı olan bir nesil geldi.[1*] “Nasıl olsa bağışlanacağız.”[2*] diyerek bu dünyanın geçici menfaatine yapıştılar. Benzer bir menfaat daha görseler ona da yapışırlardı. O Kitapta /Tevrat’ta onlardan, “Allah’a karşı yalnızca gerçeği söyleyeceksiniz!” diye söz alınmadı mı! Kitaptakiler üzerinde çalışmadılar mı! Ahiret yurdu yanlışlardan sakınanlar için daha hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız / (ayetlerimizle çevrenizdeki olaylar arasında) doğru bağlantı kurmaz mısınız?

[1*] Fatır 35/32, Mü’min 40/53.


(A'raf 7/170)
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ
(Onlardan) Kitaba sıkıca bağlanıp namazı özenle ve sürekli kılanlar[1*] var ya, işte biz kendisini düzeltenlerin ödülünü zayi etmeyiz.[2*]

[1*] Nisa 4/162.


(A'raf 7/171)
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟
Bir gün o dağı (Sina Dağını) yerinden söküp üzerlerine kaldırdık, adeta bir gölgelik gibi oldu. Başlarına düşecek sandılar. “Size verdiğimiz (kitaba) sıkı sarılın. İçindeki doğru bilgiyi aklınızdan çıkarmayın ki yanlışlardan sakınabilesiniz.” dedik.[*]

[*] Bakara 2/63, 93, Nisa 4/154. Bu olay, Yahudilerin sözlü Tevrat dedikleri Talmud’un Shabbat 88a bölümünde şu şekilde anlatılır: “O kutsal varlık Sina dağını büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve “Tevrat’ı kabul ederseniz iyi olur yoksa burası mezarınız olur” dedi.”

 

 


(A'raf 7/172)
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ
Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp,[1*] “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyerek onları kendilerine şahit tuttuğunda şöyle dediler: “Elbette Rabbimizsin! Biz buna şahit olduk!”[2*] Yoksa kıyamet /mezardan kalkış günü, “Biz bundan habersizdik” derdiniz.

[1*] Âyetteki “Âdemoğulları” kelimesi, hem kadını hem de erkeği ifade eder. Zürriyet, alt soy anlamındadır. Onların bellerinden alınan zürriyet, alt soyu oluşturan üreme hücreleri anlamında mecaz olur. Bunlar, bel omurları ile leğen kemikleri arasından çıkan yumurta ve spermdir (Tarık 86/7). İnsanın yaratılışı, bu iki hücrenin, rahim tüplerinde birleşip yumurtanın döllenmesiyle başlar ve insanın kendine has özelliklerin belirlenmesi bu esnada olur (Âl-i İmran 3/6, Mürselat 77/20-23). Bu sebeple ayetteki, Âdemoğullarının zürriyetlerinin bellerinden alınması, kadının ve erkeğin büluğa erdikleri ilk anı ifade eden mecazi bir kullanımdır.

[2*] Büluğa erilen ilk andan itibaren sorumluluklar başlar. Yeni doğan çocukta bir bilgi olmaz (Nahl 16/78). Ama o, doğumdan itibaren kendini ve çevresini izlemeye ve belli bir aşamaya gelince sorular sormaya başlar. Çünkü ana rahminde vücut yapısının tamamlanmasından sonra üflenen ruh sayesinde insan, bilgi öğrenme ve öğrendiği bilgiyi değerlendirerek yeni bilgilere ulaşma kabiliyetine kavuşur (Müminûn 23/14, Secde 32/7-9). Sonunda Allah’ın tek Rab yani kendinin ve tüm varlıkların sahibi ve yöneticisi olduğunu kesin olarak anlar. Allah, içsel olarak onlara: ‘elestu bi Rabbikum : ben sizin Rabbiniz değil miyim’ diye sorar, onlar da içten tam bir kararlılıkla  “belâ : elbette Rabbimizsin!” derler. Kur’an’da her şeyin örneği vardır (İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27). Bunun örneği de İbrahim aleyhisselamdır. Onun ailesi ve toplumu ile yaptığı mücadele, gözlemlerini tamamlayıp kesin kanaate varmasından  sonra, delikanlılığının ilk günlerinde, henüz nebi olmamışken başladı (En’am 6/ 74-81, Enbiya 21/51-70). Onunla bu konuda tartışan halkına: "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onların da ulaşmış olduğunu gösterir (En’am 6/80). Yoksa onlar, “Allah da kim?” diye sorarlardı.

(A'raf 7/173)
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
Ya da şöyle derdiniz: “Daha önce atalarımız ortak koşmuştu. Biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onlara uyduk).[*] Şimdi bâtıla dalanların yaptıkları yüzünden bizi de mi helak edeceksin?”

[*] Nitekim Allah’a ortak koşanlar dünyada hep bu sözü söylemişlerdir (Zuhruf 43/23).


(A'raf 7/174)
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ayetleri işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz,[*] belki (yanlışlarından) dönerler.

[*] En’am 6/55.


(A'raf 7/175)
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini onlara anlat: O kişi, ayetlerimizden sıyrılıp uzaklaşınca şeytan onu peşine taktı,[*] böylece yanlış kurgulara dalıp yoldan çıkanlardan oldu.

[*] Âl-i İmran 3/86-90, 106, Zuhruf 43/36-37.

 

(A'raf 7/176)
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Tercihi biz yapsaydık onu ayetlerimizle yüceltirdik. Ama o, dünyalığa kapılıp arzularına uydu.[1*] Onun durumu köpeğin durumu gibidir. Üzerine gitsen de dilini çıkarıp solur,[2*] kendi haline bıraksan da dilini çıkarıp solur. İşte ayetlerimiz karşısında yalana sarılan toplulukların örneği budur. Bu kıssayı tam olarak anlat, belki düşünürler.

[1*] ٍİsra 17/18-21.

[2*] Köpek, vücut ısısını dengelemek için dilini çıkarıp solur. Dinden dönenin durumu da köpek gibidir. Nasıl ki köpek, üzerine varılsa da kendi haline bırakılsa da rahatlamak için dilini çıkarıyorsa, dinden dönen kişi de ister kendi haline bırakılsın ister üzerine gidilsin vicdanının verdiği huzursuzluktan kurtulmak için ayetler hakkında yalan söyler durur (Büruc 85/19). 

 


(A'raf 7/177)
سَٓاءَ مَثَلًاۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan topluluk ne kötü bir örnektir![*] Onlar yanlışı kendilerine yaparlar.

[*] En’am 6/39.


(A'raf 7/178)
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Allah’ın, doğru yolda olduğunu onayladığı kişi hidayete ermiş olur. Doğru yoldan saptığını onayladığı kişiler ise kaybedenlerdir.[*]

[*] İsra 17/97, Kehf 18/17, Zümer 39/23, 37.


(A'raf 7/179)
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Cinlerin ve insanların çoğunu (sanki) cehennemlik olsunlar diye yetiştirdik.[1*] Onların kalpleri vardır ama onunla (gerçeği) kavramazlar; gözleri vardır ama onlarla ilerisini görmezler,[2*] kulakları vardır ama onlarla dinlemezler.[3*] Onlar en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve)[4*] gibidirler. Hatta daha aşağı seviyededirler.[5*] (Ayetlere) ilgisiz kalanlar[6*] işte bunlardır.

[1*]  Allah Teala cinleri ve insanları kendisine kulluk etsinler diye yarattığını söylediği halde (Zariyat 51/56) tefsir ve meallerin çoğunda bu ayete, “İnsanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yarattık.” şeklinde anlam verilir. Zariyat 56’da haleka (خلق) fiili kullanıldığı halde bu ayette zerae (ذرأ) fiili kullanılmıştır. Zerae, yetiştirme anlamındadır (En’âm 6/136, Mü’minûn 23/79, Nuh 71/17).

[2*] “İlerisini görmek” diye tercüme ettiğimiz kelime “basiret”tir. Küçük ve büyük baş hayvanların da gözleri vardır ama basiretleri yoktur. 

[3*] Sem’ /dinleme, basar /basiret ve kalp /gönül kabiliyetleri, insana ruhun üflenmesiyle birlikte oluşan üç kabiliyettir (Secde 32/9). Ayette bu kabiliyetlerin cinlerde de olduğunun bildirilmesi onlara da ruh üflendiğinin delilidir. Ruh, bilgisayarın işletim sistemine benzer. O sistem bilgisayara, yapımı tamamlandıktan sonra yüklenir. Ruh da vücuda, yapısının tamamlanmasından sonra yüklenir ve kişinin ikinci vücudu gibi olur. Kişi, o andan itibaren diğer canlılardan farklı hale gelir (Müminûn 23/12-14). Kalp, kişinin gönlü, ana kumanda merkezidir. Vücut, doğru bilgilere uyulmasını ister. Gönül ise menfaatleriyle doğrular arasında git-geller yaşar. Kararını menfaatlerine göre verirse kendini bazı doğrulara kapatır ve onları yok sayar. Bu da kişiyi, nankör ve kâfir yapar. Kâfir, Allah’ın ayetlerini görür, doğru olduklarına inanır ama menfaatlerine ters düştüğü için görmezden gelir. Bu sebeple kafirlik, bilinçli bir eylemdir (Âl-i İmran 3/106, Tevbe 9/66, Nahl 16/106, Neml 27/14, Ankebut 29/47, Lokman 31/32). Bu eylemi yapanlar, Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetini hak ederler. Tevbe etmezlerse dünyalarını da ahiretlerini de kaybederler (Âl-i İmran 3/86-91). Bazıları da ikili oynar. Kötü bir görünüm vermemek için, doğruları kabul ettiğini söyler. Menfaatlerine ters düşen ayetlerin anlamlarıyla oynayarak kâfirlerden de kötü duruma düşer. Bunlar, insanlara karşı ikiyüzlülük, Allah’a karşı münafıklık edenlerdir (Bakara 2/8-16, 75-79). Bütün bu bilgiler ışığında insan ve cin: “Duyu organlarıyla elde ettiği bilgileri gönlüne göre değerlendirip davranışlarını değiştirebilen canlı” şeklinde tarif edilebilir. Bu özellikler onları, Allah’a karşı sorumlu hale getirmiştir (En’am 6/128-132, Zümer 39/42, Ahkaf 46/18-1929-32, Cin 72/14-15).

[5*] En’am 6/143-144.

[6*] Bakara 2/171Maide 5/60, A'raf 7/163-167, Tin 95/5.

[7*] Gaflet, bir şeyi yanılarak terk etmektir; ancak bazen bile bile terk etme anlamında da kullanılır (Mekayis). Bu ayette bahsedilen kimselerin en’âmdan aşağı olduklarının söylenebilmesi için yaratılan ve indirilen ayetleri anlayabilecek meziyetlere sahip oldukları halde onları bir kenara bırakmış olmaları gerekir. Bu nedenle gafil kelimesine “ayetlere ilgisiz kalan” anlamı verilmiştir. 

(A'raf 7/180)
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
En güzel isimler /özellikler[1*] Allah’a aittir; öyleyse O’na, onlarla dua edin.[2*] Allah’ın isimleri /özellikleri hakkında saptırma yapanları da bırakın. Onlara yaptıklarının cezası verilecektir.

[1*] “Özellik” diye meal verdiğimiz kelime “isim”dir. Çünkü Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). (Bakara 2/31).

[2*] İsra 17/110-111Tâhâ 20/8, Haşr 59/22-24.


(A'raf 7/181)
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟
Yarattıklarımız içinde doğruları gösteren ve onunla adaleti sağlayan bir toplum daima vardır.[*]

[*] A’raf 7/159.


(A'raf 7/182)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanları ise bilemeyecekleri yerden adım adım kötü sona yaklaştıracağız.[*]

[*] Kalem 68/44.

 

(A'raf 7/183)
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
Onlara süre tanırım. Benim kurduğum oyun sağlamdır.[*]

[*] Kalem 68/45.

 

(A'raf 7/184)
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Arkadaşlarında (Muhammed’de) cinlerin etkisi olmadığını hiç düşünmediler mi?[1*] O sadece açık bir uyarıcıdır.[2*]

[1*] Her nebiye, cinlerin etkisinde kaldığı, aklını kaybettiği şeklinde suçlamalar yöneltilmiştir (Hud 11/87, Hicr 15/6, Şuara 26/27). Muhammed aleyhisselama da yöneltilen bu suçlamalar ayetlerle çürütülmüştür (Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Tur 52/29, Kalem 68/2, Tekvir 81/22). Nebiler vahiy alırken yanlarına şeytanların yaklaştırılmadığı ve meleklerle korundukları (Cin 72/26-28),  bunun dışında şeytanların onlara vesvese vermeye çalıştıkları ama Allah’ın o vesveseyi giderdiği bildirilmektedir (Hac 22/52).

[2*] Hac 22/49, Mülk 67/26.


(A'raf 7/185)
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Göklerin ve yerin yönetimi, Allah’ın yarattığı herhangi bir şey ve bir de ecellerinin yaklaşmış olabileceği[1*] hakkında hiç kafa yormadılar mı? Bundan sonra onlar hangi söze inanıp güvenecekler![2*]

[1*] Enbiya 21/1.

[2*] Casiye 45/6, Mürselat 77/50.

 

(A'raf 7/186)
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Allah’ın yoldan saptığını onayladığı kişileri yola getirecek kimse yoktur.[1*] O, onları taşkınlıkları içinde bocalar halde bırakır.[2*]

[1*] Onlar yola gelmeden Allah onları yola gelmiş saymaz (A’raf 7/178, Kasas 28/56).

[2*] En’am 6/110.

 

(A'raf 7/187)
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Sana o saati /yeniden diriliş saatini soruyorlar, ne zaman gelip kalıcı olacak diye? De ki: “Onun bilgisi sadece Rabbimin katındadır. Vakti gelince O’ndan başkası onu ortaya çıkaramaz. Göklerde ve yerde etkisi ağır olacaktır.[1*] Size gelişi ansızın olur.”[2*] Sanki sorup öğrenmişsin gibi, sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır.[3*] Ama insanların çoğu bunu bilmez.”[4*]

[1*] O gün gökler ve yer ilk hallerine dönmüş olacak (İbrahim 14/48, Enbiya 21/104, Nebe 78/28-30, İnfitar 82/1-3).

[2*] Nahl 16/77, Kamer 54/50.  

[3*] Lokman 31/34, Ahzab 33/63, Fussilet 41/47, Şura 42/17, Zuhruf 43/85, Naziat 79/42-44.

[4*] Bazıları kıyamet alametlerini beklerler, halbuki onun bütün alametleri ortaya çıkmıştır (Muhammed 47/18). 

 
 

(A'raf 7/188)
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
De ki: “Allah’ın onayladıkları dışında kendime herhangi bir fayda sağlamaya da zarar vermeye de gücüm yetmez.[1*] Eğer gaybı /algılanamayanı bilseydim[2*] iyi şeylerden çokça elde ederdim. De ki: “Allah’ın onayladıkları dışında kendime herhangi bir fayda sağlamaya da zarar vermeye de gücüm yetmez. Eğer gaybı /algılanamayanı bilseydim iyi şeylerden çokça elde ederdim. Bana kötülük de dokunmazdı. Ben, inanıp güvenen bir topluluk için sadece bir uyarıcı ve müjdeciyim.”[3*]

[1*] Yunus 10/49, Cin 72/21.

[2*] En’am 6/50.

[3*] Ahkaf 46/9.

 

(A'raf 7/189)
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَف۪يفًا فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
O, sizi nefsi vahideden /tek bir özden[1*] yaratan ve onunla huzur bulsun diye eşini[2*] de ondan /o özden oluşturandır.[3*] Erkek onu sarınca eşi hafif bir yük yüklenir ve onunla dolaşır. Yükü ağırlaşınca da Rableri olan Allah’a şöyle yalvarırlar: “Bize iyi bir evlat verirsen kesinlikle şükreden /görevlerini yerine getirenlerden olacağız.”

[1*] Allah, insanlığın atası olan Adem ve eşini nefsi vahideden /tek bir özden yaratmıştır (En’âm 6/98, Nisa 4/1, Zümer 39/6). İnsanın ahirette yeniden yaratılışı da ilk yaratılış gibi olacaktır (A’raf 7/29, Lokman 31/28). Tek bir özden yaratılan ilk insanın nutfesi, çamurdan süzülerek oluşturulan çoklu bir karışımdır (Mü'minûn 23/12, İnsan 76/2) Bu nutfe, insan soyunda meni ile ölçülendirilen mai mehinden süzülen bir nufte yani anne ile babadan gelen üreme hücrelerinin (mai mehin /yumurta ve mai dafık /sperm) birleşmesiyle oluşan döllenmiş yumurtadır (Mü’ninûn 23/13, Secde 32/7-8, Necm 53/46, Kıyamet 75/37, Mürselat 77/20-21). Adem ile Havva’nın nutfesi ile onların soyunun nutfesi içerik olarak aynı olmakla birlikte oluşumları farklıdır. 

[2*] Eş anlamına gelen zevc kelimesi Kur’an’da hem erkek hem de kadın için kullanılır. Zevc kelimesinin dişili olan zevce fasih arapçada yoktur. (Nahl 16/72, Rum 30/21, Şûrâ 42/11). İkisi de nefs-i vahideden yani tek bir özden yaratılmıştır. (Nisa 4/1, İnsan 76/1-2).

[3*] Ayette geçen nefs-i vahide bir sıfat tamlamasıdır. Nefs kelimesi lafzen müennes olduğu için sıfatı olan vahide kelimesi de müennes gelmiştir. Adem’in eşinin de o nefs-i vahideden oluşturulduğunu ifade için müennes olan minha (منها) “ondan” zamiri kullanılmıştır.  Sonra Allah Adem ile Havva’yı birbirine eş yapmış ve insan soyu, onlarla başlamıştır (Bakara 2/35, A’raf 7/19).


(A'raf 7/190)
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Allah onlara iyi bir evlat verince de onun hakkında Allah’a ortaklar uydururlar![*] Allah, onların ortak saydıklarından yücedir.

[*] Evlatlarının iyi olmasını Allah’a değil, ortak koştuklarına bağlamaya başlarlar (Nahl 16/73, Rum 30/33-34, Zümer 39/8).

 

(A'raf 7/191)
اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ
Bunlar, hiçbir şeyi yaratamayan, üstelik kendileri de yaratılmış olan birilerini (Allah’a) ortak mı sayıyorlar?[*]

[*] Nahl 16/20-21, Hac 22/73, Furkan 25/3, Fatır 35/40, Ahkaf 46/4.

 

(A'raf 7/192)
وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
Halbuki onların bunlara yardım etmeye güçleri yetmez; onların kendilerine bile hayrı olmaz.[*]

[*] A’raf 7/197, Enbiya 21/43, Yasin 36/75.


(A'raf 7/193)
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ
O müşrikleri doğru yola çağırsanız size uymazlar; çağırsanız da sessiz kalsanız da sizin için fark etmez (bir sonuç alamazsınız).[*]

[*] A’raf 7/198.

 

(A'raf 7/194)
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
(Ey müşrikler!) Allah ile araya koyup yardıma çağırdıklarınız sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü kimselerseniz haydi onları çağırın da size cevap versinler.[*]

[*] Ra’d 13/14, Fatır 35/13-14, Ahkaf 46/4-6.


(A'raf 7/195)
اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ
Onların ayakları mı var ki onlarla yürüsünler; elleri mi var ki onlarla tutsunlar; gözleri mi var ki onlarla görsünler; kulakları mı var ki onlarla dinlesinler![1*] De ki: “(Allah’a) ortak saydıklarınızı çağırın, sonra bana oyun kurun, hiç göz açtırmayın.[2*]

[1*] A’raf 7/192.

[2*] Zamanında Nuh Aleyhisselam (Yunus 10/71) ve Hud Aleyhisselam da kavimlerine benzer şekilde meydan okumuşlardı (Hud 11/54-57).


(A'raf 7/196)
اِنَّ وَلِيِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ
Benim velim (en yakınım), bu kitabı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder.”[*]

[*] Bakara 2/257, En’am 6/127, Yusuf 12/101, Casiye 45/19, Muhammed 47/11.

 

(A'raf 7/197)
وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
(Ey müşrikler!) Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınızın size yardıma güçleri yetmez. Onların kendilerine bile hayrı olmaz.[*]

[*] A’raf 7/192.


(A'raf 7/198)
وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
Onları doğru yola çağırsanız duymazlar.[*] Sana baktıklarını görürsün ama onlar görmezler.

[*] A’raf 7/193.


(A'raf 7/199)
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ
Sen af yolunu tut, marufa[1*] uymalarını iste, cahillik edenlerle arana mesafe koy![2*]

[1*] Örf ve ma’ruf, güzelliği akıl ve din yoluyla bilinen şeydir. Zıttı ‘münker’dir (Müfredat). Her toplumda oluşmuş maruflar vardır. Kur’an’a aykırı olmadığı müddetçe, onlara uyulur.

[2*] En’am 6/106, Hicr 15/94.


(A'raf 7/200)
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Şeytandan bir dürtü seni dürterse hemen Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, daima dinleyen ve bilendir.[*]

[*] Mü'minun 23/97-98, Fussilet 41/36.


(A'raf 7/201)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ
Yanlışlardan sakınanlara, (çevrelerinde) dolaşan şeytanlar dokununca/ bir vesvese verince,[1*] onlar akıllarında tutmaları gereken doğru bilgileri (ayetleri) hatırlar ve hemen gerçeği görürler.[2*]

[1*] Şeytan, insandan da cinden de olur (En'am 6/112, Nas 114/1-6). Şeytanın kişiye dokunması, insana vesvese vermesidir. 

[2*] Allah yanlışlardan sakınma gayretinde olan mümin kullarına doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği vereceğini müjdelemiştir (Enfal 8/29).


(A'raf 7/202)
وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ
Şeytanlarla kardeş olanlara gelince; içinde oldukları yanlış kurgular konusunda şeytanlar onları destekler, sonra da yakalarını bırakmazlar.[*]

[*] Meryem 19/83, Şuara 26/221-223, Zuhruf 43/36-39.

 

(A'raf 7/203)
وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّمَٓا اَتَّبِعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Onlara bir ayet getirmediğin zaman “kendin oluştursaydın ya!” derler.[1*] De ki: “Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyarım.[2*] Bunlar, Rabbinizden gelen göstergelerdir. İnanıp güvenen bir topluluk için ise bir rehber ve bir ikramdır.”[3*]

[1*] Nahl 16/103

[2*] En'am 6/50, Yunus 10/15, Ahkaf 46/9.

[3*] En'am 6/104, Neml 27/77, Casiye 45/20.


(A'raf 7/204)
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Kur’ân okunduğu zaman ona kulak verin ve susun[*] ki iyilik ve ikram göresiniz.

[*] Namaz Allah'ı zikir için kılınır (Tâhâ 20/14). Kur’an’ın bir ismi de zikirdir (Hicr 15/9). Bu yüzden namazda Kur’an okunur. Cemaatle kılınan namazda imamın Kur’an’ı sesli okuduğu rekatlarda, onu duyan cemaatin Kur’an’ı dinlemesi gerekir. İmam sessiz okuyor veya sesli okuduğu halde sesi duyulmuyorsa, imama uyan kişi, Fatiha ve zamm-ı sureyi kendi duyacağı bir sesle okur.


(A'raf 7/205)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
Öğle öncesi ve sonrası,[1*] içten içe yalvararak, korku içinde, yüksek olmayan bir sesle Rabbini zikret.[2*] Sakın (ayetlere) ilgisiz kalanlardan olma!"

[1*] “Öğle öncesi ve sonrası” diye tercüme edilen “el-ğuduvv (الْغُدُوِّ)” ve “el-âsâl (الْآَصَالِ)” kelimeleri, güneş ışıkları ile oluşan gölgelerin uzayıp kısaldığı gündüz vakitleridir (Ra’d 13/15, Furkan 25/45-46). “El-ğuduvv (الْغُدُوِّ)” güneşin doğuşundan öğle namazına kadar olan vakit anlamında olduğundan (Lisan’ul-arab) “el-âsâl (الْآَصَالِ)” da öğlenden akşam namazına kadar devam eden vakit olur. Ayrıca “el-âsâl” kelimesinin tekili olan “asîl (أَصِيلً)” Kur’an’da “bükraten (بُكْرَةً)” kelimesinin zıddı olarak geçer (Furkân 25/5, Ahzâb 33/42, Fetih 48/9, İnsân 76/25). “Bükraten (بُكْرَةً)” kelimesi de “el-ğuduvv (الْغُدُوِّ) gibi güneş ışıklarının yayılmaya başlamasından öğlene kadar olan vakti ifade eder. Âyet, bu vakitlerde yüksek olmayan bir sesle Rabbimizi zikretmemizi emrediyor. Namaz, Allah'ı zikir için kılındığından (Nisa 4/103, Taha 20/14, Ankebut 29/45) ister farz isterse nafile olsun, gündüz kılınan namazlarda kıraatin yüksek sesle olmaması gerekir. Ancak gündüzün kılınan Cuma ve bayram namazları bunların dışındadır. Çünkü cuma namazı için ezan okunduğunda Allah’ın zikrine koşmamız emredilmektedir. Allah’ın zikri, Kur’an’a uygun olarak okunan hutbeyi içerdiği gibi namazda okunan ayetleri de içerir. Bu sebeple koşma emri, namazdaki ayetlerin yüksek sesle okunmasını gerektirir. Bayram namazları için de toplu tekbir emri verilmiştir (Bakara 2/185, Hac 22/37). Toplu tekbir ancak sesli olarak yapılabilir. Tekbirin sesli olması namazda okunan ayetlerin de sesli okunmasını gerektirir. Bu ayet aynı zamanda, gecenin başından sonuna kadar kılınan namazlarda sesin yükseltilebileceğinin de delilidir. 

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan ayetler ve indirilen ayetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28) Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/286).


(A'raf 7/206)
اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
Rabbinin yanında olanlar kibirlenip de ona kulluktan geri durmazlar. Ona boyun eğer, secde ederler.[*]

[*] Nisa 4/172-173, Nahl 16/49, Enbiya 21/19-20, Fussilet 41/37-38.