Bakara Suresi 2. Ayetin Tefsiri

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ

"Kitap budur; içinde şüpheye yer yoktur. Müttkiler/Kendini koruyanlar  için rehberdir." (Bakara 2/2)

"la raybe fih"; "(bu), içinde hiç bir şüphe bulunmayan kitaptır".

Kuran-ı Kerim'in "la raybe fih" (içinde şüpheye yer olmayan) bir kitap olması; tüm insanlara yönelik bir özelliğidir. Her insan, yaşadığı çevrenin öğrencisi olup, dini veya eğitim seviyesi ne olursa olsun; kendi fıtratından, sosyal çevresi ile olan ilişkilerinden ve gözlem ve akıl yürütme yoluyla tabiattaki varlıklardan, belli bir süreç içerisinde, evrensel doğru bilgiler edinmektedir. İnsanın çevresi ve tabiattan elde ederek, zihnine yerleştirip kullanıma hazır tuttuğu bu kesin doğru bilgilere "zikir" (evrensel doğrular) denir.

Kişi, bir durum ya da olayla karşılaştığında, örneğin; bir dine çağırıldığında, zihnindeki doğru bilgileri harekete geçirerek değerlendirme yapar; davet edildiği şey ile bildiği evrensel doğrular "tam bir uyum" içerisinde ise çağrıya olumlu yanıt verebilir.

İnsan ve tabiatın yaratıcısı olan Allah'ın gönderdiği Kuran da "evrensel doğru bilgilerden(zikir)" oluşup, zihindeki doğru bilgilerle tam bir mutabakat olduğundan herkes, asla şüphe etmeden bu kitabın Allah'ın kitabı olduğunu kesin olarak bilir.

Bu nedenle peygamberlerin görevi; "tezkir", kişileri, zihinlerinde bulunan evrensel doğruları çalıştırmaya çağırmak, insanların görevi ise "tezekkür", zihinlerindeki doğru bilgileri harekete geçirmektir.

Kuran bu yapıda bir kitap iken Müslümanlar; dini konuların nihai tahlilde gaybe iman olduğunu; bu alanda sorgulamanın olmayacağını savunmaktadırlar ki bu genel kabul asla doğru değildir. İşte bu nokta çok önemli olup, dinin tüm dini bilgilerin sorgulanıp anlaşılabilmesi imkan dahilinde olduğu için İslam, hristiyanlık gibi fideist bir din değildir.

"Zihnindeki doğru bilgileri çalıştıran her insan, şüphe duymaksızın Kuran'ın Allah'ın kitabı olduğunu, anlayabiliyorsa, bunca kişi, neden Kuran'da böyle bir özellik göremiyor?" şeklinde bir soru sorulabilir. Bu soruya kısaca cevap verelim; Kuran'ın insanda güçlü bir etki oluşturabilmesi için "doğru bir şekilde" anlaşılması gerekir. Elimizdeki meallerde ise "doğru mana" konusunda ciddi hatalar bulunduğundan, Kuran'ı okuyan muhatap, Allah'ın anlattığı anlamı bulamadığı için, Kuran'ı insan fıtratı ve evrensel doğrularla çelişen ve tutarsızlıklar içeren bir kitap olarak görebiliyor. Örneğin; Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları'na ait, Prof. Hayrettin Karaman ve diğer hocaların yaptığı, Kuran'ı Kerim ve Açıklamalı Meal adlı çalışmada, İbrahim Suresi 4.ayete şu mana verilmektedir. "Allah'ın emirlerini onlara iyice açıklasın diye, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir. (14/4)" (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Kur'an'ı Kerim Meali 12. Baskı 2011- 06- Y- 0003- 542 ISBN: 978- 975- 19- 3243- 3 Sertifika No: 12930)

Bu ayeti dikkatle okuyan bir kişinin: "Allah dilediğini saptırıp, dilediğini doğru yola iletiyorsa, neden peygamber gönderiyor?" "Ayrıca, bu peygamberi kendi kavminin diliyle göndermesinin ne anlamı kalıyor?", "Böyle bir adaletsizliği yapan, nasıl hikmet sahibi biri olabilir?" şeklinde sorular sorması haklı olarak kaçınılmazdır.

Ayetlere doğru manalar verebilmek ise, Allah'ın kitabı konusunda ciddi bir "zihniyet değişikliği" ve "doğru yöntem" kullanmaya dayalı oldukça zahmetli ve ekip çalışması gerektiren uzun bir iştir. Eserimizde, yeri geldikçe bu meseleyi ele alacağımız için burada burada kısaca temas etmekle yetiniyoruz. "Kitabı doğru anlamak" dinin "yegane kaynağı""Kuran'ı açıklama yetkisinin sadece Allah'a ait olduğunu" kabul etmeye dayanır. Alimlerin görevleri ise, tefsir ve yorum adı altında dine yeni hükümler ilave etmek değil, ayetler arası ilişkiyi(mesani) kurarak, ayet kümelerini(Kuran) tespit etmek, buradan elde ettiği bilgilerin doğruluğunu Kuran-Sünnet bütünlüğünü oluşturarak test etmek, böylece Kuran'da Allah'ın yapmış olduğu açıklamayı kavramaktır.

Tüm bu süreçler işletilip, ayetlere doğru mana verildiğinde, kişi; "dünyayı tercih etmek" ya da "Allah'a teslim olmak" gibi önemli bir tercih ile baş başa kalmaktadır. Burası, asıl imtihanın yaşandığı yer olup, "bilmek" ve "yapmak" bambaşka şeyler olduğu için, genellikle insanlar Allah'ın ayetlerini bilip kavradıktan sonra görmezden gelmeyi seçerler.

"Hüden lil muttakin"; "çekinenler için rehberdir" (Bakara 2/2)

"Onlar, dürüst kimselerdir; Kur’ân’ın gösterdiği yolu onlar görebilirler. Allah Teâlâ şöyle demiştir:  “Azgınlardan uzak duranlar; onlara kulluk etmeyip Allah’a yönelenler müjde ile karşılanırlar. Sen o kullarıma müjdeyi ver; sözü dinleyip en güzeline uyanlara... Allah, işte onları doğru yolda sayar. Onlar, dik duruşlu kimselerdir.” (Zümer 39/17-18)

“Sahibimiz Allah’tır” deyip doğru davrananlarda ne korku olur, ne de üzüntü çekerler. İşte Cennet halkı onlardır; yaptıkları işlere karşılık olarak orada ölümsüzleşeceklerdir". (Ahkaf 46/13-14)

"Muttakin" kelimesine; "korunanlar" manasının verilmesi güzeldir. Ancak bize göre; hem "korkmak" hem de "korunmak" manasını içerdiği için, "çekinenler" şeklindeki mana da güzel bir karşılıktır.

Kuran; herkes için "içinde şüphe olmayan" bir kitaptır ama çekinenler için rehberdir. Yani, onu okuyan herkes, Allah'ın kitabı olduğunu kesinlikle anlar ama o, hayat tarzını değiştirip, Allah'a teslim olmayı göze alanlar için edenler için yol göstericidir.