Bakara Suresi 27. Ayetin Tefsiri

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

"Fâsıklar, Allah’a verdikleri sözün kesinleş- mesinden sonra Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayırarak ve tabii düzeni bozarak sözlerinden cayanlardır. Zarar edenler işte onlardır." (Bakara 2/27)

Elestubirrabbikum Olayı:

Geleneksel din anlayışında oluşmuş bir tasavvurda "ruhlar alemi/galubelada" insanın Allah'a söz vermiş olmasıdır. Oysa Cenab-ı Hak insanı hatırlamadığı şeylerden sorumlu tutmaz ve böyle bir olayı da kimse hatırlamamaktadır. Her insanın Allah-u Tealaya bir söz verdiği ayetlerle kesinleşmiş bir doğrudur. Fakat bu olay hatırlanmayan ve bilinmeyen bir zamanda değil her insanın buluğ çağında olan bir olaydır. Halk arasında “bezm-i elest’te alınan misak” veya “elestu birabbikum” denen bu olay, insanın, açık ve net olarak, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesi olayıdır. Ayet bu işlemin, Ademoğullarının “sırtlarından nesillerinin alınması” sırasında kesinleştiğini bildirmektedir.

Dünyaya bir şey bilmeden geldiğimize göre Allah’a ne zaman söz verdiğimizi bilmek gerekir. Şu ayetler, konunun önemini artırmaktadır: “Kendilerine o açık âyetler geldikten sonra ilgisiz davranan ve ihtilaf çıkaranlar gibi olmayın. Böylelerinin payına düşen büyük bir azaptır. O gün bazı yüzler ak olur, bazı yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın o azabı!” (Al-i İmran 6/105-106) Kâfir sözlükte “örten” anlamına geldiği için âyet kâfirin, kendinde olan imanı örttüğünü, bu yüzden cezayı hak ettiğini gösterir. Demek ki her insan, kendi imkânları ölçüsünde doğru bir imana sahip olduğu halde bazıları yoldan çıkmaktadır. Bu imanın ne zaman kazanıldığını ve insanların Allah’a ne zaman söz verdiğini şu âyetlerden öğreniyoruz: “Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin; biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz. Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız; belki dönerler.” (A’raf 7/172-174)

İnsan, henüz çocuk yaşta iken yaptığı gözlemlerle, varlıkların bir sahibinin ve bir yaratıcısının olduğunu anlar ve o konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda kendisinin ve her şeyin sahibinin Allah olduğunu kavrar. Yaptığı gözlemlerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “Evet, Rabbimsin, ben buna şahitlik ediyorum” der. Neslin sırttan alınması, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi onunla erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir. Sözün bu sırada alınması, kişinin o yaşa geldiğinde kesin bir karara varması demektir. Gözlemler ölünceye kadar devam ettiği için benzer durumlar sıklıkla tekrarlanır. Bu sebeple her insan, Allah’ın var ve bir olduğunu, her şeyi onun yarattığını ve bir eşinin olmadığını iyice kavrar.

Kendine ortak koşulan varlık daima Allah’tır. Allah’ın var ve bir olduğunu bilen insan, Allah’a ortak saydığı varlık için haklı bir gerekçe bulamayacağından ahirette şu sözü söyleyemeyecektir: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı; biz onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin.” (A’raf 7/173) Erginlik çağı önemlidir. Sorumluluk bu çağda başlar. Babalar veya çevredekiler aksini söylese de erginlik çağına giren insan, Allah’ın varlığına, birliğine, onun kendisinin ve tüm varlıkların sahibi olduğuna kesinkes şahit olur. Kimi bunu açığa vurur. Kimi de önemli olaylar karşısında ortaya çıkarır. Birçokları bu inancın kendine yeteceğini sanır. Bu bir şeytan aldatmasıdır. Allah Teâlâ şöyle uyarır: “O aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah ile aldatmasın.” (Lokman 31/33)

Asıl konu, Allah’ın kişinin hayatında kaçıncı sırada yer aldığıdır. Müşrikler, Allah’ı ikinci sıraya koyanlardır. Onlar Allah’ı işlerine karıştırmak istemedikleri için ya kendilerini ya da başkalarını tanrılaştırır, onları Allah’a benzer konuma getirirler. Ama hepsi de bilir ki, Allah’ın bir benzeri olamaz. Böylece onlar;“...Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra caymış, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesmiş olurlar.” Madem insan her şeyini Allah’a borçludur, öyleyse onun isteklerini ilk sıraya almalıdır. Birleştirilmesi emredilen budur. O, ikinci sıraya konursa Allah ile araya giren her şey onunla ilişkiyi keser ve kişiyi müşrik yapar. Günümüz meal-tefsirlerde "Allah'ın birleştirilmesini emrettiği bağ" olarak "akrabalık bağı" anlatılmaktadır. Bu ise büyük bir yanılgıdır. Çünkü Bakara 27.ayette Allah'ın birleştirilmesini emrettiği bağı kesenlerin kafirler olduğu açıktır. Örneğin Hz. Yusuf'un akrabalık ilişkileri ağır zedelenmiştir ama kardeşleri kafir olmamışlardır. Bahsi geçen bağ insanın en yakınıyla olan birinci bağdır. Bu ise Allah ile olan bağdır. Nitekim insana anne ve babasından, kardeşlerinden ya da çok sevdiklerinden yakın olan Allah'tır. Allah ile bağı koparan ve O'nu ikinci plana atan kişi müşrik olmuş demektir. Müşriklik ise en büyük zulüm ve bu hal üzere ölenler için ebedi olarak cehennemde kalış demektir. Bu durum da bir insanın tamamen ümitlerinin bittiği en büyük zarardır.