Bakara Suresi 102. Ayetin Tefsiri

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

"Tuttular, Süleyman’ın iktidarı aleyhine şeytanların okudukları şeye uyular. Süleyman kafir olmadı ama insanlara o büyülü sözleri  öğreten şeytanlar kafir oldular. Bunlar (bu Yahudiler) Bâbil'de o iki melik’in (kralın) , Harut ile Marût’un başına gelenlerin de peşine düştüler. Hâlbuki onlar; "Biz, sakın bunu göz ardı etme! (kimseyi yakma)" demeden birine bir şey öğretmezlerdi. Bu ikisinden, kişi ile eşinin arasını ayıracak şeyleri öğrenirlerdi ama Allah’ın onayı olmadan kimseye zarar veremezlerdi. Bunlar (şimdiki Yahudiler) ise işlerine yaramayan, sadece zararı olan şeyi öğreniyorlar . İyi biliyorlar ki, bunu tercih edenin ahirette eline bir şey geçmez. Kendilerini ne kötü satıyorlar! Keşke bilseler!"(Bakara 2/102)

KİMİ YAHUDİLERİN SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂMA KÂFİR DEMELERİ

ABDULAZİZ BAYINDIR

Yahudiler çarpıtma yaparak insanları istedikleri tarafa yönlendirmeyi iyi bilirler. Yahya aleyhisselâmı öldürmüşler,[1] İsa aleyhisselâmı astırmak istemişler, Nebîmize de suikast düzenlemişlerdir.[2] Şimdi de Kur'ân’ı tarihe gömerek onun nebîliğini öldürmeye çalışıyorlar.

Süleyman aleyhisselamın vefatından sonra onun iktidarını ele geçirmek isteyen kimi Yahudiler, Tevrat’a (1 Krallar 11.31-33) şu sözleri yerleştirilmişlerdir:

“Ve Yeroboama dedi: Kendine on parça al, çünkü İsrail'in Allah'ı Rab şöyle diyor: İşte, ben Süleyman'ın elinden krallığı çekip alacağım ve on sıptı sana vereceğim… çünkü beni bıraktılar ve Saydalıların ilahesi Astartiye, Moab ilahı Kemoşa ve Ammon oğullarının ilahı Milkom'a tapındılar...”

Bu ifadeleri Tevrat'a sonradan yerleştirmelerinin sebebi, Süleyman’dan sonra tahta geçen oğlu Rehavam’ın elinden krallığı almaktı. (BKz. 1 Krallar 11. 43)

Süleyman kâfir değildi ama iktidar uğruna bu sözleri o kitaba yerleştiren şeytan tipli insanlar kâfir olmuşlardı. Nebîmiz zamanındaki kimi Yahudiler de Kur'ân’ı dışlamak için o sözlere uydular. Süleyman’a nebî ve “o ne güzel kuldu! Çok saygılıydı.” (Sad 38/30) dyen Kur'ân’ın Tevrat’ı tasdik etmediğini göstermeye çalıştılar. İlgili ayet şöyledir:

“Allah katından, yanlarında olanı tasdik eden bir elçi gelince, Kitap verilenlerden bir kısmı Allah’ın bu Kitabını, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi kulak ardı ettiler. Tutup şeytanların, Süleyman’ın iktidarına[3] karşı okudukları şeylere uydular. Süleyman kâfir olmamıştı ama insanlara o sihri öğreten şeytanlar kâfir olmuşlardı.” (Bakara 2/101-102)

Allah Teâlâ, Tevrat’a yerleştirilen bu sözlere sihir demiştir. Çünkü sihir, bir şeyi olduğundan farklı göstererek yapılan en etkili ıvec ve algı yönetimi biçimidir. İşin iç yüzünü bilmeyen bir Yahudi, Kur'ân’ın Tevrat’ı tasdik etmediğini söyleyerek Kur'ân’a inanmayacaktır.

Yahudiler bununla yetinmemiş, bu konuda Hârût ve Mârût’un başına gelenleri de kullanmışlardı.

Babil’de İki Şehzade/Hârût ve Mârût

Bazı Yahudiler Kur'ân’a karşı, Babil’deki iki şehzadeye, Hârût ile Mârût’a oynanan iktidar oyunları sırasında söylenen büyülü sözlerle de bir ıvec, bir algı yönetimi yaptılar. İlgili ayet şöyledir:

“Onlar (o Yahudiler) Bâbil'deki o iki melik’e (şehzadeye), Hârût ile Mârût’a olanların[4] peşine de takıldılar. Hâlbuki onlar; "Biz fitneye[5](oyuna) getirildik, bunu göz ardı etme" demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi. Ama onlar bu ikisinden, kişi ile eşinin arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı; Allah’ın izni olmadan da kimseye zarar veremezlerdi.

Bunlar (Bu Yahudiler de) işlerine yaramayan, sadece zararı olan şeyi öğreniyorlar. İyi bilirler ki, bunu tercih edenin Ahirette eline bir şey geçmez. Kendilerini ne kötü satıyorlar! Keşke bilseler! Eğer inanıp korunsalar, Allah katından elbette iyi bir karşılık alırlar. Keşke bilseler!” (Bakara 2/102-103)

Elimizdeki Mushaflarda Hârût ile Mârût’u anlatan kelime (melekeyn = iki melek) şeklinde okunur. Bunlar melek olamaz. Çünkü Allah Teâlâ meleklerle ilgili olarak şöyle demiştir:

مَا نُنَزِّلُ الْمَلائِكَةَ إِلاَّ بِالحَقِّ

“Melekleri sadece gerçeklerle indiririz…” (Hicr 15/8)

Sihir gerçek değil, insanı farklı algılara yönelterek sömürmeyi amaçlayan bâtıl bir yoldur.

“Sihirbazlar (ellerindeki ipleri ve değnekleri) atınca Musa demişti ki, “Bu yaptığınız tümüyle sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır.  Allah bozguncuların işini yoluna koymaz.”(Yûnus 10/81)

Allah, bâtıl ve fesat saydığı bir iş için melek göndermez. Ayrıca meleklere bir şey de indirilmez; onlar bir görevle inerler.

Kurtûbî tefsirine göre İbn Abbas, ibnEbzî, Dahhak ve el-Hasen (Hasan-i Basrî) kelimeyi “melikeyn= iki melik" şeklinde okumuştur. Melik; sultan, kral, şehzade ve bir yerin yöneticisi gibi anlamlara gelir. Ragıb el-Isfahânî şöyle der:“Yönetimi ve yetkiyi elinde bulundurana melik dendiği gibi görevde olsun olmasın böyle bir gücü olana da melik denir. Birincisi şu ayette olandır:

إن الملوك إذا دخلوا قرية أفسدوها

“Melikler bir ülkeye girdiler mi, oranın düzenini bozarlar…” (Neml 27/34)

İkinci anlamda şu ayette kullanılmıştır:

إذ جعل فيكم أنبياء وجعلكم ملوكا

“Allah içinizden nebîler çıkardı ve sizi melikler yaptı.” (Mâide 5/20)[6]

Biraz düşününce bunların, yönetimden uzaklaştırılmış şehzadeler olduğu anlaşılır. Demek ki, Hârût ile Mârût, iktidar savaşını kaybetmelerine yol açan aldatıcı sözleri, kötüye kullanmamaları şartıyla insanlara anlatıyor ama onlar, bu yöntemle karı ile kocanın arasını açmaya çalışıyorlardı. Eğer iktidarı kaybetmeselerdi, oturup halka bir şey anlatacak vakitleri olmazdı.

Yahudilerin, Hârût ve Mârût’tanöğrendikleri yöntemin ipuçları şu ayettedir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقُولُواْ رَاعِنَا وَقُولُواْ انظُرْنَا وَاسْمَعُوا ْوَلِلكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“Müminler! "râinâ!" demeyin, "unzurnâ!" deyin ve dinleyin. Kâfirlere (kendini doğrulara kapatanlara) acıklı bir azap vardır.” (Bakara 2/104)

رَاعِنَا= râinâ’nın anlamı “bizi güt” veya “bizi gözet”tir. “Bizi güt” diyen, karşı tarafı çoban, kendini koyun yerine koymuş olur ki, bu insana yakışmaz. Başlangıçta bir saygı gibi görünen bu söz, daha sonra bir algı yönetimi için kullanılabilir. Ama “نظُرْنَا=unzurnâ” denirse “bizi gözet” dışında bir anlama çekilemez.

Yahudiler bu yöntemi, Allah’ın sözlerinin anlamını bile bile kaydırarak bir algı yönetimi bir ivecyapmak için Nebîmize karşı kullanmışlardır. Bunu şu ayetten anlarız:

منَ الَّذِينَ هَادُواْ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيًّا بِأَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدِّينِ وَلَوْ أَنَّهُمْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَقْوَمَ وَلَكِن لَّعَنَهُمُ اللّهُ بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً

“Kimi Yahûdilerkelimeleri yerlerinden tahrifedip (anlamlarını kaydırıp) “semi’na ve asayna”, “isma’ gayre musmain” bir de “رَاعـِناَ =râinâ” derler; bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. Eğer bunlar, “semi’nâ ve ata’nâ“, isma’”bir de “unzurnâ” deselerdi elbette daha iyi ve daha doğru olurdu. Ama kâfirlik etmelerinden (doğrulara kendilerini kapamalarından) dolayı Allahonları lanetledi. Artık onların pek az inanır.” (Nisâ 4/46)

Tahrif, harf kökündendir. Harf sözlükte uç, kıyı, sivri ve keskin taraf anlamlarına gelir.[7] Sözü tahrif ise iki tarafa yüklenebilecek anlam taşıyan bir sözü yalnız bir tarafa çekmek[8]ve bir algı yanılması yapmaktır. Ayette bunun üç örneği verilmiştir:

1.     “عَصَيْنَا وَ سَمِعْنَا = semi’nâ ve asaynâ” cümlesininbir anlamı “dinledik ve sıkı sarıldık” diğeri ise “dinledik ve isyan ettik” şeklindedir. Çünkü (asâ =عصى); hem isyan, hem de değneği tutar gibi sıkı tutma anlamına gelir.[9] Böylece bir ivec, bir zihin karışıklığı meydan getirmek istiyorlardı. Eğer “أَطَعْنَاوَسَمِعْنَا= semi’nâ ve ata’nâ” “Dinledik ve boyun eğdik” deselerdi onu tahrif, yani başka anlama çekme imkânı olmayacaktı.

2. “isma’ gayre musmain” cümlesinin bir anlamı, “lütfen dinle, sana söz söylemek haddimize değil ama…” diğeri ise “dinle, söz dinlemez adam”[10] şeklindedir. Eğer sadece “dinle” anlamına gelen, “اسْمَع= isma’” denseydi başka anlama çekilemezdi.

3. “رَاعـِنَا= râinâ” cümlesidir.  Bununla ilgili açıklama yukarıda geçmişti.

Ayette yer alan, “...Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar” cümlesi tahrifiçin kötü niyeti şart koşmaktadır. Yoksa birden fazla anlam içeren bir sözle ilgili yanlış bir tercih veya dili dönmeyen yahut unutan kişinin ayeti yanlış okuması, tahrif kapsamına girmez

وَاتَّبَعُواْ مَا تَتْلُواْ الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَـكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُواْ لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ {102}

Bunlar Süleyman’ın iktidarı konusunda şeytanların uydurduklarına takılıp kaldılar. Süleyman kâfir olmadı; ama o şeytanlar kâfir olmuşlardı. İnsanlara büyüyü ve Bâbil'deki o iki melikin[11]; Harut ile Marut'un başına gelenleri öğretiyorlardı. O melikler: "Bizimkisi sadece bir sınamadır, sakın kâfir olma!" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Bunlar ise kişi ile eşinin arasını açacak şeyi öğrenirlerdi[12]. O şeytanlar, bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi, Allah’ın izni olmuş başka. Onlar kendilerine zararı olan ama faydası olmayan şeyi öğrenirlerdi. İyi bilirlerdi ki, büyüyü satın alanın Ahirette bir payı kalmaz. Kendilerini ne kötü satmışlardı! Keşke bunu bilselerdi!...

 

Kelimelerle Yapılan Sihir

Yaşanmış iki olay

Birinci Olay

Yıllar önce size alacakaranlık kuşağı öyküleri kadar korkunç bir gerçek olay sunmuştuk... Şimdi en az onun kadar etkili bir öykü daha sunuyoruz...

 Doğaüstü  (yaşanmış)  bir olay!... -2-

Sürücünün biri arabasıyla yolda giderken, işaret veren bir yolcuyu arabaya alır. Adam arka tarafa biner.

Şoför, "Eee hemşerim kimsin nereye gidersin? der. Yolcu, "ben Azrailim. canını almaya geldim" der.

Şoför alaycı bir tavırla; "Sen mi Azrailsin" der.. "Yahu senin gibi Azrail olur mu hiç"

Yolcu sakin bir tavırla cevap verir: "Sen daha önce Azrail gördün mü ki tarif ediyorsun? İnanmadın bana öyle mi ?

Şoför: İnanmadım tabii!

Yolcu: O zaman sana bunu ispatlayayım. Bak şu dönemecin ardında, 200 metre ileride biri yolda araç bekliyor... Onu sen kavşaktan sonra göreceksin ama ben buradan görebiliyorum" der...

Gerçekten de adamın dediği gibi şoför kavşağı döner dönmez 200 metre ilerde araç bekleyen bir yolcu görür .. Sürücü onu da almak için aracı durdurur. Yeni yolcu ön tarafa oturur....

Olaylar bundan sonra daha da garip bir boyuta taşınır...

Şoför önce yeni gelene de selam sabah vazifesini yerine getirir ve sorar : Eee sen kimsin hemşehrim, nereye gidersin?

> Abi allah razı olsun. Adım falanca... Sen beni merkezde bir yerde indirirsen işim görülür..

Şoför arkaya döner ve diğer yolcuya, "Eee hadi şimdi kendini bu arkadaşa da bana tanıttığın gibi tanıt" der...

Arkadaki yolcudan ses çıkmaz... Şoför gülerek, "Yahu, şu arkadaki adam bana 'Azrail'im' diyordu. Hem iyilik ediyoz hem de dalga geçiliyoruz" der..

Öndeki arkaya bakar: Abi arkada kimse yok ki!

Şoför hışımla arkaya bakar: Kör müsün be adam, arkada kurulmuş otuyor işte!

Öndeki arkaya bir daha bakar ve "Abi senin kafan iyi mi yoksa benle dalga mı geçiyorsun der?

Arkada konuşmadan oturan adam lafa girer: Gördün mü, öndeki beni ne duyabilir ne de görebilir? Hâlâ inanmadın mı?

Şoförün o anda dizlerinin bağı çözülür, beti benzi atar...

Arkadaki adam pişkin pişkin: Haydi, bırak artık bu dünya ile işin bitti. Arabayı kenara çek, 2 rekat namaz kıl da canını alıp gideyim. Sen de tövbe et, son kez Allah'a yalvar...

Şoför ağlamaklı bir şekilde çaresizce arabayı kenara çeker ve iner...

Arabadaki adamlardan önde olanı direksiyona geçer gaza basar ve şoför dolandırıldığını anlayıncaya kadar karayolunda kaybolmayı başarırlar...

İkinci Olay

Bu olay Kayseri'nin Bünyan ilçesi'nde yasandı. Olay Alfred Hitchcock'un meşhur korku filmlerini bile çok gerilerde bırakacak kadar tüyler ürpertici. Gece bindiğiniz otomobilde direksiyonda kimse yoksa ne yapardınız?

23 Eylül 2004 15:08


Bu olay Kayseri-Bünyan ilçesi sinirlari içerisinde yasanmistir ki, olayın kendi Alfred Hitchcock'un meshur korku filmlerini bile çok gerilerde birakacak kadar tüyler ürpertici.

Kendisi Bünyanlı olmayan, politikayla uğraşmis ve halen Kayseri'de yaşayan işadamı, Bünyan sınırında, Kayseri Malatya kara yolu üzerinde, bir benzin istasyonuna girer. Lokantaya oturur ve orada kalabalık toplulukla birlikte bir ufak rakı içer.

Yürüyüş mesafesindeki Bünyan'a gitmek için, lokantadan çıkar. Ancak dışarısı hem zifiri karanlik hem de korkunç bir kar-tipi fırtınası baslamıştır. Benzin istasyonuna yaklaşık 300 metre mesafedeki, Bünyan'a dönüs yolu kenarına varır. Oradan geçen bir arabaya binip, Bünyan'a ulasma derdindedir.

Fırtına daha da şiddetlenir. Adam bir-kaç adım ötesini bile görememektedir. Gelip-geçen bir araba da yoktur. Nihayet karanlıklar içerisinde, hayalet gibi yavas yavas yaklasan bir arabanin iki farıni fark eder. Arabanin, tam önünde yavaslamasıyla birlikte hemen arka kapıyı açar ve arabaya biner. Kapıyı kapatır, araba yeniden hareket eder. İçeridekilere merhaba demek ister. Ama o da ne?

Araba da kimse olmadığı gibi, direksiyonda da kimse yok. Birden paniğe kapılır. Korkuyla, hemen arabadan atlayıp, oradan kosarak uzaklasmak ister ama hem araba hızlanmış, hem de korku ile dizleri baglanmış, hareket edemez hale gelmiştir. Araba keskin bir viraja dogru yaklaşır. Adam dua etmeye baslar.

Tüm günahlari için tövbe eder. Arabayı durdurması için Allaha yalvarır. Tam bu esnada, pencereden bir el uzanır ve direksiyonu kıvırarak, sert virajdan arabanın dogru yola dönmesini sağlar. Her tehlikeli dönemece yaklaştıkça, Allah'a yalvarış ve yakarışı artar ve her seferinde de bir el dişarıdan uzanıp, direksiyonu çevirir.

Sonunda kendisini biraz toparlar, ayaklarını kımıldatır. "Ya Allah koru beni..." deyip, kapıyı açmasıyla birlikte, kendisini arabadan dişarı fırlatır. Bir kaç takla attıktan sonra, şarampolde kendisine gelir. Defalarca üç Kulfu-bir Elham okuyarak, Bünyan'a yürüyerek ulaşırr ve bir kahvehaneye girer. Üstübaşı ıslak ve şok haldedir.

Kendisini tanıyanlar hemence sobanın başına alırlar. Eline bir çay verirler. Bir müddet sonra kendisine gelip, sesi titreyerek, başına gelen doğa üstü ve korkunç olayı anlatır. Olayı dinleyenler inanmak istemeseler de, anlatan kişinin aklı başında ve toplumsal sorumluluk taşıyan bir pozisyonda olduğunu bildiklerinden, herkeste derin bir sessizlik olusur.

Yaklaşık yarım saat sonra, aynı kahvehaneye Koyunabdal Köyü'nden iki kişi girer. Bir masaya oturur ve iki bardak çay söylerler. Bu arada, gelenlerden birisi, diğerine şunları söyler :

-Hasan Yıldız baksana, şu sobanin başında oturan geri zekalı, bizim araba yolda kalınca, biz arabayı iterken, arabaya binip-inen kişi değil mi?-

HABER7

 


[1]YAHYÂ - Mahmut Aydın, DİA, 2013, cilt: 43.

[2] İbn Hişam, Siret, emru iclâi benî'n-Nadîr, c. II, s. 189, tarih ve yer yok.

[3] M.Ö 931'de Süleyman a.s vefatı ile krallığın kuzeyindeki on İbrani kabilesi Süleyman'ın oğlu Rehoboam'ı kral olarak istemediler. Böylece kuzeyde, Süleyman'ın saltanatını kabul etmeyen yeni bir Yahudi devleti kurdular. Bölünmeden sonraki 60 yıl boyunca bu iki Yahudi krallığı birbirleri ile savaştılar. Kuzeydeki Yahudiler güney krallığını gayri meşru göstermek için Süleyman'ın iktidarı hakkında iftiralar ileri sürdüler. Süleyman'ın ölmeden önce kafir olduğu için, Allah'ın, iktidarı onun soyundan ebediyen aldığını iddia ettiler. Dolayısı ile şeytanların hedefi, ayet-i kerimede de belirtildiği üzere Süleyman'ın iktidarıydı.

[4]Arapçada nüzul kelimesi, bir şeyin meydana gelmesi anlamına da gelir. Bu yüzden insanların başına gelen sıkıntılara nazile denir. (Mekâyîs - Lisan). İki melik ile ilgili olarak kullanılan nüzul وَمَا أُنزِلَ  kelimesin farklı anlam vermemiz bundandır.

[5] Fitnenin kök anlamı bir şeyi ateşle yakmadır. Şehzadeler: "Biz yandık, siz yanmayın" demek istiyorlar.

[6] Müfredat ملك md.

[7].        Mütercim Asım, Kamus Tercümesi (Firuzâbâdî’nin), حرف  mad. Bahriye Matbaası, 1305.

[8]      Müfredât, حرف mad.

[9].        İbn Manzur, Cemalüddin Muhammed b. Mukrim (630-711), Lisanu’l-Arab, عصى md. Beyrut trs.

 [10].       Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili Yeni Mealli Türkçe Tefsir, c. II, s. 1363, İstanbul 1935.

[11] Keşşaf, el-Hasen (Hasen-i Basri olmalı) ayeti melikeyh şeklinde okudu.

[12]- Kötü niyetliler, yapılan uyarıları arzuları doğrultusunda kullanırlar. Üzüm şırası verdiğiniz birine, “Bunu ekşitmeden iç, yoksa şaraba dönüşür” derseniz o, şarap olsun diye özellikle ekşiterek içebilir. Benzer durum Yakup’un yaptığı uyarıda olmuştur. O, “Korkarım kurtlar onu yer de siz farkında olmazsınız" diye uyarınca kötü niyetli oğulları bunu kullanmış ve “Yusuf’u kurt yedi” diyerek babalarına gelmişlerdi. Bunlar da Harut ile Marut’un uyarılarını, kötü arzularına alet etmişlerdir.