ZÜMER

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Zümer 39/1)
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ
Bu kitabın indirilmesi, daima üstün ve kararları doğru olan Allah tarafındandır[*].

[*] Taha 20/4, Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Casiye 45/2, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hakka 69/43.


(Zümer 39/2)
اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۜ
Bu Kitab’ı sana gerçekleri içerir bir şekilde biz indirdik[1*]. Öyleyse sen de dine bir şey katmadan[2*] kulluğu Allah’a yap![3*]

[1*] Al-i İmran 3/3, Nisa 4/105, Maide 5/48, İsra 17/105, Zümer 39/41, Şura 42/17.

[2*] “Bir şey katmadan” meali verdiğimiz ifade “muhlis olarak” anlamındadır. Muhlis, ihlaslı kişi demektir. İhlas; sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmadan kayıtsız şartsız olarak ona içten boyun eğen, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır.

[3*] Ra’d 13/36, Hicr 15/99, Meryem 19/65, Zümer 39/11, 14, 66.


(Zümer 39/3)
اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Bilin ki saf din Allah’ın dinidir[1*]. Allah ile aralarına veliler[2*] koyanlar şöyle derler: “Biz bunlara sırf bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz[3*].” Allah, ihtilafa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir[4*]. Allah, yalancı ve nankör birini yola getirmez[5*].

[1*] Nahl 16/52, Rum 30/30. Allah dinini tamamlamıştır (Maide 5/3); ona bir ekleme veya çıkarma yapılamaz. İçine Allah’tan başkasının söz ve hükümleri katılmış din, Allah’ın dini olamaz. Allah Teâlâ, kendisinden başkasına kulluk edilmemesi için, Kur’an ayetlerini birbirini açıklar şekilde indirmiş (En’am 6/114), bu açıklamalara erişilmesi için usul belirlemiş (Al-i İmran 3/7, A’raf 7/52, Zümer 39/23, Fussilet 41/3) ve bunun dışına çıkılmasını kabul etmemiştir (Hûd 11/1-2).

[2*] Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Buradan hareketle akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından doğan yakınlık da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). Allah ile arasına başka birini koymayan herkes Allah’ın velisi, Allah da onun velisidir (Bakara 2/257, Muhammed 47/11). Ayetler gayet açık olduğu halde tasavvufta bir velayet makamı oluşturulur, o makama veli veya evliya diye nitelenen kişiler yerleştirilerek onlar birer vesile/aracı konumuna getirilir. Böylece Allah ikinci sıraya konur ve tevbe edilmediği takdirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilmiş olur (Bakara 2/257, Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Secde 32/4, Ahkaf 46/4-6).

[3*] Yunus 10/18.

[4*] Hac 22/56, 68-69 Secde 32/25, Casiye 45/17.

[5*] Bakara 2/39, Al-i İmran 3/86, Nahl 16/104.


(Zümer 39/4)
لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ سُبْحَانَهُۜ هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Allah çocuk edinmek isteseydi elbette yarattıkları içinden beğendiğini seçerdi. Bu, ona yakıştırılamaz[1*]. O Allah’tır, tektir, her şeyi emri altına almış olandır[2*].

[1*] Bakara 2/116, Yunus 10/68, Kehf 18/4, Meryem 19/88-93, Enbiya 21/26, Saffat 37/151-152, Zuhruf 43/81-82.

[2*] Ra’d 13/16, Sad 38/65.


(Zümer 39/5)
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
O, gökleri ve yeri o gerçek için (sizleri imtihan için[1*]) yaratmıştır. Geceyi gündüzün üstüne sarar, gündüzü de gecenin üstüne sarar[2*]. Güneş’i ve Ay’ı hizmete koymuştur. Bunların her biri (kendi yörüngesinde[3*]) belli bir süre için akar gider[4*]. Bilin ki o daima üstündür, çok bağışlayıcıdır.

[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Duhan 44/39, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3, Tegabun 64/3).

[2*] Gece ve gündüz, tıpkı Güneş ve Ay gibi yörüngesi olan iki ayrı varlıktır (Yasin 36/40). Uzay, zifiri karanlık olduğu halde dünyayı aydınlatan şey, kendine gelen Güneş ışınlarını duhâya /ısı ve ışığa çeviren gündüzdür (Şems 91/1-4). Gecenin karanlık olma şartı olmadığı için (İsrâ 17/12) kutup bölgesinde, beyaz geceler oluşur. Güneşsiz günlerde bile bu bölgeleri aydınlatan, ufkun altından gelen Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüzdür. Gündüz, Güneş ışığının olmadığı zamanlarda bile kendinde olan zayıf aydınlık ile, dünya için bir gece lambası görevi görür. Bu aydınlığa atmosfer aydınlığı, gök aydınlığı veya gece aydınlığı denir. Bu ayet, gece ve gündüzün, 24 saat boyunca dünyanın çevresini bir küre gibi sardığını bildirmektedir.

[3*] Yasin 36/40.

[4*] Ra'd 13/2, Lokman 31/29, Fatır 35/13.


(Zümer 39/6)
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ
O, sizi (atanız Adem’i) bir tek nefisten (döllenmiş bir yumurtadan) yarattı. Sonra eşini de ondan (döllenmiş bir yumurtadan[1*]) oluşturdu. Sizin için sekiz eş en’am (koyun, keçi, sığır ve deveden birer erkek ve dişi) indirdi[2*]. Sizi analarınızın karınlarında, üç karanlık yerde şekilden şekile dönüştürerek yarattı[3*]. İşte o Allah’tır, sizin Rabbiniz /sahibinizdir. Hakimiyet yalnız onundur. Ondan başka ilah yoktur[4*]. Nasıl oluyor da başka tarafa döndürülüyorsunuz?[5*]

[1*] Nefis kelimesine döllenmiş yumurta manası verilmesinin  delili Nisa 4/1 ve ilgili dipnotunda açıklanmıştır.

[2*] En’am 6/143-144.

[3*] Erkeğin tohumu /menisi kadının üreme organına bırakılınca karar-ı mekîn’de yani yumurtaya ulaşmasına imkan veren yerde nutfeye /döllenmiş yumurtaya dönüşür (Müminun 23/13, Abese 80/18-20). Çocuğun cinsiyeti ve diğer özellikleri bu sırada belli olur (Necm 53/45-46, Maide 5/32, Enbiya 21/35). Nutfe, yumurtaya ulaştığı karar-ı mekînden, bir süre kalacağı müstekarra yani rahim tüpüne, oradan da doğuma kadar kalacağı müstevdaa yani rahime geçer (En’âm 6/98). Böylece oluşum, üç karanlık yerde tamamlanmış olur.

[4*] En’am 6/102, Fatır 35/13, Mü’min 40/62-64.

[5*] Yunus 10/32.


(Zümer 39/7)
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
(Ey insanlar!) Kâfirlik ederseniz /bütün bunları görmezden gelirseniz (bilin ki) Allah’ın size ihtiyacı yoktur[1*]. Kullarının kâfirlik etmesine de rıza göstermez. Şükrederseniz /görevlerinizi yerine getirirseniz şükretmenizden memnun olur[2*]. Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez[3*]. Sonunda dönüp geleceğiniz yer Rabbinizin huzurudur; o size neler yaptığınızı bildirecektir. Çünkü o, içinizde olanları bilendir.

[1*] İbrahim 14/8, Fatır 35/15.

[2*] Bakara 2/152, Nisa 4/147, İbrahim 14/7, Neml 27/40, Lokman 31/12.

[3*] En’am 6/164, İsra 17/15, Fatır 35/18, Necm 53/38.


(Zümer 39/8)
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ
İnsana bir zarar dokunduğunda Rabbine yönelerek yalvarıp yakarır. Sonra Rabbi ona kendinden bir nimet bahşettiğinde daha önce yalvarıp yakardığı Rabbini unutur, insanları Allah’ın yolundan saptırmak için ona benzer nitelikte varlıklar[1*] uydurur. De ki: “Kâfirliğinle (elde ettiklerinden) az bir süre yararlan![2*] Sen, kesinlikle ateşin ahalisindensin![3*]”

[1*] Ayetteki endâd (أنداد) kelimesinin tekili nidd’dir (نِدٌّ). Nidd, “bir şeyin benzeri ve işlerinde ona muhalefeti olan varlık” anlamındadır (el-Ayn). Müşrikler, Allah ile ortak özelliklere sahip olduğuna inandıkları varlıkları araya koyarak isteklerini, onların aracılığı ile Allah’a kabul ettireceklerine inanırlar. Bakara 2/22, 165, İbrahim 14/30, Sebe 34/33, Zümer 39/8, Fussilet 41/9. Ayrıca ilgili ayetler için bkz.En’am 6/63-64, Yunus 10/22-23, İsra 17/67-69, Ankebut 29/65, Lokman 31/31-32.

[2*] İnsanları Allah’ın yolundan saptıranlar, dini kullanarak çeşitli çıkarlar sağlarlar. Bunlar, ahiret nimetinin yanında azdır ve kısa sürelidir (En’am 6/44, Tevbe 9/34).

[3*] Yunus 10/12, 21, Hud 11/9-10, Rum 30/33-34, Zümer 39/49, Fussilet 41/50-51.


(Zümer 39/9)
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
(Böyle biri mi) yoksa ahiret endişesi ve Rabbinin ikramı ümidiyle gecenin bölümlerinde secde ederek ve kıyamda bulunarak[1*] içtenlikle boyun eğen kişi mi (iyidir)? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?[2*]” Doğru bilgiyi ancak, aklıselim sahibi olanlar[3*] kullanırlar.

[1*] Secde 32/16.

[2*] Secde 32/18, Sad 38/28, Mü'min 40/58, Casiye 45/20-21, Mücadele 58/11, Haşr 59/20.

[3*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.


(Zümer 39/10)
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
De ki (Allah, şöyle buyuruyor)[1*]: “Ey inanıp güvenen kullarım, Rabbinize karşı yanlış yapmaktan sakının![2*] Bu dünyada iyilik eden, iyilik bulur[3*]. Allah’ın toprakları geniştir[4*]. Muhakkak ki sabredenlere /duruşunu bozmayanlara ödülleri hesapsızca verilecektir[5*].”

[1*] Allah’ın Elçisi, Allah’ın sözünü ulaştırmakla görevli olduğu için ayete böyle meal vermek gerekir (Maide 5/99, Nahl 16/35, Nur 24/54).

[2*] Hac 22/1, Lokman 31/33, Zümer 39/16.

[3*] Yunus 10/26, Ra’d 13/18, Nahl 16/30, Enbiya 21/101, Necm 53/31-32, Hadid 57/10.

[4*] Ankebut 29/56.

[5*] Mü’min 40/40.


(Zümer 39/11)
قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۙ
De ki: “Bana, bu dine bir şey katmadan Allah'a kulluk etmem emredildi[*].

[*] Zümer 39/2.


(Zümer 39/12)
وَاُمِرْتُ لِاَنْ اَكُونَ اَوَّلَ الْمُسْلِم۪ينَ
Ben, Müslümanların en önünde olma emri de aldım[*]."

[*] En’am 6/14, 162-163, Yunus 10/104, Neml 27/91, Mü’min 40/66.


(Zümer 39/13)
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
De ki: “Ben, Rabbime karşı gelirsem o azametli günün azabından korkarım[*].”

[*] En’am 6/15, Yunus 10/15.


(Zümer 39/14)
قُلِ اللّٰهَ اَعْبُدُ مُخْلِصًا لَهُ د۪ين۪يۙ
De ki: “Ben, dinime bir şey katmadan sadece Allah’a kulluk ederim[*].

[*] Zümer 39/2.


(Zümer 39/15)
فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ قُلْ اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ
Siz de Allah’ın dışında dilediğinize kulluk edin[1*].” Onlara şunu da söyle: “Asıl hüsrana uğrayanlar, kıyamet /mezardan kalkış günü kendini ve ailesini hüsrana uğratanlardır. Bilin ki apaçık hüsran işte budur[2*].”

[1*] Fussilet 41/40, Kafirun 109/1-6.

[2*] A’raf 7/9, Mü’minun 23/103, Şura 42/45.


(Zümer 39/16)
لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ ذٰلِكَ يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ
Üstlerinde ateşten gölgeler, altlarında da gölgeler olur[1*]. İşte Allah kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım, bana yanlış yapmaktan sakının[2*].

[1*] A’raf 7/40-41, İbrahim 14/49-50, Ankebut 29/55, Vakıa 56/41-43.

[2*] Zümer 39/10.


(Zümer 39/17)
وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ
Tağuta[*] kulluk etmekten uzak duran ve Allah’a yönelen kimselere gelince; müjdeler onlar içindir. Sen, kullarıma müjde ver!

[*] Tağut, haddini aşmakta ileri giden insan ve cin şeytanlarıdır. Bunlar, yoldan çıkmakla kalmaz ayetleri ya yok sayarak ya da anlamlarını bozarak başkalarının da haddini aşmasına ve yoldan çıkmasına sebep olurlar (Bakara 2/256, 257; Nisa 4/51, 60, 76; Maide 5/60; Nahl 16/36).


(Zümer 39/18)
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
O kullarım, sözü dinleyip en güzeline uyanlardır[1*]. Onlar, Allah’ın doğru yola kabul ettiği kimselerdir. İşte onlar, aklıselim sahibi olanlardır[2*].

[1*] Zümer 39/23, 55.

[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.


(Zümer 39/19)
اَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِۜ اَفَاَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِۚ
Peki, aleyhinde azap hükmü kesinleşen biri (onlar gibi) midir?[*] Ateşte olan birini sen mi kurtaracaksın?

[*] Tevbe 9/80, Secde 32/18, Saffat 37/31, Zümer 39/71, Mü’min 40/6.


(Zümer 39/20)
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌۙ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ الْم۪يعَادَ
Rablerine karşı yanlış yapmaktan sakınanlar için ise (cennette) alt taraflarından ırmaklar akan köşkler ve üst taraflarında yapılmış başka köşkler vardır. Bunu Allah vaad etmiştir. Allah vaadinden dönmez[*].

[*] Nisa 4/122, Furkan 25/75, Ankebut 29/58, Lokman 31/8-9, Sebe 34/37.


(Zümer 39/21)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟
Allah’ın gökten su indirip yerdeki kaynaklara ulaştırdığını, sonra onunla renkleri farklı ekinler bitirdiğini görmedin mi[1*]? Sonra ekin kurumaya başlar da onu sararmış halde görürsün, arkasından Allah onu çerçöpe dönüştürür. Bunda, aklıselim sahibi olanlar[2*] için kesinlikle doğru bilgiler vardır.

[1*] Bakara 2/22, En’am 6/99, İbrahim 14/32, Yunus 10/24, Nahl 16/10-11, Kehf 18/45, Taha 20/53, Hac 22/63, Fatır 35/27, Hadid 57/20.

[2*] “Aklıselim sahibi olanlar” anlamı verdiğimiz ifade “ulü’l-elbâb”dır. Bkz. Bakara 2/179’un dipnotu.


(Zümer 39/22)
اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
(Gösterdiği gayretten dolayı[1*]) Allah’ın, gönlünü İslam’a açtığı ve böylece Rabbinden gelen bir aydınlık içinde olan kişi (kalbi katılaşmış kişi) gibi midir?[2*] Allah’ın zikrine /kitabına[3*] karşı kalpleri katılaşmış olanların[4*] vay haline! Onlar, açık bir sapkınlık içindedirler[5*].

[1*] Yunus 10/108, İsra 17/15, Lokman 31/12.

[2*] En’am 6/125.

[3*] Hicr 15/9.

[4*] İsra 17/82.

[5*] Hadid 57/16.


(Zümer 39/23)
اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَۗ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Allah, sözlerin en güzelini (Kur’an’ı),[1*] müteşâbih mesânî /birbirine benzer ikişerli yapıda[2*] bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden çekinenlerin bundan dolayı derileri ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikri /kitabı karşısında yumuşar[3*]. İşte bu kitap, Allah'ın rehberidir. O, gereğini yapan[4*] kullarını bu rehberle hidayete erdirir. Allah’ın sapık saydığını yola getirecek kimse yoktur[5*].

[1*] Zümer 39/18, 55.

[2*] “Birbirine benzeyen” anlamı verilen kelime “müteşabih”,  “ikişerli yapıda” anlamı verilen kelime ise “mesânî”dir. İkişerli yapı, muhkem ve müteşabih ayetlerden oluştuğu için (Al-i İmran 3/7) bu kelimeler, burada, Kur’an’ın özelliğini anlatmaktadır. Allah Teala kitabını, bu yöntemle açıklar (A’raf 7/52, Hud 11/1-2, Fussilet 41/3).

[3*] Enfal 8/2, Hac 22/35.

[4*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:

http://www.suleymaniyevakfi.org/akaid-arastirmalari/kuranda-sey-mesiet-irade-ve-fitrat.html

[5*] Onlar yola gelmeden Allah onları yola gelmiş saymaz (Ra’d 13/27, Kasas 28/56, Şura 42/13).

 

(Zümer 39/24)
اَفَمَنْ يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ سُٓوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَق۪يلَ لِلظَّالِم۪ينَ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
Kıyamet /mezardan kalkış günü yüzünü o kötü azaptan koruyan kişi, (yanlışlar içinde olan kişi) gibi midir? Yanlışlar içinde olanlara şöyle denecektir: “Kazandığınız şeyin tadına varın bakalım![*]”

[*] Fussilet 41/40.


(Zümer 39/25)
كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ
Onlardan öncekiler de yalana sarılmışlardı[1*]. Sonunda azap onlara, hiç fark etmedikleri yerden gelmişti[2*].

[1*] Sebe 34/45, Fatır 35/25, Mülk 67/18.

[2*] Nahl 16/26.


(Zümer 39/26)
فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Allah onlara, dünya hayatında bu rezilliği tattırdı. Ahiretteki azap ise elbette daha büyük olacaktır. Keşke bilselerdi![*]

[*] Ra’d 13/34, Taha 20/127.


(Zümer 39/27)
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ
Şüphesiz, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü örneği verdik, belki doğru bilgileri kullanırlar[*].

[*] İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58.


(Zümer 39/28)
قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذ۪ي عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
(Örnekleri), içinde bir eğrilik[1*] olmayan Arapça kur’anlar /ayet kümeleri[2*] halinde verdik, belki yanlışlardan sakınırlar.

[1*] Eğrilik anlamı verdiğimiz İvec (عوج), çok dikkat edilmedikçe anlaşılamayacak olan eğriliktir (Müfredat). Doğruya çok yakın görünecek şekilde anlamda yapılan çarpıtmalar, böyle eğriliklerdir. Kur’an’da herhangi bir ivec yoktur (Kehf 18/1); ancak insanlar Kur’an’a uymak yerine Kur’an’ı kendilerine uydurmak için anlamı çarpıtabilir yani ivec yapabilirler.

[2*] Kur'an, karae (قرأ) fiilinin mastarı olan kur (القُرْء) veya kar (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab).  Arapçada Kur’an (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.

 


(Zümer 39/29)
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلًا ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِرَجُلٍۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًاۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Allah, birbiriyle zıtlaşıp duran birkaç ortağın emri altındaki adam ile tek bir kişiye bağlı olan adamı örnek veriyor. Hiç bu ikisinin durumu aynı olur mu? Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür fakat onların çoğu bunu bilmez[*].

[*] Nahl 16/75-76, Rum 30/28. Bu konu İncil’de de şöyle örneklendirilir: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.” (Matta 6:24)


(Zümer 39/30)
اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ
Şüphesiz ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler[*].

[*] Al-i İmran 3/185, Enbiya 21/34-35, Ankebut 29/57.


(Zümer 39/31)
ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟
Sonra kıyamet /mezardan kalkış günü hepiniz, Rabbinizin katında birbirinizle çekişeceksiniz[*].

[*] İbrahim 14/21, Şuara 26/96-102, Sebe 34/31-33, Saffat 37/27-32, Sad 38/64.


(Zümer 39/32)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ
Allah hakkında yalan söyleyen ve doğrular kendisine ulaştığında da onları yalanlayandan daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Kâfirler /ayetleri görmezlikte direnenler için cehennemde yer mi yok![*]

[*] En’am 6/21, 93, A’raf 7/37, Yunus 10/17, Hud 11/18, Ankebut 29/68.


(Zümer 39/33)
وَالَّذ۪ي جَٓاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Doğruları getirenler ve bir de onu tasdik edenler var ya işte onlar, yanlışlardan sakınanlardır[*].

[*] Leyl 92/5-7.


(Zümer 39/34)
لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ
Rableri katında onlar için istedikleri her şey vardır. Bu, güzel davrananların ödülüdür[*].

[*] Nahl 16/31, Enbiya 21/102, Furkan 25/16, Yasin 36/57, Fussilet 41/31, Şura 42/22, Kaf 50/35.


(Zümer 39/35)
لِيُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
Böylece Allah; onların işlediklerinin en kötüsünü (bile) örtecek ve işlediklerinin en güzeliyle onları ödüllendirecektir[*].

[*] Al-i İmran 3/195, Nisa 4/48, 116, Enfal 8/29, Nahl 16/96-97, Kehf 18/88, Ankebut 29/7, Teğabün 64/9.


(Zümer 39/36)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ
Allah kuluna yetmez mi![1*] Bir de seni, Allah ile aralarına koydukları ile korkutuyorlar. Allah’ın sapık saydığını yola getirecek kimse yoktur[2*].

[1*] Bakara 2/137, Hicr 15/95.

[2*] Bkz. Zümer 39/23’ün dipnotu.


(Zümer 39/37)
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ
Allah’ın doğru yolda saydığını saptıracak kimse de yoktur[*]. Allah daima üstün olan ve hak edilen cezayı veren değil midir?

[*] Hicr 15/42, Nahl 16/99-100, İsra 17/65.


(Zümer 39/38)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
Onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan kesinlikle “Allah” derler[1*]. De ki: “Allah ile aranıza koyup yalvardıklarınıza baktınız mı? Allah bana bir zarar vermek isterse onlar bu zararı giderebilirler mi? Ya da bana bir ikramda bulunmak isterse onlar bu ikramı engelleyebilirler mi?[2*]” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler, sadece Allah’a güvenip dayanırlar[3*].”

[1*] Yunus 10/31, Mu’minun 23/84-89, Ankebut 29/61, Lokman 31/25, Zuhruf 43/9-10, 87.

[2*] En’am 6/17, Yunus 10/107.

[3*] Yusuf 12/67, İbrahim 14/12.


(Zümer 39/39)
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ
De ki: “Ey halkım, elinizden ne geliyorsa yapın! Ben de yapıyorum. İleride öğreneceksiniz;[*]

[*] En’am 6/135, Hud 11/121.


(Zümer 39/40)
مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
rezil edici azap kime gelecek, kalıcı azap kimin üzerine çökecek (öğreneceksiniz)[*].”

[*] Aynı ifadeleri, Nuh (a.s.) ve Şuayb (a.s.) da kavimlerine karşı kullanmıştır (Hud 11/39, Hud 11/93).


(Zümer 39/41)
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟
Bu kitabı sana, tüm insanlar için gerçekleri içerir şekilde biz indirdik[1*]. Yola gelen, kendisi için gelir; yoldan çıkan da kendi aleyhine çıkar. Sen onların vekili değilsin[2*].

[1*] Al-i İmran 3/3, Nisa 4/105, Maide 5/48, İsra 17/105, Zümer 39/2, Şura 42/17.

[2*] En’am 6/104, Yunus 10/108, İsra 17/15, Neml 27/92, Rum 30/44, Fussilet 41/46.


(Zümer 39/42)
اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Allah ruhları (nefisleri), bedenlerin (nefislerin) ölümü sırasında çeker alır[1*], ölmemiş bedenlerin (nefislerin) ruhlarını (nefislerini) uykularında iken alır. Ölümüne hükmettiği bedenlerin ruhlarını tutar, diğerlerini ise belli bir süreye[2*] kadar (bedenlerine) geri gönderir. Bunda, düşünen bir topluluk için âyetler /göstergeler vardır.

[1*] Bu ayete göre insan, biri beden diğeri ruh olmak üzere iki nefisten oluşur. Ruhun çoğunlukla can ile aynı şey olduğu zannedilir. Oysa ana rahminde canlılık döllenmeyle başlarken, ruhun üflenmesi bütün organların tamamlanmasından sonra olur. Ruh bedenle birleştiğinde insan, dinleyen, basiret ve gönül sahibi olan bir canlı türü haline gelir (Mü'minûn 23/12-14, Secde 32/7-9). Beden bir bilgisayarın donanımına; can, donanıma güç veren elektriğe benzer. Ruh ise bilgisayarın işletim sistemi gibidir. İşletim sistemi nasıl bütün bilgileri koruyorsa ruh da öyledir. Ruhun bedenden çekilip alınmasına “vefat ettirme” denir. Bu ayete göre Allah insanı iki şekilde vefat ettirir: biri uyuyunca, diğeri de ölünce olur. Allah, hem uyuyan hem de ölen bedenin ruhunu tutar. Ruh ve canın farklı şeyler olduğu, uyuyan insanın canlılığını korumasından da anlaşılır. Uyuyan insanın ruhu, uyandığında; ölen kişinin ruhu ise ahirette bedenler yeniden diriltildiğinde geri döner (Mü'minûn 23/100, Tekvîr 81/7).

[2*] Belirlenmiş ecel (ecel-i müsemma) için Bkz. En’am 6/2 ve dipnotu.


(Zümer 39/43)
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَعْقِلُونَ
Yoksa Allah ile aralarına girecek şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Ya onların bir şeye güçleri yetmiyor ve akıllarını da kullanmıyorlarsa?[*]”

[*] Yunus 10/18.


(Zümer 39/44)
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
De ki: “Şefaat[1*] tümüyle Allah’a aittir. Göklerde ve yerde tüm yetkiler onundur[2*]. Sonunda onun huzuruna çıkarılacaksınız.”

[1*] Şefaat, birine eşlik etmek veya arka çıkmaktır (El-Ayn, Müfredât). Dünyada insanlar birbirlerine şefaat edebilir, yani arka çıkıp destek olabilirler (Nisa 4/85); ama mahşer günü kimse kimseye şefaat edemez (Bakara 2/48, 254; İnfitar 82/17-19). Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehenneme girip cezasını çekmiş olan bir yakınına, Allah’ın onayıyla şefaat edebilir yani onu yanına alabilir (A’raf 7/46-49, Meryem 19/86-87, Tur 52/21). Çünkü Allah’ın onayı olmadan şefaat olmaz (Bakara 2/255, Taha 20/109, Secde 32/4, Sebe 34/23).

[2*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/40, 120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Şûrâ 42/49, Zuhruf 43/85, Casiye 45/27, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5Buruc 85/9.

 


(Zümer 39/45)
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Sadece Allah’tan söz edildiğinde ahirete (gereği gibi[1*]) inanmayanların yürekleri daralır; ama onunla aralarına koyduklarından söz edilince hemen yüzleri güler[2*].

[1*] Bazı kimseler ahirete, Allah’ın istediği gibi inanmaz, o konuda yanlış bilgilere sarılarak yoldan çıkarlar (Bakara 2/80, Âl-i İmran 3/24, Yunus 10/18, Zümer 39/43).

[2*] İsra 17/46, Mü'min 40/12.


(Zümer 39/46)
قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
De ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı, gaybı ve şehadeti (algılanamayanı da algılanabileni de) bilen Allah’ım! Kullarının ihtilafa düştükleri şeylerde, aralarında hükmü sen vereceksin![*]”

[*] Hac 22/56.


(Zümer 39/47)
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
Yeryüzündeki her şey ve onunla birlikte bir o kadarı daha, yanlışlar yapmış kimselerin olsa kıyamet /mezardan kalkış gününde o kötü azaptan kurtulmak için kesinlikle hepsini verirler[*]. O gün hiç hesaba katmadıkları şeyler Allah tarafından karşılarına çıkarılmış olur.

[*] Al-i İmran 3/91, Maide 5/36, Yunus 10/54, Ra’d 13/18, Mearic 70/11-14.


(Zümer 39/48)
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Yaptıkları işlerin kötü olanları da önlerine dökülmüş; hafife aldıkları şeyler onları kuşatmış olur[*].

[*] En’am 6/10, Hud 11/8, Nahl 16/34, Mü’min 40/83, Casiye 45/32-33.


(Zümer 39/49)
فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarıp yakarır. Sonra ona katımızdan bir nimet bahşettiğimizde “Bu sadece bilgim sayesinde bana verildi!” der[1*]. Oysa o nimet bir imtihandır[2*] ama onların çoğu bunu bilmez[3*].

[1*] Allah insanları zenginlik ve fakirlikle imtihan eder. Çoğu kimse, zenginleşince kendisini öne çıkarır, fakir düşünce de suçu Allah’a atar (Fussilet 41/50, Fecr 89/15-16).

[2*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf  7/155), aldatma (A’râf  7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/10-14) ve savaş (Bakara 2/216) anlamlarında kullanılmıştır.

[3*] Yunus 10/12, 21, Hud 11/9-10, Rum 30/33-34, Zümer 39/8, Fussilet 41/50-51.


(Zümer 39/50)
قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Bu sözü öncekiler de söylemişlerdi[1*] ama kazandıkları şeyler işlerine yaramadı[2*].

[1*] Bunun bir örneği Karun’dur (Kasas 28/78).

[2*] Hicr 15/80-84, Mü’min 40/82.

 

 


(Zümer 39/51)
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Sonunda işlediklerinin kötü sonuçları başlarına geldi. Bunlardan yanlış yapanların başlarına da işlediklerinin kötü sonuçları gelecek, bunlar da onun önüne geçemeyeceklerdir[*].

[*] En’am 6/134, Yunus 10/53.


(Zümer 39/52)
اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Bilmiyorlar mı, Allah, tercih ettiği kişi için[1*] rızkı genişletir de daraltır da. İnanıp güvenen bir topluluk için bunda ayetler /göstergeler vardır[2*].

[1*] Şâe (شاء)  ile ilgili detaylı bilgi için bkz Ra’d 13/13. ayetin dipnotu.

[2*] Ra’d 13/26, İsra 17/30, Kasas 28/82, Rum 30/37, Ankebut 29/62, Sebe 34/36, 39, Şura 42/12.


(Zümer 39/53)
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
De ki (Allah, şöyle buyuruyor[1*]): “Ey kendi aleyhinde aşırılıklar yapan kullarım![2*] Allah’ın iyilik ve ikramından ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. O, daima bağışlayan, iyilik ve ikramı bol olandır[3*].

[1*] Allah’ın Elçisi, Allah’ın sözünü ulaştırmakla görevli olduğu için ayete böyle meal vermek gerekir (Maide 5/99, Nahl 16/35, Nur 24/54).

[2*] Burada kast edilenler, yaptıkları aşırılıklardan dolayı günahkar olan insanlardır.

[3*] İşlenen günah ne olursa olsun, terk edilerek tövbe edilir ve doğru yola girilirse Allah, günahı bağışlamakla kalmaz, onu sevaba çevirerek ikramda da bulunur (Al-i İmran 3/135-136, Nisa 4/17, 48, 116, A’raf 7/153, Nahl 16/119, Taha 20/82, Furkan 25/68-71)


(Zümer 39/54)
وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
ْSiz, azap size gelmeden Rabbinize yönelin ve ona teslim olun[*]. Sonra yardım göremezsiniz.

[*] İbrahim 14/31, Rum 30/31, 43, Şura 42/47.


(Zümer 39/55)
وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ
O azap, siz farkında değilken, ansızın başınıza gelmeden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun[*].”

[*] İndirilenlerin en güzeli Kur’an’dır (Zümer 39/23). Allah, önceki kitaplardaki hükümlerin çoğunu bu kitaba almış /misliyle nesh etmiş (Bakara 2/106, Nisa 4/163, Şûrâ 42/13) bazılarını da almamış (Maide 5/15), bir kısmını ise daha iyisi ile değiştirmiş /hayırlısıyla nesh etmiş (Maide 5/6, Bakara 2/187) ve dinini tamamlamıştır (Maide 5/3).


(Zümer 39/56)
اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ
Yoksa (o gün) kişi şöyle der: “Allah’a karşı işlediğim kusurlardan dolayı vay halime! Gerçekten ben alay edenlerdendim[*].”

[*] En’am 6/31, Enbiya 21/46, 97


(Zümer 39/57)
اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ
Ya da şöyle der: “Keşke beni Allah yola getirseydi, o zaman ben de kesinlikle kendini yanlışlardan koruyanlardan olurdum[*].”

[*] En’am 6/148, İbrahim 14/21, Nahl 16/35, Zuhruf 43/20.


(Zümer 39/58)
اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ
Yahut azabı gördüğü sırada şunu der: “Keşke bir fırsatım daha olsa da güzel davrananlardan olsam![*]”

[*] Bakara 2/167, En’am 6/27-28, A’raf 7/53, Mü’minun 23/99-100, Secde 32/12, Fatır 35/36-37, Mü’min 40/11.


(Zümer 39/59)
بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Hayır, hayır! Ayetlerim sana kesinlikle geldi, ama sen onlar karşısında yalana sarıldın, büyüklük tasladın ve kafirlerden oldun[*].

[*] Taha 20/126, Mü’minun 23/66-67, 105, Furkan 25/27-29, Ahzab 33/66, Zümer 39/71, Casiye 45/31.


(Zümer 39/60)
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ
Kıyamet /mezardan kalkış gününde Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kararmış olduğunu göreceksin[1*]. Büyüklük taslayanlar için cehennemde yer mi yok[2*]!

[1*] Al-i İmran 3/106, Yunus 10/27, Abese 80/40-42, Ğaşiye 88/2-7.

[2*] Zümer 39/32.


(Zümer 39/61)
وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Allah, kendilerini yanlışlardan koruyanları, başarılarından ötürü kurtaracaktır. Onlara ne bir kötülük dokunacak ne de üzüleceklerdir[*].

[*] A’raf 7/35, Yunus 10/62-64, Enbiya 21/101-103, Neml 27/89.


(Zümer 39/62)
اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ
Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şeye vekil /dayanak olandır[*].

[*] En’am 6/102, Mü’min 40/62.


(Zümer 39/63)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Göklerin ve yerin anahtarları onun elindedir[1*]. Allah’ın ayetlerini görmezlikte direnenler /kâfirler var ya, işte onlar kaybedenlerdir![2*]

[1*] Şura 42/12.

[2*] Bakara 2/121, Ankebut 29/23.


(Zümer 39/64)
قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ
De ki: “Benim Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi istiyorsunuz ey cahiller![*]”

[*] En’am 6/14, 164, Kafirun 109/1-6.


(Zümer 39/65)
وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Sana da senden ön­cekilere de mutlaka şu vahyedil­miştir: “Eğer şirk koşarsan yaptıkların kesinlikle boşa gider ve sen de kesinlikle kaybeden­lerden olursun[*].

[*] En'am 6/88, Yunus 10/105, Ra'd 13/36, Hac 22/26, Kasas 28/87.


(Zümer 39/66)
بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Hayır, hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden /görevini yerine getiren­ler­den ol![*].”

[*] Zümer 39/2.


(Zümer 39/67)
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Allah’a hak ettiği ölçüde değer vermediler[1*]. Kıyamet /mezardan kalkış günü yeryüzü bütünüyle onun avucundadır, gökler ise onun eliyle dürülmüş olacaktır[2*]. O, onların şirk koştuklarından uzak ve yücedir.

[1*] En’am 6/91, Hac 22/74.

[2*] Enbiya 21/104.


(Zümer 39/68)
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۚ ثُمَّ نُفِخَ ف۪يهِ اُخْرٰى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ
Sura üflenmiş, Allah’ın tercih ettikleri hariç, göklerde ve yerde kim varsa ölmüş olur. Sonra ona bir daha üflenir, hepsi hemen ayağa kalkıp bakınmaya başlarlar[*].

[*] En’am 6/73, Kehf 18/99, Taha 20/102, Mü’minun 23/101, Neml 27/87, Yasin 36/51, Saffat 37/19, Kaf 50/20, Hakka 69/13, Nebe 78/18.


(Zümer 39/69)
وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Yeryüzü, Rabbinin nuruyla aydınlanır[1*]. Amel defterleri ortaya konur[2*], nebiler ve şahitler getirilir[3*]. (Huzura çıkarılanların) Aralarında hakka uygun bir yargılama yapılır. Kimseye haksızlık edilmez[4*].

[1*] Mahşer günü, gökler dürülmüş (Enbiya 21/104, Zümer 39/67) ve güneşin çevresi bir küre gibi sarılmış (Tekvir 81/1) olacağı için Allah yeryüzünü, kendi nuruyla aydınlatacaktır.

[2*] Kehf 18/49, Mü’minun 23/62, Casiye 45/28-29.

[3*] Nisa 4/41, Nahl 16/89, İsra 17/71, Kasas 28/75, Kaf 50/17-21, Hadid 57/19.

[4*] Bakara 2/281, Nisa 4/40, Enbiya 21/47.


(Zümer 39/70)
وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ۟
Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir[*]. Zaten Allah onların neler yaptıklarını çok iyi bilir.

[*] Al-i İmran 3/25, 185, Nahl 16/111, Nur 24/25, Mü’min 40/17, Ahkaf 46/19.


(Zümer 39/71)
وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Kâfirlik edenler, gruplar halinde cehenneme sevk edilirler. Nihayet oraya vardıklarında cehennemin kapıları açılır[1*]. Görevliler onlara şöyle derler: “Size içinizden, Rabbinizin ayetlerini bağlantılarıyla birlikte okuyan ve sizi bu günle yüzleşeceğinize dair uyaran elçiler gelmedi mi[2*]?” Onlar: “Evet, geldi; ama bütün kafirler için azap hükmü artık kesinleşti” derler[3*].

[1*] Hicr 15/43-44, Neml 27/83, Fussilet 41/19.

[2*] En’am 6/130, Mülk 67/6-11.

[3*] Mü’min 40/6.


(Zümer 39/72)
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Onlara: “Ölümsüz olarak kalmak üzere cehennemin kapılarından girin.” denir. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür![*]”

[*] Nahl 16/29, Mü’min 40/76.


(Zümer 39/73)
وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ
Rablerine karşı yanlış yapmaktan sakınanlar ise gruplar halinde cennete sevk edilirler. Oraya vardıklarında cennetin kapıları açılmıştır, görevliler onlara şöyle derler: “Selam size! Ne mutlu size! Ölümsüz olarak kalmak üzere girin içeriye[*]!”

[*] Ra’d 13/22-24, İbrahim 14/23, Hicr 15/45-46, Nahl 16/31-32, Furkan 25/75-76, Sad 38/49-50, Zuhruf 43/70-73, Kaf 50/31-35.

 


(Zümer 39/74)
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ
Cennetlikler de şöyle derler: “Her şeyi mükemmel yapmak, bize verdiği sözü tutan ve bu yeri bize veren Allah’a özgüdür. (Bize verilen) Cennette istediğimiz yere yerleşeceğiz[1*]. Güzel işler yapanların ödülü ne güzelmiş![2*]”

[1*] Cennette insanlar, farklı derecelerde olacaklardır (En’am 6/132, Enfal 8/4, İsra 17/21, Taha 20/75-76, Ahkaf 46/19).

[2*] Al-i İmran 3/136, A’raf 7/43, Taha 20/75-76, Ankebut 29/58.


(Zümer 39/75)
وَتَرَى الْمَلٰٓئِكَةَ حَٓافّ۪ينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَق۪يلَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
(O gün) Melekleri, Arş’ın /yönetim merkezinin çevresini kuşatmış halde göreceksin. Onlar her şeyi mükemmel yaptığı için Rablerine boyun eğerler[1*]. (Huzura çıkarılanların) Aralarında hakka uygun bir yargılama yapılmıştır. Şöyle denir: Her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür. O bütün varlıkların Rabbi /Sahibidir[2*]”

[1*] Mü’min 40/7, Hakka 69/17.

[2*] Yunus 10/10.