HUCURAT

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Hucurat 49/1)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler! Allah'ın ve resulünün[1*] (Allah'ın sözünün) önüne geçmeyin[2*]. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Şüphesiz Allah, daima dinleyen ve bilendir.

[1*] Resul (رسول), “birine iletmek için üstlenilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü iletmeyi üstlenen kişi” anlamına da gelir (Müfredat). Bu sebeple Kur’an’da geçen resul (رسول ) kelimesi, bazen tebliğ edilen sözü, bazen de o sözü getiren kişiyi ifade eder. Allah’ın resulleri, onun sözlerini tebliğ ile görevli oldukları için “Allah’ın resulü” kelimesinin geçtiği yerlerde vurgu Allah’ın kitabınadır (Maide 5/67, 99). Mealde “resul /elçinin getirdiği” ifadesi bu nedenle yazılmıştır.

[2*] Nisa 4/65, Nur 24/51-52, Ahzab 33/36.


(Hucurat 49/2)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
Ey inanıp güvenenler! Seslerinizi Nebi’nin sesinden fazla yükseltmeyin. Onunla, birinizin diğeriyle konuştuğu gibi ulu orta konuşmayın. Yoksa siz farkına bile varmadan amelleriniz boşa gider[*].

[*] Tevbe 9/61, Lokman 31/19, Nur 24/63.


(Hucurat 49/3)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ
Allah'ın resulünün /elçisinin getirdiğinin yanında[*] seslerini kısanlar var ya onlar Allah’ın, takva /yanlışlardan sakınma hususunda kalplerini imtihandan geçirmiş olduğu kimselerdir. Onlar için bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.

[*] Resul kelimesi ilgili açıklama için bkz. Hucurat 49/1 dipnotu.


(Hucurat 49/4)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
(Ey Muhammed! Sen içerdeyken) Odaların dışından sana seslenenler var ya onların çoğu aklını kullanmayan kimselerdir.


(Hucurat 49/5)
وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi kendileri için elbette iyi olurdu. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.


(Hucurat 49/6)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَاٍ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ
Ey inanıp güvenenler! Eğer bir fasık/ yoldan çıkmış biri[1*], size bir haber getirirse iyice araştırın[2*]. Yoksa işin aslını bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da bundan dolayı yaptığınıza pişman olursunuz.

[1*] Bakara 2/27.

[2*] Nisa 4/83, İsra 17/36.


(Hucurat 49/7)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ
Bilin ki Allah’ın resulü sizin içinizdedir. Eğer o, birçok konuda size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz ama (düşmediniz; çünkü) Allah imanı size sevdirdi, onu kalplerinizin süsü yaptı, kâfirliği (ayetleri görmezlikten gelmeyi), fasıklığı (yoldan çıkmayı) ve isyanı (emirlerine karşı gelmeyi) ise size kötü gösterdi. İşte bu durumda olanlar, olgun kimselerdir[*].

[*] Bakara 2/186, 256, A’raf 7/146.


(Hucurat 49/8)
فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Allah bunları kendisinden bir lütuf ve nimet olarak yaptı. Allah, daima bilen ve kararları doğru olandır.


(Hucurat 49/9)
وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
Müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin[1*]. Onlardan biri diğerine saldırmaya devam ederse, Allah’ın emrine dönünceye (uzlaşmaya yanaşıncaya) kadar, saldıran tarafla siz de savaşın. Allah’ın emrine dönerlerse adaletle aralarını bulun ve hakka uygun davranın. Allah hakka uygun davrananları sever[2*].

[1*] Enfal 8/1, Hucurat 49/10.

[2*] Nisa 4/135, Maide 5/8.


(Hucurat 49/10)
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟
Müminler ancak ve ancak kardeştirler[1*]; öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin[2*]. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ki ikram göresiniz.

[1*] Âl-i İmran 3/103.

[2*] Hucurat 49/9.

 

(Hucurat 49/11)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Ey inanıp güvenenler! Hiçbir topluluk başka bir topluluğu alaya almasın; belki onlar, kendilerinden daha iyi olabilir. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar; belki onlar kendilerinden daha iyi olabilir. Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İnanıp güvendikten sonra adınızın fasığa çıkması ne kötüdür[*]! Kim ki tövbe etmez /dönüş yapmazsa işte böyleleri yanlış yapan kimselerdir.

[*] Secde 32/18.


(Hucurat 49/12)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ
Ey inanıp güvenenler, zannın birçoğundan kaçının[1*]; çünkü bazı zanlar günahtır[2*]. Kimsenin gizli hallerini araştırmayın. Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın[3*]. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Tabii bundan tiksindiniz. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Şüphesiz Allah tövbeleri /dönüşleri kabul eder, ikramı boldur.

[1*] Arapçada zann (ظنّ) hem “kesin bilgi” (Bakara 2/46, Hakka 69/20) hem de “varsayım” (Bakara 2/78, En’am 6/116, Yunus 10/36, 60, 66, Necm 53/28) anlamına gelir. Varsayımların oranı kesin bilgiden çok fazla olacağı için, “zannın birçoğu” ifadesi bilgiye dayalı olmayan zannı yani varsayımları ifade eder.

 

[2*] “Günah” olarak tercüme edilen “ism (إثم)”, kişiyi sevaptan yani iyiliklerden uzaklaştıran davranış anlamındadır (Müfredât). Allah, ‘ism’ olarak tanımladığı her davranışı, haram saymıştır (A’raf 7/33).

 

[3*] Gıybet, “Bir kimsenin arkasından aleyhinde konuşma, duyacağı zaman üzüleceği bir sözü söyleme, çekiştirme, koğuculuk” anlamlarına gelir. Bir hadis şöyledir: “Resûlullah (sav), 'Gıybet nedir biliyor musunuz?' diye sordu. Sahâbe, 'Allah ve Resûlü daha iyi bilir!' karşılığını verdiler. Resûlullah, 'Kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır.' buyurdu. 'Ya kardeşimde o söylediğim durum varsa ne dersin?' diye sorulunca Resûlullah, 'Söylediğin şey eğer onda varsa gıybet etmişsindir. Şayet yoksa ona iftira etmiş olursun.' buyurdu.” (Müslim, Birr 70; Ebu Davud, Edeb 40; Tirmizi, Birr 23). Ama haksızlık yapan kişiyi ilgili mercilere şikâyet etmek, kötülüğe engel olma çabasında destek aramak, fetva sormak, insanları kötülüklerden ve zararlardan korumak,  zulüm, haksızlık, fesatçılık, ahlâksızlık gibi tutum ve davranışları hayat tarzı haline getirmiş kimseleri kınamak maksadıyla bunların aleyhinde konuşmak gıybet kapsamına girmez (Nisa 4/114, 148, Mücadele 58/9-10).

 


(Hucurat 49/13)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık[1*]. Birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve boylara ayırdık[2*]. Allah katında en değerli olanınız, yanlış yapmaktan en çok sakınanınızdır[3*]. Allah daima bilen, her şeyin iç yüzünden haberdar olandır.

[1*] Nisa 4/1, A’raf 7/189.

[2*] Rum 30/22.

[3*] Her insan, Adem aleyhisselamın soyundandır ve aynı derecede saygındır (İsra 17/70). Kimsenin kimseye soy üstünlüğü yoktur. Nebimiz şöyle demiştir: “Ey insanlar! Dikkat edin, Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın Acem’e (Arap olmayana), Acem’in Arap’a; beyaz tenlinin siyaha, siyah tenlinin beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” (Ahmed b. Hanbel 5/411). Ayrıca bkz: Sebe 34/37, Leyl 92/17-21.


(Hucurat 49/14)
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Taşralı Araplar: “Biz de iman ettik!” dediler. De ki: “İman etmediniz. Ama ‘(Size) teslim olduk[1*]’ deyin.” İman henüz kalbinize girmedi. Allah’a ve elçisine içten boyun eğerseniz Allah, amellerinizin karşılığından hiçbir şeyi eksiltmez[2*]. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.

[1*] "Teslim olduk" ifadesi, "Allah'a teslim olma" anlamına geldiği gibi "barış ortamına girme" anlamına da gelir (Müfredat). Nitekim Sebe Melikesi Belkıs kendi tahtının Süleyman'ın (a.s.) yanına getirildiğini görünce şöyle demişti: "Sizdeki bu ilim daha önce bize anlatılmıştı. Biz de teslim olduk." (Neml 27/42). Bu, Süleyman'ın (a.s.) sahip olduğu ilme ve devlet gücüne teslimiyettir. Sonra onun Allah’a teslim olduğunu, kendisinin yanlış dinde olduğunu anlamış, o zaman müslüman olmuştu (Neml 27/44). Yukarıdaki ayette sözü edilen çöl arapları da Müslümanların üstünlüğünü ve gücünü görmüş, bu yüzden onlara teslim olmuşlar ama henüz iman etmemişlerdi. Eğer Allah’a teslim olmuş olsalardı ayette “İman etmediniz” denmezdi.

[2*] Al-i İmran 3/57.


(Hucurat 49/15)
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Müminler; ancak Allah’a ve elçisine inanıp güvenen, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden /ellerinden geleni yapan kimselerdir[1*]. İşte onlar doğru sözlü kimselerdir[2*].

[1*] Cihad (جهاد), düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen her türlü mücadeledir (Müfredat). Allah yolunda savaş, cihadın çok önemli bir parçasıdır.

[2*] Enfal 8/2-4, Hac 22/35, Nur 24/62.


(Hucurat 49/16)
قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
De ki: “Siz dininizi /bu dine girip girmediğinizi Allah’a mı öğretiyorsunuz?” Allah göklerde ve yerde olanları bilir. Allah her şeyi bilendir.


(Hucurat 49/17)
يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakıyorlar. De ki: “Müslüman oldunuz diye beni minnet altında bırakmayın. Eğer (müslüman olduğunuz konusunda) doğru söyleyen kimselerseniz imana erdirdiği için sizi asıl Allah minnet altında bırakır.“

 

 


(Hucurat 49/18)
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Allah, göklerin ve yerin gaybını /gizlisini saklısını bilir[*]. Allah, yaptığınız her şeyi görendir.

[*] Al-i İmran 3/5, En’am 6/59, Hud 11/123, Fatır 35/38.