HİCR

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Hicr 15/1)
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ
Elif-Lâm-Râ[1*]! Bunlar Kitâb’ın ve açıklayıcı olan kur’an’ın / anlam kümelerinin[2*] ayetleridir[3*].

[1*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır. Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur. 

[2*] Kur'ân, karaa (قرأ) fiilinin mastarı olan kur (القُرْء) veya kar (القَرْء)’dan türetilmiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an denmesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab).  Arapçada Kur’ân (قُرْآنً)’ın çoğulu olmadığından tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu sebeple kur’ân (قُرْآن) kelimesine, bağlamına göre, kur’ânlar diye de anlam verilebilir.

[3*] Neml 27/1.


(Hicr 15/2)
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ
Kâfirlik edenler zaman zaman “Keşke biz de (Allah’a) teslim olan kimseler olsak!” diye arzu ederler[*].

[*] İnanıp güvenmeyen biri, hayatı ne kadar iyi de olsa zaman zaman iç huzursuzlukları yaşar. Bu sıkıntılar, onun eksikliklerini ve hatalarını fark etmesi için Allah tarafından kendisine verilen ilhamdır. Bunlardan kimi sıkıntısını gidermek için kendisini düzeltme yolunu seçerken kimisi de çareyi daha da azgınlaşmakta bulur. Bu sıkıntının kafirler üzerindeki etkisi En'am 6/125'te, Allah'ın bütün insanlara ilham yoluyla uyarılarda bulunduğu bilgisi de Şems 91/8'dedir.


(Hicr 15/3)
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Bırak onları yesin-içsin, (nimetlerden) yararlansınlar[1*]! Beklentileri onları oyalasın! Nasıl olsa ileride (gerçeği) öğrenecekler[2*].

[1*] Mü’minun 23/54, Zuhruf 43/83, Tur 52/45, Mearic 70/42.

[2*] Hicr 15/96, Mü’min 40/70, Zuhruf 43/89.

 

(Hicr 15/4)
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ
Helak ettiğimiz[1*] her kentin mutlaka yazıya geçmiş belirli bir kaydı vardır[2*].

[1*] Elçi gönderilmeyen hiçbir kavim helak edilmez (Enfal 8/53-54, İsra 17/15-17, Mü’minun 23/44-49, Kasas 28/59).

[2*] Ra’d 13/38.


(Hicr 15/5)
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
Hiçbir toplum, ecelinin ilerisine geçemez, gerisinde de kalamaz[*].

[*] Araf 7/34, Yunus 10/49, Mü’minun 23/43.


(Hicr 15/6)
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ
(Kafirler) Dediler ki: “Ey kendisine Zikir[1*] indirilen kişi! Sen tamamen cinlerin etkisindesin[2*].

[1*] Hicr 15/9.

[2*] Her nebiye, cinlerin etkisinde kaldığı, aklını kaybettiği şeklinde suçlamalar yöneltilmiştir (Hud 11/87, Şuara 26/27). Muhammed aleyhisselama da yöneltilen bu suçlamalar ayetlerle çürütülmüştür (A'raf 7/184, Mü’minun 23/70, Sebe 34/46, Tur 52/29, Kalem 68/2, Tekvir 81/22). Nebiler vahiy alırken yanlarına şeytanların yaklaştırılmadığı ve meleklerle korundukları (Cin 72/26-28),  bunun dışında şeytanların onlara vesvese vermeye çalıştıkları ama Allah’ın o vesveseyi giderdiği bildirilmektedir (Hac 22/52).


(Hicr 15/7)
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Eğer doğru sözlülerdensen bize melekleri getirsene[*]!”

[*] İsra 17/92, Furkan 25/7.


(Hicr 15/8)
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذًا مُنْظَر۪ينَ
(Halbuki) Biz melekleri sadece gerçek bir görevle indiririz. O zaman da onlara süre tanınmaz[*].

[*] En’am 6/8, Meryem 19/64.

 

(Hicr 15/9)
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Bu zikri[1*] biz indirdik biz! Onu koruyacak olan da elbette biziz[2*]!

[1*] Zikir hem önceki kitapların hem de Kur’an’ın ortak adıdır (Hicr 15/6, Nahl 16/43-44, Enbiya 21/7-8, 24). 

[2*] Kur'an-ı Kerim, iniş aşamasından kıyamete kadar Allah tarafından koruma altına alınmıştır, Dolayısıyla onun metninde ne bir eksiltme yapılabilir ne de artırma. (Fussilet 41/42, Vakıa 56/77-79, Cin 72/26-28). Ama herkes imtihandan geçirildiği için Allah’a karşı hadlerini aşanlar, ayetlerin metninde yapamadıkları saptırmayı, ayetlerin anlamlarını kaydırıp onları kendi arzularına göre kullanarak yapmaya çalışabilirler, bundan kaçış olmaz (Bakara 2/75, Âl-i İmran 3/7, Fussilet 41/40).


(Hicr 15/10)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ
Senden önceki topluluklara da elçiler gönderdik[*].

[*] Nahl 16/36, Rum 30/47.

 

(Hicr 15/11)
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Onlara ne zaman bir elçi gelse onu mutlaka hafife alırlardı[*].

[*] En’am 6/10, Ra’d 13/32, Enbiya 21/41, Yasin 36/30, Zuhruf 43/7.


(Hicr 15/12)
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
Onu (o zikrin gerçek olduğunu) suçluların kalplerine işte böyle işleriz[*].

[*] Burada suçluların kalbine işlenen, Allah’ın kitabıdır. Bir şeyi hafife almak için onda eksiklik aramak gerekir. Allah’ın kitabında eksiklik arayanlar, farkında olmadan onun doğruluğunu kavramış olurlar. Onun için bütün kafirler gerçekleri örtmek ve yalan söylemek zorunda kalırlar (En’am 6/33, Şuara 26/192-200).


(Hicr 15/13)
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ
Öncekilere uygulanan sünnet /yasa[1*] ortada olduğu halde bunlar da bu zikre inanıp güvenmeyecekler[2*].

[1*] Enfal 8/38, Fatır 35/43, Mü’min 40/85.

[2*] Enbiya 21/6.


(Hicr 15/14)
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ
Üzerlerine gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar[*],

[*] En’am 6/35-37.


(Hicr 15/15)
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟
Kesinlikle şöyle derler: “Sadece gözlerimiz boyandı! Aslında biz büyülenmiş kimseler topluluğuyuz[*]!”

[*] En’am 6/7, 109-111, Yunus 10/97.


(Hicr 15/16)
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ
Gökte burçlar /takımyıldızlar[*] oluşturduk ve seyredenler için göğü süsledik.

[*] Burç (بُرج), Arapçada köşk ve kale anlamına gelir (Mekâyîs). Birinci kat semanın her tarafını süsleyen yıldız kümeleri uzaktan, köşkler ve kaleler gibi gözükürler (Nisa 4/78, Furkan 25/61, Buruc 85/1).

 

(Hicr 15/17)
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ
Onu, kovulmuş her şeytandan koruduk[*].

[*] Saffat 37/6,7, Fussilet 41/12, Mülk 67/5.

 

(Hicr 15/18)
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ
Ama kulak hırsızlığı yapmaya kalkan olursa onu hemen parlak bir ışın takip eder[*].

[*] Şuara 26/212, Saffat 37/8-10, Cin 72/8-9.

 


(Hicr 15/19)
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
Yeryüzüne sabit dağlar[1*] yerleştirip yerin alanını artırdık[2*] ve orada dengeli her bitkiyi bitirdik.

[1*] “Sabit dağlar” ifadesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Ra’d 13/3. Ayetin dipnotu.

[2*] Dağlar, yer kabuğunun, başta insanlar olmak üzere üzerinde yaşayan canlıları savurmasını önler (Nahl 16/15, Enbiya 21/31, Lokman 31/10). Dağlar olmasaydı depremler çok daha fazla zarar verirdi. Dağların üzerindeki alan tabanlarının kapsadığı alandan fazla olduğu için de yeryüzünü genişletir (Ra’d 13/3, Kâf 50/7).


(Hicr 15/20)
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ
Orada hem size hem de rızkı size bağlı olmayanlara geçim imkanları oluşturduk[*].

[*] A’raf 7/10, Hud 11/6, Ankebut 29/60, Zuhruf 43/32.


(Hicr 15/21)
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
Hazinesi /deposu katımızda olmayan hiçbir şey yoktur[1*]. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz[2*].

[1*] Münafikun 63/7.

[2*] A’raf 7/26, Mü’minun 23/18, Şûrâ 42/27, Kamer 54/49, Hadid 57/25.


(Hicr 15/22)
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ
Rüzgârları (bulutları) aşılayıcılar[1*] olarak göndeririz. Gökten su indirir, onunla su ihtiyacınızı karşılarız. Onu (gökte) depolayan siz değilsiniz[2*].

[1*] A’raf 7/57, Furkan 25/48-49, Rum 30/48, Fatır 35/9.

[2*] Vakıa 56/68-70, Münafikun 63/7, Mülk 67/30.


(Hicr 15/23)
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Biziz, elbette biz! Hayat veren de öldüren de![1*] Her şeyin varisi biziz![2*]

[1*] Yasin 36/12, Kaf 50/43.

[2*] Meryem 19/40.


(Hicr 15/24)
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ
İçinizden önde gidenleri çok iyi biliriz, geride kalanları da çok iyi biliriz[*].

[*] İyi işler yapmakta önde giden ve öncülük eden kimseler olduğu gibi, umursamayıp iyilikten geri duranlar da vardır (Fatır 35/32, Vakıa 56/7-14, Müddessir 74/37). 


(Hicr 15/25)
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟
Senin Rabbin onları bir araya toplayacaktır[1*]. O, bütün kararları doğru olan ve daima bilendir[2*].

[1*] En’am 6/22, 128, Kehf 18/47, Meryem 19/68, Furkan 25/17, Sebe 34/40.

[2*] Zuhruf 43/84.


(Hicr 15/26)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍۚ
Biz (ilk) insanı[1*] kurumuş bir çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan yarattık[2*].

[1*] İlk insan olan Âdem ile daha sonra yaratılan eşi Havva, diğer insanlar gibi döllenmiş yumurtadan yaratılmıştır. Toprak Âdem ve eşi için ana rahmi görevi görmüştür (Mü'minun 23/12-14).

[2*] Rahman 55/14.

 

(Hicr 15/27)
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ
Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık[*].

[*] Rahman 55/15.


(Hicr 15/28)
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ
Bir gün Rabbin, meleklere şöyle demişti: “Ben kurumuş bir çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan bir beşer[*] yaratacağım.

[*] İnsan vücudunun dış kısmına yani cildine “beşere (البشرة)” denir. Beşer (البشر) kelimesi Kur’an’da, insan anlamında kullanılır ve bununla, insanın diğer canlılardan farklı olan fiziki yapısına dikkat çekilir. İnsan, elbise giymek zorunda olan tek varlıktır. Elbise onun, dünyanın her yerinde ve her mevsimde yaşamasına imkan verir (A’raf 7/26; Nahl 16/5, 81). Kur’an,  ilk insan olan Adem aleyhisselamın topraktan yaratılan ilk beşer olduğunu açıkça bildirir (Furkan 25/54, Rum 30/20, Sad 38/71). Bütün bunlar, insanın başka bir varlıktan evrilerek oluştuğu iddialarını reddetmektedir.

 

(Hicr 15/29)
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
Ona son şeklini verip içine ruhumdan üflediğimde (onu bilgi ile donattığımda[1*]) onun karşısında secde edin[2*] / saygıyla eğilin[3*].”

[1*] Bakara 2/30-33.

[2*]Secdenin kök anlamı eğilmedir (Müfredat). Bu sebeple Güneş, Ay, gezegenler, dünya ve yıldızlar arasında oluşan eğimler /deklinasyon ve ona bağlı olarak gölgenin uzayıp kısalması, “secde” kelimesiyle ifade edilmiştir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Bazı ayetlerde sadece itaat anlamında (Hac 22/18, İnşikak 84/21), bazılarında da itaat ile birlikte fiziki eğilme anlamında kullanılır (Bakara 2/34, 58, Nisa 4/154, A’raf 7/161, Yusuf 12/4 ve 100). Nitekim namazda, vücudumuz ayaklar, eller ve dizler üzerinde yere paralelken alnı yere koymak da Allah’a itaat ederek eğilme anlamındaki secdedir (Nisa 4/102-103).

[3*] Bakara 2/34, A’raf 7/11, İsra 17/61, Kehf 18/50, Tâhâ 20/116, Sâd 38/72.


(Hicr 15/30)
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Bütün melekler hep birlikte secde ettiler[*].

[*] Sâd 38/73.


(Hicr 15/31)
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
Ama İblis secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı[*].

[*] Sâd 38/74.

 

(Hicr 15/32)
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
Allah dedi ki: “İblis! Sana ne oldu da secde edenlerle beraber olmadın?[*]”

[*] A’raf 7/12, Sâd 38/75.


(Hicr 15/33)
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ
İblis: ”Ben; kurumuş çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek değilim!” dedi[*].

[*] A’raf 7/12, İsra 17/61-62, Sâd 38/76.


(Hicr 15/34)
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ
Allah dedi ki “Madem öyle, çık oradan! Artık sen kovuldun[*].

[*] A’raf 7/13, İsra 17/63, Sâd 38/77.


(Hicr 15/35)
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
Yapılan her şeyin karşılığını bulacağı[1*] güne kadar lanet / dışlanma senin üzerinde olacaktır[2*].”

[1*] Din, “âdet, durum; ceza, karşılık görme ve itaat” anlamlarına gelir (es-Sıhâh). Bunlardan “boyun eğme” ve “karşılık görme” anlamları öne çıkar. Dinde boyun eğilen Allah’tır. Onun emirlerine uyulur ve karşılığı ondan beklenir. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı gündür (Fatiha 1/4-5, Nûr 24/25, Sad 38/78, Zâriyât 51/6 12-13, Vakıa 56/56, Mearic 70/26, Müddessir 74/46, İnfitar 82/9,15-19).

[2*] Sâd 38/78.


(Hicr 15/36)
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
İblis: “Rabbim!” dedi. O zaman bana, bunların diriltilecekleri güne kadar yaşama fırsatı ver[*].”

[*] A’raf 7/14, Sâd 38/79.


(Hicr 15/37)
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
(Allah) Dedi ki: “Sen kendisine yaşama fırsatı verilenlerdensin[*].

[*] A’raf 7/15, Sâd 38/80.


(Hicr 15/38)
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
O malum vaktin günü[1*] gelinceye kadar (ölmeyeceksin)[2*].”

[1*] “Malum vakit” birinci sura üflendiği vakittir. O zaman, Allah’n tercih ettikleri dışında bütün canlılar ölecektir. (Zümer 39/68) Yeniden dirilen insana, ölümle dirilmesi arasında geçen süre,  göz açıp kapayacak kadar hatta daha da az gelir (Nahl 16/77, Kamer 54/50). İblis, en son ölen canlı dahi olsa o da aynı şeyi hissedecektir. 

[2*] Sâd 38/81.


(Hicr 15/39)
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
İblis dedi ki: “Rabbim! Madem sen beni azdırdın, ben de yeryüzündeki her şeyi onlara kesinlikle süslü gösterecek ve hepsini azdıracağım[*].

[*] A’raf 7/16-17, İsra 17/64, Sâd 38/82.


(Hicr 15/40)
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
Ancak onlardan samimiyeti onaylanmış kulların hariç[*].”

[*] Samimiyeti onaylanmış anlamı verdiğimiz ‘muhlas’ kelimesinin mastarı ihlastır. İhlas sözlükte bir şeyi kirlilikten, bulanıklıktan temizleyip arındırmak, saflaştırmak, katıksız, arı, duru hale getirmektir. Bu kelime Kur’an’da, dini Allah’a has kılan yani Allah’ın dinine bir şey katmayıp kulluğu sadece ona yapan, riyadan ve şirkten uzak olan samimi insanların ortak vasfını ifade etmek için kullanılır. Bu vasfa sahip olana “muhlis”, bu vasfı Allah tarafından onaylanmış olana da “muhlas” denir. İblis, bu özelliğe sahip olanları yoldan çıkaramaz. (Hicr 15/40,  İsra 17/65, Sâd 38/83).

 

(Hicr 15/41)
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ
Allah dedi ki: “Bu, benim doğru kabul ettiğim yoldur[*].

[*] Sâd 38/84.


(Hicr 15/42)
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
Sana uyacak azgınlar hariç sen benim kullarıma boyun eğdirecek bir güce sahip değilsin[*].”

[*] Nahl 16/98-101Sebe 34/20-21.

 

(Hicr 15/43)
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Bunların hepsinin buluşacağı yer kesinlikle Cehennemdir[*].

[*] A’raf 7/18, İsra 17/63, Sâd 38/85.

 

(Hicr 15/44)
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟
Onun yedi kapısı vardır. Her bir kapı için o azgınlardan bir bölük ayrılmış olacaktır[*].

[*] Zümer 39/71-72.


(Hicr 15/45)
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ
Yanlışlardan sakınanlar ise bahçelerde ve pınar başlarında olacaklar[*].

[*] Duhan 44/51-52, Zariyat 51/15, Mürselat 77/41.

 

(Hicr 15/46)
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ
“Oraya selametle, güven içinde kalmak üzere girin[*].” (denecek).

[*] Zümer 39/73Kâf 50/34.

 

(Hicr 15/47)
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
İçlerindeki çekememezliği söküp atmış olacağız[1*]. Kardeş olacaklar ve sedirler üzerinde karşılıklı oturacaklar[2*].

[1*] A'raf 7/43. 

[2*] Saffat 37/44, Tur 52/20, Rahman 55/54, Vakıa 56/15.


(Hicr 15/48)
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ
Orada onlara herhangi bir yorgunluk dokunmayacak[1*]. Oradan çıkarılacak da değiller[2*].

[1*] Fatır 35/35, Yasin 36/55-58.

[2*] Beyyine 98/7-8.


(Hicr 15/49)
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا۬ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ
Kullarıma şunu bildir: Ben, çokça bağışlayan, bol ikramda bulunanım[*].

[*] Tâhâ 20/82, Zümer 39/53.


(Hicr 15/50)
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ
Azabım ise can yakıcı bir azaptır[*].

[*] A’raf 7/156, İbrahim 14/7.


(Hicr 15/51)
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ
Onlara İbrahim’in konuklarından da haber ver:[*]

[*] İbrahim Aleyhisselam ile melekler arasında geçen bu olayın ayrıntıları için bkz: Hud 11/69-76, Ankebut 29/31-32, Zariyat 51/24-34.


(Hicr 15/52)
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ
Bir gün İbrahim’in yanına girmişler ve “Selâm!” demişlerdi. İbrahim: “Biz sizden tedirgin oluyoruz.” dedi[*].

[*] Hud 11/69, Zariyat 51/25.


(Hicr 15/53)
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ
“Tedirgin olma” dediler. “Sana, ilim sahibi olacak bir oğul müjdeliyoruz.[*]”

[*] Hud 11/71, Zariyat 51/28.


(Hicr 15/54)
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
“Yaşlılık üzerime iyice çökmüşken mi beni müjdelediniz! Bana neyin müjdesini veriyorsunuz!” dedi[*].

[*] Çocuk müjdesi karşısında İbrahim aleyhisselamın karısı da çok şaşırmıştı (Hud 11/72, Zariyat 51/29).


(Hicr 15/55)
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ
Dediler ki: “Sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümidini kesenlerden olma![*]”

[*] Hud 11/73, Zariyat 51/30.


(Hicr 15/56)
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ
O da şöyle dedi “Sapkınlardan başka kim Rabbinin rahmetinden /iyilik ve ikramından ümidini keser ki![*]

[*] Yusuf 12/87, Ankebut 29/23.


(Hicr 15/57)
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
“Peki, sonraki göreviniz nedir, ey elçiler?” dedi[*].

[*] Zariyat 51/31.


(Hicr 15/58)
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ
Dediler ki: “Biz, suça batmış bir topluluğa gönderildik[*].

[*] Hud 11/70, Ankebut 29/31, Zariyat 51/32-34.


(Hicr 15/59)
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Ama Lût’un ailesi onlardan değildir. Onların tamamını kurtaracağız[*].

[*] Şuara 26/170, Saffat 37/134, Kamer 54/34.

 

(Hicr 15/60)
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟
Ama karısı hariç. Karar verdik; o, kesinlikle (bedeninin) kalıntısı kalacak olanlardandır.[*]

[*] “(Bedeninin) Kalıntısının kalmasını” anlamı verdiğimiz kelime ğâbir (غابر)’dir (Lisan’ul-Arab). Bu kelime sadece, İnanmadıkları için yanardağ patlaması sonucu lav külleri altında kalan Lut aleyhisselamın eşi ve diğerleri ile ilgili olarak  bu ayetle birlikte tam yedi ayette geçer. (Araf 7/83, Şuara 26/171, Neml 27/57, Ankebut 29/32-33, Saffat 37/135) Kur’an’da yanardağ patlaması ile helak olduğu bildirilen diğer topluluk Ashab-ı Fil’dir. Orada ğabir kelimesi “içi yenmiş bitki kabuğu gibi” sözü ile örneklendirilir (Fil 105/5). Demek ki yanardağ külleri altında kalan cesetlerin içi yok olur ama dışında bir şeyler kalır. Saffat 37/137-138.


(Hicr 15/61)
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ
Elçiler Lût’un ailesine geldiklerinde[*],

[*] Lut Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/80-84, Hud 11/77-83, Enbiya 21/74-75, Şuara 26/160-174, Neml 27/54-58, Ankebut 29/28-35, Saffat 37/133-138, Zariyat 51/31-37, Kamer 54/33-40.


(Hicr 15/62)
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
Lut (onlara): “Sizler buralarda tanınmayan kimselersiniz!” dedi[*].

[*] Hud 11/77, Ankebut 29/33.


(Hicr 15/63)
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
Onlar şöyle dediler: “Hayır! (endişelenme[1*]) Biz, başlarına gelip gelmeyeceğini tartıştıkları şeyle /ceza ile[2*] sana geldik.

[1*] Ankebut 29/33.

[2*] Kamer 54/36.


(Hicr 15/64)
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Sana (Allah’tan gelen) gerçeği getirdik[*]. Biz kesinlikle özü sözü doğru kimseleriz.

[*] Hicr 15/8, Meryem 19/64, Ankebut 29/34.


(Hicr 15/65)
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
Bu gecenin bir bölümünde (seher vaktinde[1*]) aileni en yukarıya çıkar[2*]; sen de arkalarından git. İçinizden kimse dönüp arkasına bakmasın. Gitmeniz emredilen tarafa doğru gidin.”

[1*] Kamer 54/34

[2*] “ “En yukarıya çıkar” anlamı verdiğimiz kelime  “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredât (سرى) mad), (Hud 11/81). Tevrat’ta da yer alan “yukarıya çıkar!” emri, gelecek azaptan kurtulmaları için Lut aleyhisselamın, ailesini dağa çıkması emridir (Tekvin 19/17


(Hicr 15/66)
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
Şu kararımızı Lût’a bildirdik: “Sabaha erdiklerinde bunların kökü kesilmiş olacaktır.”[*]

[*] Hud 11/81.


(Hicr 15/67)
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
(Daha önce) Şehir halkı, (misafirleri görünce) birbirlerine müjdeler vererek gelmişti[*].

[*] Hud 11/78, Kamer 54/37.


(Hicr 15/68)
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ
Lût da şöyle demişti: “Bunlar benim misafirlerim; aman beni utandırmayın.


(Hicr 15/69)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ
Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının! Beni rezil etmeyin!”[*]

[*] Hud 11/78.


(Hicr 15/70)
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
“Seni el âlemin işine karışmaktan men etmedik mi?” dediler[*].

[*] Onlar Lut Aleyhisselamı, yaşadıkları yerden çıkarmaya niyetlenmişlerdi (A’raf 7/82, Şuara 26/167, Neml 27/56).


(Hicr 15/71)
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ
Lut da şöyle dedi: “Eğer bir şey yapacaksanız işte kızlarım (onlarla evlenin)[*]!”

[*] Allah'ın Elçisinin evlilik dışı ilişkiyi onaylaması mümkün olmadığından burada (onlarla evlenin) sözünün gizli emir olarak yer alması zorunludur. Cümleyi yarım bırakmış olması, halkın Lut aleyhisselamı çok bunalttığını gösterir (Hud 11/78). Aynı olay Tevrat /Yaratılış 19:8 pasajlarında şöyle anlatılır: “Bakın, hiç erkek tanımamış iki kızım var. Onları getireyim de gözünüzde iyi olanı onlarla yapın. Ama bu adamlara bir şey yapmayın; çünkü onlar benim çatımın gölgesi altına geldiler.”

 

(Hicr 15/72)
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
Senin hayatına yemin ederim ki onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlar[*].

[*] Hud 11/79.


(Hicr 15/73)
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ
Gün doğarken o yüksek ses onları yakaladı[*].

[*] Kamer 54/38.


(Hicr 15/74)
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ
O şehrin altını üstüne getirdik. Üzerlerine pişmiş çamurdan taş yağdırdık[*].

[*] A’raf 7/84, Hud 11/8-83, Şuara 26/172-173, Neml 27/58, Saffat 37/116, Kamer 54/38-39. Bu taşlar, Tevrat’ın Yaratılış 19:24 bölümünde gökten yağdırılan kükürt ve ateş olarak tarif edilmiştir. Bu maddeler çoğunlukla bir yanardağ patlaması sonucunda ortaya çıkmaktadır.


(Hicr 15/75)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ
Kalıntıları okuyabilenler için[*] bunda kesin ayetler /belgeler vardır.

[*] “Kalıntıları okuyabilen” anlamını verdiğimiz “mütevessim” kelimesi, “bir ize bakarak o izin sahibini tanıyabilen kişi” demektir. Ayette geçen kişiler, o topluluktan geriye kalan izler üzerinde inceleme yaparak bahsedilen toplumun başına gelenleri anlayabilecek olanlardır.

 

(Hicr 15/76)
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ
O ayetler (ibret veren kalıntılar) kullanılmaya devam eden bir yol üzerindedir[*].

[*] Hud 11/83, Saffat 37/137-138.

 

(Hicr 15/77)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ
Bunda inananlar için de tam bir ayet /belge vardır[*].

[*] Şuara 26/174, Ankebut 29/35, Zariyat 51/37.


(Hicr 15/78)
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ
Eyke[*] ahalisi de kesinlikle yanlışlar içindeydi.

[*] Eyke, Şuayb aleyhisselamın elçi gönderildiği Medyen’in (A’raf 7/85) diğer adıdır (Şuara 26/176-189, Sâd 38/13, Kâf 50/14).

 

(Hicr 15/79)
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟
Onlara da hak ettikleri cezayı verdik[*]. Her ikisi de (Lût kavminin yaşadığı şehir ve Eyke) açık bir ana yol üzerindedir.

[*] A’raf 7/92-93, Hud 11/94, Şuara 26/189, Ankebut 29/37.


(Hicr 15/80)
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Hicr[*] ahalisi de gelen elçileri yalancı saymışlardı.

[*] Hicr, Salih aleyhisselamın elçi gönderildiği Semud kavminin yaşadığı yerdir. Salih Aleyhisselamın kıssası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: A’raf 7/73-79, Hud 11/61-68, Şuara 26/141-159, Neml 27/45-53, Fussilet 41/17-18, Zariyat 51/43-45, Kamer 54/23-31, Hakka 69/4-5, Şems 91/11-15.

 

(Hicr 15/81)
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ
Onlara âyetlerimizi ulaştırmıştık ama onlardan yüz çevirmişlerdi[*].

[*] Kamer 54/23-25.


(Hicr 15/82)
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ
Güvende olsunlar diye dağlardan evler oyuyorlardı[*].

[*] A’raf 7/74, Şuara 26/149.


(Hicr 15/83)
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ
Sabaha erdiklerinde o yüksek ses onları da yakaladı[*].

[*] A’raf 7/78, Hud 11/67-68, Şuara 26/158, Neml 27/51-52, Fussilet 41/17, Kamer 54/31, Hakka 69/5, Şems 91/14.


(Hicr 15/84)
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ
Kazandıkları şeyler işlerine yaramadı[*].

[*] Mü’min 40/82.


(Hicr 15/85)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ
Gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları, o gerçek için (sizleri imtihan için) yarattık[1*]. O saat /tekrar dirilip kalkış saati mutlaka gelecektir[2*]. Öyleyse sen de bunlara güzel, yeni bir sayfa aç[3*].

[1*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3, Teğabun 64/3).

[2*] Taha 20/15, Hac 22/7, Sebe 34/3, Mü’min 40/59, Casiye 45/32.

[3*] Zuhruf 43/89.


(Hicr 15/86)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
Senin Rabbin, mükemmel yaratan ve her şeyi bilendir[*].

[*] Yasin 36/81.


(Hicr 15/87)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ
Sana o mesânîden[1*] (ikişerli yapıda olan âyetlerden) yedisini, o muazzam ayet kümesini verdik[2*].

[1*] Mesânî (مثَانِي),  ikişerler demektir.  Ayetler, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içerenler ve onların benzeri olup onları açıklayan müteşâbihlerden oluşur. Aralarında ikili ilişki vardır (Zümer 39/23) İşte bu ilişkiyi belirten kelime mesânî’dir.

[2*] Ayette geçen “o mesânîden yedisini, o muazzam ayet kümesini” ifadesi ile yedi ayetlik Fatiha sûresi kast edilmiştir. Bununla ilgili olarak Nebîmizden şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Elhamdulillâhi rabbi’l-âlemîn (Fatiha) bana mesânîden verilmiş yedi ayettir, muazzam ayet kümesidir." (Buhârî, Tefsir, 1; Nesâî, İftitah, 26.) Bu sebeple namazın her rekâtında Fatiha sûresini okumak, Allah’ı, onun en yüce kur’an’ını/ayetler kümesini okuyarak anmak olduğundan çok önemlidir.


(Hicr 15/88)
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Onların bazı kesimlerini yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme,[1*], onlara verilenlerden dolayı da üzülme[2*]. Sen inanıp güvenenlere kol kanat ger[3*].

[1*] Tevbe 9/55, 85, Tâhâ 20/131.

[2*] Nahl 16/127, Neml 27/70.

[3*] Kehf 18/28, Şuara 26/215.


(Hicr 15/89)
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ
De ki: “Şurası kesin ki ben apaçık bir uyarıcıyım[*].”

[*] A’raf 7/184, Hud 11/2, Hac 22/49, Ankebut 29/50, Fatır 35/23, Sâd 38/70, Ahkaf 46/9, Zariyat 51/50-51, Mülk 67/26,


(Hicr 15/90)
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ
(Sana indirdiğimiz gibi) kitaplarını parçalara ayıranlara da kitap indirdik[*].

[*] En’am 6/91, Rum 30/32.


(Hicr 15/91)
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ
Onlar Kur’ân’ı da parçalara bölenlerdir[*].

[*] Âl-i İmran 3/98-100, Ra’d 13/36.

 

(Hicr 15/92)
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Rabbine ant olsun ki onların hepsini kesinlikle sorguya çekeceğiz;[*]

[*] A’raf 7/6.

 

(Hicr 15/93)
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
yaptıklarından dolayı[*].

[*] Nahl 16/93.


(Hicr 15/94)
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Sana ne emredildiyse onu açık açık anlat[1*]. Müşriklere de aldırma[2*].

[1*] Maide 5/67.

[2*] En’am 6/106, Secde 32/30, Necm 53/29.


(Hicr 15/95)
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ
Hafife alanlara karşı biz sana yeteriz![*]

[*] Bakara 2/137, Zümer 39/36.


(Hicr 15/96)
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Onlar, Allah ile beraber başka bir ilah oluşturanlardır; ileride öğrenecekler[*].

[*] Hicr 15/3.


(Hicr 15/97)
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ
Onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını elbette biliyoruz[*].

[*] En’am 6/33-34, Hud 11/12.


(Hicr 15/98)
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ
Sen, her şeyi mükemmel yapması sebebiyle Rabbine boyun eğ[*] ve secde edenlerden ol.

[*] Tâhâ 20/130, Mü’min 40/55, Kâf 50/39-40, Zariyat 52/48-49.


(Hicr 15/99)
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
Sana o kesin gerçek /ölüm gelip çatıncaya dek Rabbine kulluk et[*].

[*] Hud 11/123, Meryem 19/65, Zümer 39/66.