CASİYE

TEFSİR
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla...[*]

[*] "Rahmân” ve “Rahîm" kelimeleri, rahmet (رحمة) kökündendir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlaşılır (Müfredât). Rahmân “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmayacağı için “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Rahîm “çok merhametli” demektir. Bu özellik Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Nitekim ‘rahîm’ kelimesi, Tevbe 9/128. âyette Resulullah için; Fetih 48/29. ayette ise müminler için kullanılmıştır.


(Casiye 45/1)
حٰمٓۜ
Hâ-Mîm[*]!

[*] Bu harflere huruf-u mukattaa /birbiri ile bağlantısı kesilmiş harfler denir. Bunların Nebîmize sorulmamış olması, bilinen bir anlamının olduğunu gösterir. Yoksa müşrikler bunu dillerine dolar, Nebîmizi sürekli rahatsız ederlerdi. Bununla ilgili sorular, İslam’ın Arap yarımadası dışına yayılmasından sonra başlamıştır.
Bu harflerle başlayan yirmi dokuz sureden yirmi beşinde Kur’an’a, dördünde de önemli bir konuya vurgu yapılıyor olmasından onların dikkatleri toplama görevi yaptığı anlaşılır. Türkçede böyle bir kullanım yoktur.


(Casiye 45/2)
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ
Bu kitabın indirilmesi, daima üstün ve kararları doğru olan Allah tarafındandır[*].

[*] Taha 20/4, Şuara 26/192-193, Secde 32/2, Zümer 39/1, Mü’min 40/2, Fussilet 41/2, 42, Ahkaf 46/2, Vakıa 56/80, Hakka 69/43.


(Casiye 45/3)
اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz göklerde ve yerde, inanıp güvenenler için ayetler /göstergeler vardır[*].

[*] Allah’ın ayetleri ikiye ayrılır: İlki yaratılmış ayetlerdir, bunlar kainattaki tüm varlıklardır. İkincisi indirilmiş ayetlerdir ki onlar ilahi kitaplardadır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). Yaratılmış ayetler, indirilmiş ayetlerin doğruluğunun göstergesidir; çünkü hem kainatı yaratan hem de onunla ilgili en doğru bilgileri veren Allah’tır. İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında kopmaz bir bağ vardır. Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır.


(Casiye 45/4)
وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۜ
(Allah’ın) sizi yaratmasında ve yaydığı canlılarda, kesin bilgiye ulaşmak isteyen bir topluluk için ayetler /göstergeler vardır[*] .

[*] Rum 30/22, Şûrâ 42/29, Zâriyat 51/20-21.


(Casiye 45/5)
وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ
Gece ile gündüzün art arda gelmesinde, Allah’ın gökten indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra canlandırdığı rızıkta[1*], rüzgarları farklı yönlerden ve farklı özelliklerde estirmesinde de aklını kullanan /doğru bağlantılar kuran bir topluluk için ayetler /göstergeler vardır[2*].

[1*] Buradaki rızık, yediğimiz içtiğimiz ve faydalandığımız şeyleri oluşturan yağmur, kar, dolu, çeşitli maddeler ve gök cisimlerinden gelen enerjilerdir.

[2*] Bakara 2/164, Nahl 16/12, 65.


(Casiye 45/6)
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ يُؤْمِنُونَ
Bunlar Allah’ın ayetleridir, onları sana tüm gerçekleri içerecek şekilde sıralıyoruz[1*]. Allah’a ve ayetlerine güvenmedikten sonra artık hangi söze güvenecekler[2*]?

[1*] Bunlar Allah’ın yaratılmış ayetleridir. Kur’an’da sıkça ifade edilen “aklı kullanma”, “bilgileri kullanma” ve “dik duruşlu olma” şartlarıyla hareket eden her insan, o ayetlerle indirilmiş ayetler arasındaki uyumu, kendi gözlemleriyle, kesin olarak kavrar (Fussilet 41/53).

[2*] A’raf 7/185, Mürselat 77/50.


(Casiye 45/7)
وَيْلٌ لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
Her günahkar iftiracının vay haline[*]!

[*] Şuara 26/221-223.


(Casiye 45/8)
يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
O, Allah’ın âyetleri kendisine bağlantılarıyla birlikte[1*] okunurken dinler; sonra, sanki onları hiç dinlememiş gibi kibirlenmeye devam eder[2*]. Onu acıklı bir azapla müjdele!

[1*] Tilavet sözcüğünün kökü olan t-l-v (تلو) "birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanması” anlamındadır (Müfredât). Buna göre tilavet, birbiriyle bağlantılı ayetleri, doğru sıralayarak birlikte okumaktır.

[2*] Lokman 31/7.


(Casiye 45/9)
وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـًٔاۨ اتَّخَذَهَا هُزُوًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ
Ayetlerimizden bir şey öğrendiğinde de onu hafife alır[*]. İşte onlara alçaltıcı bir azap vardır.

[*] Kehf 18/56.


(Casiye 45/10)
مِنْ وَرَٓائِهِمْ جَهَنَّمُۚ وَلَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْـًٔا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۜ
Önlerinde ise cehennem… Kazandıkları şeyler de Allah ile aralarına koydukları velileri /en yakınları da hiçbir işlerine yaramayacak. Onlara büyük bir azap vardır[*].

[*] Al-i İmran 3/10, 116, Kehf 18/105-106, Casiye 45/34-35, Mücadele 58/17.


(Casiye 45/11)
هٰذَا هُدًىۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٍ۟
Bu (Kitap) bir rehberdir[1*]. Rablerinin ayetlerini görmezlikte direnenlere, en fenasından acıklı bir azap vardır[2*].

[1*] Rehber diye tercüme edilen sözcük “hüdâ”dır, “hidayet” ile aynı köktendir. Hidayet, nazikçe yol göstermektir (Müfredat). Allah'ın hidayet etmesi dört çeşit olur:
1)  Umumi hidayet: Tüm mahlukatı kapsayan hidayet olup, Allah'ın her varlığa, onun için faydalı ve zararlı olanı ayırt etme kabiliyeti vermesidir. (Ta Ha 20/50, A'la 87/3).
2) İmtihandan geçirilen insan ve cinler için hidayet: Davet, yol gösterme ve görevlerini bildirme manasındaki hidayet olup, Allah'ın kitap indirmesi ve uyarıcı göndermesidir (Nisa 4/165, Yunus 10/47, Beled 90/10).
3) Doğru yol üzere olanlar için hidayet: Bu hidayet Allah'ın, kitabına uyanları desteklemesi, onlara başarı vermesi ve önlerini açmasıdır (Ankebut 29/69, Muhammed 47/17).
4) Ahiretteki hidayet: Dünyada son nefesine kadar doğru yol üzerinde yaşayanlara Allah'ın, ahirette cennetin yolunu göstermesidir (A'raf 7/43, Yunus 10/9, Muhammed 47/4-6).
Bu ayetteki “rehber” ise Allah’ın ikinci çeşit hidayetinin sonucu olan “Kitap”tır. Her namazda okuduğumuz Fatiha Suresi’ndeki “Allah’ım bizi sırat-ı müstakime hidayet et” duasının manası ise -duayı eden kişi zaten Allah'a yönelmiş bir kimse olduğundan- “Yoluna geldik, kabul et Allah’ım! Yolunda bizi başarıya ulaştır ve önümüzü aç Allah’ım!” şeklindedir.

[2*] Sebe 34/5.


(Casiye 45/12)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَۚ
Allah, denizi hizmetinize verendir. Bu, koyduğu kanuna göre gemilerin denizde akıp gitmesi, sizin Allah'ın lütfundan aramanız ve görevlerinizi yerine getirmeniz içindir[*].

[*] Nahl 16/14, İsra 17/66, Rum 30/46, Lokman 31/31, Fatır 35/12.


(Casiye 45/13)
وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مِنْهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
O, göklerde ve yerde olan her şeyi, kendi katından (bir ikram olarak) hizmetinize vermiştir. Hiç şüphesiz bunda, düşünen bir topluluk için ayetler /göstergeler vardır[*].

[*] Bakara 2/29, 164, İbrahim 14/32-33, Nahl 16/12-13, Hac 22/65, Lokman 31/20.


(Casiye 45/14)
قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
İnanıp güvenenlere söyle; Allah’ın (toplumları ödüllendirme veya cezalandırma) günlerini[1*] beklemeyenleri bağışlasınlar[2*]. Çünkü her topluma, yapmakta olduklarının karşılığını Allah verecektir[3*].

[1*] İbrahim 14/5.

[2*] En’am 6/68-70, Furkan 25/63.

[3*] Ğâşiye 88/21-26.


(Casiye 45/15)
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Kim iyi iş yaparsa kendisi için yapar, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine yapar. Sonunda Rabbinizin /Sahibinizin huzuruna çıkarılacaksınız[*].

[*] Rum 30/44, Fussilet 41/46.


(Casiye 45/16)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ
Şurası kesin ki İsrailoğullarına Kitap, hikmet ve nebîlik vermiştik. Onları temiz şeylerle rızıklandırmış ve çağdaşlarına üstün kılmıştık[*].

[*] Bakara 2/47, 122, Mü’min 40/53-54.


(Casiye 45/17)
وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Onlara, görevleri hakkında açık belgeler vermiştik. Ama onlar, kendilerine o bilgi (kitap ve hikmet) geldikten sonra birbirlerine üstünlük kurma çabalarından dolayı ihtilafa düştüler. Senin Rabbin /Sahibin, ihtilafa düştükleri konularda kıyamet /mezardan kalkış günü aralarında karar verecektir[*].

[*] Bakara 2/113, Al-i İmran 3/19, A’raf 7/157, Yunus 10/93.


(Casiye 45/18)
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sonra seni de aynı görevlerle bir şeriat /yol üzerinde (olmakla) görevlendirdik. Sen o şeriata uy; bilmeyenlerin arzularına uyma[*].

[*] Bakara 2/120, 145, Maide 5/48-49, Şûrâ 42/13.


(Casiye 45/19)
اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ
Çünkü onlar, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Yanlışlar içindeki o kimseler, birbirlerinin velisi /en yakını[1*]; Allah ise müttakilerin /yanlışlardan sakınanların velisidir[2*].

[1*] Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Kişiye akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından yakın olanlar da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). Allah, her insana sinir uçlarından daha yakındır (Kaf 50/16). Dolayısıyla müminler, sadece Allah’a kulluk eder ve tüm isteklerini ona sunarlar (Fatiha 1/4). Böylece onlar Allah’ın velileri /evliyası, Allah da onların velisi olur (Bakara 2/257, Al-i İmran 3/68, Yunus 10/62-63). Buna rağmen tasavvufta farklı bir velilik /evliyalık makamı olduğuna inanılır, veli veya evliya diye nitelenen kişiler o makama yerleştirilerek birer vesile /aracı konumuna getirilir. Böylece Allah ikinci sıraya konur ve tövbe edilmediği takdirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilir (Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Enfal 8/73, Ahkaf 46/4-6).

[2*] Bakara 2/257, Al-i İmran 3/68, En’am 6/127.


(Casiye 45/20)
هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Bu (Kitapta olanlar), insanlar için gerçeğin göstergeleridir. Kesin bilgi peşinde olan bir topluluk için ise bir rehber ve bir ikramdır[*].

[*] En’am 6/104, A’raf 7/203, Neml 27/77.


(Casiye 45/21)
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟
Yoksa kötü işlerle uğraşıp duranlar, kendilerini, inanıp güvenen ve iyi işler yapanlarla bir tutacağımızı[1*], yaşayışlarının ve ölümlerinin aynı olacağını mı sanıyorlar[2*]? Verdikleri karar ne kötüdür!

[1*] Secde 32/18, Sad 38/28, Zümer 39/9, Mü’min 40/58, Haşr 59/20.

[2*] Nahl 16/28-32.


(Casiye 45/22)
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Allah, gökleri ve yeri o gerçek için (sizleri imtihan için[*]) ve herkese çalışmasının karşılığının haksızlığa uğratılmadan verilmesi için yarattı.

[*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (En'am 6/73, Hud 11/7, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Rum 30/8, Zümer 39/5, Duhan 44/39, Ahkaf 46/3, Teğabun 64/3).

 


(Casiye 45/23)
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Kendi arzusunu kendine ilah edineni gördün mü[1*]? Bilerek yaptığı için Allah onu sapık saymıştır. (Sanki[2*]) onun kulağına ve kalbine mühür basmış, gözüne de perde çekmiştir[3*]. Allah kabul etmedikten sonra artık onu kim doğru yolda sayabilir[4*]. Bilginizi kullanmaz mısınız?

[1*] Kendi arzu ve isteklerini öne alıp Allah’ın emirlerini ikinci sıraya atanlar (Bakara 2/171, Furkan 25/43, Naziat 79/37-39).

[2*] İnanmayanların Kur’an karşısındaki tavırları, temsili istiare (alegori) denen sembollerle canlandırılmıştır. Mecaz çeşitlerinden olan istiarede gerçek anlamı kastetme ihtimali olmadığı için  benzetme edatı kullanılmaz. Türk okuyucular, bu gibi ayetlerde geçen ifadeleri (bizim dilimizde alışılmamış anlam kalıpları olduğundan) mecaz değil, gerçek sanabileceği için benzetme edatı olarak “sanki” kelimesini kullanma zorunluluğu doğmuştur.

[3*] Bakara 2/6-7, Yasin 36/8-9.

[4*] Rum 30/29.


(Casiye 45/24)
وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
Şöyle dediler: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur[1*]; ölürüz, yeniden hayat buluruz. Bizi sadece zaman helâk eder[2*].” Halbuki onların bu konuda bir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna dayanırlar.

[1*] En’am 6/29, Mü’minun 23/37.

[2*] Bunlar, bir taraftan ölür, bir taraftan da doğarız demiş olabilecekleri gibi, tenasühe yani reenkarnasyona inandıklarını da söylemiş olabilirler. Her iki durumda da ahireti inkar etmiş olurlar.


(Casiye 45/25)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlara apaçık ayetlerimiz, bağlantılarıyla birlikte okununca “Doğru söylüyorsanız atalarımızı bize getirin[*]!” demekten başka karşı delilleri olmadı.

[*] Meryem 19/66-67.


(Casiye 45/26)
قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟
De ki: “Allah, size hayat verir, sonra sizi öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan[1*] kıyamet /mezardan kalkış günü sizi bir araya toplayacaktır[2*]. Ama insanların çoğu bunu bilmez.”

[1*] Al-i İmran 3/9, 25, Nisa 4/87, En’am 6/12.

[2*] Hac 22/66, Rum 30/40.


(Casiye 45/27)
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
Göklerde ve yerde tüm yetkiler Allah’ındır[1*]. O saat /Mezardan kalkış saati geldiği gün, işte o gün, batıla dalanlar kaybedeceklerdir[2*].

[1*] Bakara 2/107, Al-i İmran 3/189, Maide 5/40, 120, Tevbe 9/116, Nur 24/42, Furkan 25/2, Zümer 39/44, Şûrâ 42/49, Zuhruf 43/85, Fetih 48/14, Hadid 57/2, 5, Buruc 85/9.

[2*] En’am 6/31, Yunus 10/45, Rum 30/12.


(Casiye 45/28)
وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Her ümmeti diz çökmüş olarak göreceksin. Her ümmet kendi Kitabına (göre yargılanmaya) çağrılacak; o gün size yaptıklarınızın karşılığı verilecektir[*].

[*] Nisa 4/41-42, Kehf 18/49, Zümer 39/69.


(Casiye 45/29)
هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Bu da hakkınızdaki gerçekleri söyleyen (amellerinizin yazıldığı) kitabımızdır. Çünkü biz, sizin yaptıklarınızı kayda geçiriyorduk[*].

[*] Yunus 10/21, Mü’minun 23/62, Zuhruf 43/80, Kâf 50/17-18, Kamer 54/52-53, İnfitar 82/10-12.


(Casiye 45/30)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
İnanıp güvenen ve iyi işler yapanları, Rableri rahmeti içine alır[*]. İşte bu, apaçık bir başarıdır.

[*] Nisa 4/57, 122, 175, Hac 22/14, 23, Muhammed 47/12.


(Casiye 45/31)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْبَرْتُمْ وَكُنْتُمْ قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ
Kâfirlik edenlere de şöyle denir: “Ayetlerim size bağlantılarıyla birlikte okunmamış mıydı? Ama kendinizi büyük görüp suçlu bir topluluğa dönüşmüştünüz[*].”

[*] Lokman 31/7, Mü’minun 23/66, 105, Casiye 45/7-8.


(Casiye 45/32)
وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ
“Allah’ın vaadi gerçektir; o saatin /mezardan kalkış saatinin geleceğinde şüphe yoktur!” denilince şöyle demiştiniz: “O saatin ne olduğunu bilmiyoruz. Biz bunu sadece bir olasılık olarak görüyoruz. Kesin bir kanaate varmış değiliz.”

[*] Sebe 34/3.


(Casiye 45/33)
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Yaptıkları kötülükler karşılarına çıkacak, hafife aldıkları şey onları kuşatacaktır[*].

[*] Hud 11/7-8, Nahl 16/34, Zümer 39/48, Ahkaf 46/26.


(Casiye 45/34)
وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Onlara şöyle denilecek: Siz bu gününüzle /bugün olacaklarla yüzleşmeyi unuttuğunuz gibi biz de bugün sizi unutacağız[*]. Varıp kalacağınız yer ateştir. Size yardım eden de olmayacaktır.

[*] A’raf 7/51, Taha 20/126, Secde 32/14.


(Casiye 45/35)
ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُوًا وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Bunun sebebi, Allah’ın ayetlerini hafife almanız ve dünya hayatının sizi aldatmış olmasıdır. Artık bugün[1*] onlar oradan çıkarılmayacak, özür dilemeleri de istenmeyecektir[2*].

[1*] O gün, yeniden yaratılış ile başlayıp sonsuza kadar devam edecek olan kıyamet günüdür (A’raf 7/32).

[2*] Nahl 16/84, Kehf 18/103-106, Rum 30/57, Mü’min 40/52, Tahrim 66/7, Mürselat 77/35-36.


(Casiye 45/36)
فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ الْاَرْضِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Yaptığı her şeyi mükemmel yapmak[*] göklerin sahibi ve yerin sahibi, bütün varlıkların sahibi olan Allah’a özgüdür.

[*] “Hamd”, birini yaptığı güzel şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık (Fatiha 1/2, En’am 6/1, Kasas 28/70, Rum 30/18, Sebe 34/1, Fatır 35/1, Saffat 37/182, Teğabun 64/1). “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir.


(Casiye 45/37)
وَلَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Göklerde ve yerde büyüklük de ona özgüdür. O daima üstün ve bütün kararları doğru olandır[*].

[*] Haşr 59/22-24.